
Edebiyatın, genel olarak sanat ve sanat çalışanın sorunları, toplumsal eşitsizliklerin olduğu her yerde vardır ve var olmaya da devam edecektir. Ancak sorun yasaklı bir dil ile olunca, bu daha da ağırlaşmakta ve altından çıkılması güç bir yumağa dönüşmektedir.
Kürt dili ve edebiyatının diasporadaki serüveninin temel nedeni, yasaklı bir dil olmasıdır. Bu nedenle Kürt dili ve edebiyatıyla ilgili çalışmalar, son yıllara kadar bu dilin konuşulduğu topraklardan ziyade, başka coğrafyalarda yapıldı. Daha çok Kürt olmayanlar tarafından inceleme-araştırma konusu oldu. Kuşkusuz bu, Kürtlerin yeteneksizliğinin bir sonucu değildi. Bu ayıp, özellikle bugün yaşadığımız coğrafyanın en eski ve en zengin dillerinden birisi olan Kürt dilini yıllarca yasaklayanlara aittir. Bu ayıptan kurtulmaları ise, bu dilin kullanımı ve gelişimi için verecekleri destekle ancak mümkündür.
Bu yasak nedeniyle geçmişte Türkiye’de Kürt dili ile yazı yazan, özellikle de edebi eser anlamında ürün veren insan sayısı bir elin parmağı kadar az idi. Bunlar da çoğunlukla medrese kökenliydiler. 12 Eylül 1980 öncesinde Türkiye’de yayınlanan Kürtçe edebi eserlerin çoğu, yine Ermenistan, Suriye ve Avrupa’da yaşayan Kürtlere ait. (Cegerxwin, Ereb Şemo, Qanatê Kurdo, Osman Sebri v.b) Bunun nedeni ise, Kürtçenin Ermenistan ve Avrupa ülkelerinde bir engelle karşılaşmamış olmasıdır. Suriyeli olarak bilinen yazarlara gelince, bunlar da cumhuriyet sonrası Türkiye’den Suriye’ye göç etmek zorunda kalanlar oluşturmaktadır. Orada daha çok mülteci muamelesi görmelerinden dolayı, kısmen de olsa kendi anadillerinde yazmalarına, dönemler itibariyle izin verilmiştir.
Türkiye’de Kürtlerin ret ve inkârı, dolayısıyla da Kürt dili ve edebiyatı üzerindeki yasağın devam etmesi sonucu, adı geçen yazarlara ait edebi eserlerin yayınlanmış olmaları bile, Kürt dili ve edebiyatının gelişimi açısından ciddi birer kazanım olmasına rağmen, bu eserlerin okura ulaşmasının önünde ciddi engeller vardı. Bu türden eserler, daha yayım ve dağıtım aşamasında iken toplatılıyor, yayıncıları bir yana, tespit edilmeleri halinde okurları dahi gözaltına alınıp tutuklanıyorlardı. Türkiye’de herhangi bir kürdün örgüt üyeliğinden ceza alması için, evinde veya işyerinde Cegerxwin’in bir şiir kitabı, Ereb Şemo’nun bir romanı ya da Qanatê Kurdo’nun Kürt dili ve edebiyatıyla ilgili yazmış olduğu bir kitabının bulunmuş olması, yeter bir gerekçe oluşturabiliyordu.
Her türlü baskıya rağmen, el altından satılıp kimi evlere girebilen eserlerin ise, 12 Eylül ile birlikte kitaplıkların gizli bölmelerinden çıkartılıp, yok edildikleri hepimizce bilinen bir gerçek.
Kitap toplatıp yakmanın, yazar ve şairleri sorgusuz – sualsiz cezalandırmanın doğal sayıldığı böylesi bir ülkede, yasaklı bir dil ile edebiyat ve sanat çalışmasından, dolayısıyla gelişmesinden elbette bahsedilemez.
Buna 12 Eylül ile birlikte gelen baskılar da eklenince, ülkede politik alanda olduğu gibi yaşamın diğer alanlarında da uzun süre derin bir sessizlik süreci yaşandı. Ülkedeki gizli okur(!) kitlesi uzun süre ancak yurtdışında çıkan ve gizlilik koşullarında ülkeye girebilen yayınlarla beslendi. Bu tek yönlü akış, 1980’lerin sonlarına kadar devam etti.
Diasporada Kürt Dili ve Edebiyatı
Diasporadaki Kürt dili ve edebiyat çalışması yeni değil. Bu çalışmaların temeli çok daha eskilere dayanmaktadır. Ancak, bu yöndeki çalışmaların yoğunluk kazanıp, okur kitlesine yansıması ise, yine 12 Eylül 1980 sonrası döneme denk gelmektedir.
Türkiye’de 12 Eylül öncesi süreçte basın-yayın alanında çalışıp, sonrasında ülke dışına çıkanların da katkısıyla, daha önce Avrupa’nın belli merkezlerinde süregelen dil ve edebiyat çalışmaları, daha da yoğunlaşarak güçlü bir ivme kazandı. Ayrıca bu dönemde ülkeyi terk etmek zorunda kalan çok sayıda kürdün Avrupa’ya göç etmesi, burada aynı zamanda bir okur kitlesinin oluşmasını da beraberinde getirdi. Bu, Kürt dili ve edebiyatının gelişmesi için eksik olan bir ayağın tamamlanması anlamına geliyordu. Bu gelişmeyle birlikte az da olsa ülke dışında bir pazar oluştu. Böylelikle, diasporada üretilen edebi eserler, üretildikleri ülkelerde, üstelik herhangi bir engellemeyle karşılaşmadan okur kitlesiyle de buluşabilme olanağına kavuştular. Geçmişten gelen açlığın da etkisiyle insanlar, üretilen eserin içeriğine bile bakmaksızın satın alıyorlardı. Çıkan bir kitabın Avrupa’daki Kürtler tarafından alınıp okunması için, çoğu zaman Kürtçe yazılmış olması yeterliydi. Ülke dışında arz ve talebe dayalı oluşan bu pazarın etkisiyle, Kürt diliyle yazma eğilimi günden güne gelişme gösterdi. Bu süreç içerisinde, Kürtçe yazanların sayısı eskiye oranla kat kat artı. Türkiye’deki kimi gelişmelere paralel olarak, bu alanda üretilen eserler ülkeye de şu veya bu şekilde yansıdı. Böylelikle diasporada çıkan eserlerin daha geniş bir alana yayılan okur kitlesine ulaşabilme olanağı doğdu.
Gerek ülkede ve gerekse diasporadaki çalışmalar açısından o dönemde oluşan karşılıklı etkileşim, bu günkü çalışmalara kaynaklık etti.
Yine de diasporadaki dil ve edebiyat çalışmalarını ve sorunlarını 1980’li yıllardan itibaren iki döneme ayırıp değerlendirmekte yarar var.
Bunlardan birincisi, 1980 öncesinden başlayıp ve sonrasında daha bir yoğunluk kazanan ve 1990’lı yılların başlarına kadar devam eden dönem.
İkincisi ise, 1990’lı yılların ortalarından başlayıp günümüze kadar devam eden dönemdir.
Birinci dönemdeki edebi çalışmalar sınırlı olmakla birlikte, bunlar daha çok siyasal mesaj ağırlıklı olarak karşımıza çıkmaktadırlar. Bu döneme kaynaklık eden sanat ve edebiyat ağırlıklı, süreli ve süresiz yayınların çoğu, ya direkt olarak politik örgütler tarafından ya da onların desteğiyle çıkanlar oluşturmaktadır. Özellikle süreli yayınlarda bu ilişkinin çok daha iç içe olduğu görülmektedir. Bunların bir kısmının yayınları daha sonraki dönemlerde sona ererken, bir kısmının yayınları hala devam etmektedir. Bu dönemin süreli yayınları için bir örnek vermek gerekirse, akla ilk gelen Roja Nu ve Armanc gibi dergilerdir.
Belli bir okur potansiyelini de bünyelerinde barındıran siyasal örgütlerin etkisiyle, ortaya çıkan eserlerin politik mesaj ağırlıklı olmaları, bu dönemin kendine özgü koşullarının doğal bir sonucu olarak kabul etmek gerekir.
Bu dönemde üretilen süresiz eserler ve bunların nitelik ve içerikleri de bir sonraki döneme göre farklı ve bunlar daha çok hikâye, şiir ve edebi derlemelerden oluşmaktadırlar.
İkinci döneme damgasını vuranlar ise, politik örgütlenmelerin sürdüregeldikleri çalışmalardan ziyade, daha çok kültür-sanat kurumlarının ve tek tek bireylerin ürettikleri ürünler oluşturmaktadır.
Bu dönemde gerek süreli ve gerekse süresiz yayınlarda politik mesajdan ziyade sanatsal bir kaygının ön planda tutulduğu göze çarpmaktadır. Hikâye, şiir ve edebi derlemelerin yanı sıra, çeviri ve roman türü eserlerin sayısında da bir artışın olduğu görülmektedir. Bu bile tek başına edebi çalışmalar açısından daha önceki dönemlere göre bir zenginliği ifade ediyor.
Bu döneme örnek olarak, Avrupa’nın belli merkezlerinde kurulan Kürt Enstitüleri, İsveç’te yayınlanan Nûdem, Çıra, Vate (Zazaca), Helwest ve Kulilk (Çocuk dergisi) dergileri, Apec Yayınları ile Avrupa’nın diğer kimi merkezlerinde yapılan ve etkiledikleri alan itibariyle yerel olan çalışmalar gösterilebilir.
Yine birey olarak başta Mehmet Emin Bozarslan olmak üzere Mehmet Uzun, Fırat Cewerî, Lokman Polat, Malmîsanij, Mahmud Lewendi, Munzur Çem, Hesene Metê, Serdar Roşan ve Rohat Alakom gibi yazarların eserleri, bu dönemi ifade eden temel göstergelerdir.
Ayrıca bu dönemi zengin kılan bir özellik de teknolojinin bu alanda da yoğun bir şekilde kullanılmasıdır. Avrupa’da bugün küçümsenmeyecek düzeyde, “sanal alem” olarak adlandırılan internet ortamında bir Kürt basın yayın alanı oluşmuştur. Bu alanın Kürt dili ve edebiyatının gelişimi üzerindeki olumlu etkisi günden güne artmaktadır.
Birkaç yıl öncesine kadar Kürt diliyle yazan sınırlı sayıdaki insanın yazdıklarını yayınlama sorunu vardı. Çünkü mevcut olan Kürt basın-yayın organları bunların ihtiyaçlarına bile cevap veremiyordu. Yazdığı yazıyı başkasıyla paylaşma olanağına sahip olamayanlar, belli bir aşamadan sonra yazma eyleminden vazgeçiyorlardı. Oysa bugün sayıları yüzlerle ifade edilen Kürt siteleri sayesinde, herkes yazdığı yazıyı başkalarıyla paylaşma olanağına sahip. Bunun sonucu olarak son birkaç yıllık süre içerisinde Kürtçeye hâkim, dili iyi kullanabilen çok sayıda genç yazar ortaya çıktı. Bu alan kimileri tarafından hala es geçilse de özellikle biz Kürtler açısından bir okul işlevi görmektedir. Bu alemde(!) Kürtçe yazanlar arasında yarının gazetecilerinin yanı sıra, aynı zamanda Kürtçeye hâkim ve onu çok iyi kullanabilen iyi edebiyatçıların da çıkacağı kuşkusuzdur.
Bu döneme ayrıca Kürtçe yayın yapan radyo ve televizyonların etkilerini de eklemek gerekir.
Diasporadaki Kürt dili ve edebiyat çalışmalarında dikkat çeken diğer bir husus ta, bu yöndeki çalışmaların çoğunlukla İsveç merkezli olmasıdır. Diğer Avrupa ülkelerine nazaran daha az sayıda kürdün yaşadığı bu ülkenin, Kürtler için adeta bir edebiyat-sanat merkezi olması ayrı bir tartışma konusu.
Ancak İsveç’in, geçmişten günümüze Kürt dilinin tanındığı, burada doğup büyüyen Kürt çocuklarına kendi anadillerinde eğitim yapma olanağının sağlandığı ve en fazla desteklendiği bir ülke olmasının sonucu olduğunu şimdiden söyleyebiliriz.
Pazar ve Dağıtım Sorunu
Kürt edebiyatının gelişimi ve edebiyatçısının beyinsel üretimi için temel şart, özgür bir ortamın var olmasıdır. Ancak günümüz koşullarında dağıtım ve pazarlama sorunu da en az bunun kadar önemlidir. Kürt dilinin yıllarca yasaklı bir dil olarak muamele görmesi nedeniyle, bugüne kadar doğal bir pazarı da oluşmadı. Geçmişten kaynaklanan psikolojik etkenler bu alanda yatırım yapmak isteyenleri bugün bile ciddi anlamda olumsuz yönde etkiliyor. Üretilen eserlerin, zaten sınırlı olan okur kitlesine ulaşabilmeleri için gerekli olan tanıtım ve reklamı da istenilen düzeyde değil. Durum böyle olunca, üretilen bir eser, kendi talebini pazarda yaratabilme şansına sahip olamıyor.
Son dönemde Aksiyon dergisindeki bir röportajında Mehmet Uzun, kendi kitaplarının satışıyla ilgili çarpıcı bir örnek veriyor. Türkiye’de Türkçe yayınlanan romanlarının 50 baskıya ulaştıklarını, Kürtçe olanların ise ancak 2 baskı ile sınırlı kaldıklarını söylemektedir. Mehmet Uzun gibi bir yazar için dahi tablo böylesine eşitsiz koşullara sahip iken, diğer yazarlar için durumun vahameti rahatlıkla tahmin edilebilir.
Dolayısıyla bugün Türkiye’de Kürt edebiyatının gelişmesi için yasal engellerin kalkmış olması, onun gelişimi için yeterli değil. Okur potansiyelinin en fazla olduğu ülke zemininde, Kürtçe kitapların Türkçe kitaplar kadar piyasada serbestçe ve her türlü psikolojik baskıdan uzak dolaşması gerekir.
Çünkü dağıtım ve pazar sorunu, Kürt edebiyatçısının okurla buluşmasını engelliyor. Bu ise, Kürt yazar ve edebiyatçıları bugün bile, kimi seçenekler karşısında tercih yapmaya itiyor.
Nedir bu tercihler?
1- Eserin dağıtım ve satışını da kendisi yaparak.
2- Politik bir örgüte ya da baskı gurubuna yanaşarak.
3- Kürtçe yerine Türkçe yazarak.
Birincisi, yazarı asıl yapması gereken işten uzaklaştırıp, yazar kimliğinden daha çok pazarcı kimliğine dönüştürür.
İkincisi, yazarı yazılarında politik mesaj ile sanatsal bir içerik arasında bir tercih yapmaya iter.
Üçüncüsü ve en tehlikeli olanı ise, Kürt dili ve edebiyatının can çekişmesine bizzat yazarın kendisi Türkçe yazarak neden olabilir.
Ne Yapılmalı
Bence bu konuda toplumun her kesimine sorumluluklar düşmektedir. Kısa dönemde Türk devletinden fazla bir şey beklenmediğine göre, daha çok devletin dışında çareler aranmalı.
Kürt zenginleri –diğer alanlar kadar karlı olmasa da- basın ve yayın alanında yatırım yapmaları için ikna edilmeli. Bu alanda yapılan bağımsız ticari yatırımların, uzun vadede toplumun sivilleştirilmesinde de ciddi yararlar sağlayacağı bilinmelidir.
Yine başta yazar olmak üzere, okur ve de kendilerini ulusal kurumlar olarak tanımlayan kesimlere önemli sorumluluklar düşmektedir.
Kürt edebiyatçısı, her şeyden önce kendi toplumunun özgün koşullarını göz önünde bulundurmalı, kendisini daha özgür dillerde eser veren edebiyatçılarla, gelir ve yaşam tarzı açısından kıyaslamamalı. İçerisinde bulunduğu özgün koşullardan hareketle, anadiliyle eser verme kaygısını hep ön planda tutmalı.
Klasik bir cümle olarak, edebi eserlerin hem içerik hem de sanatsal zenginliğe kavuşması için okur daha fazla talepkar olmalı.
Ulusal kimliklerle ortaya çıkan kurumlar ise, etkiledikleri kitlenin dil ve edebiyat eserlerine ilgi göstermeleri yönünde uyarıcı olmalı, bu eserlerin tanıtım ve dağıtım aşamalarında siyasal ve grupsal çıkar kaygılarından uzak, ulusal bir perspektifle hareket etmelidirler.
Yukarıda kısmen de olsa sıraladığımız eksikliklerin giderilmesi, Kürt dili ve edebiyatının gelişimi için en azından kısa vadede bir çıkış yolu olabileceği gibi, Kürt edebiyatçısına da bir nefes aldırabilir…
Eylül 2005
ikramoguz@navkurd.net