1959 yılında iktidarı ele geçiren Castro, henuz 33 yaşındaydı. Küba Baharı olarak da adlandırılan devrim hareketiyle Castro, ülkede baskı ve zulüm üzerine kurulu bir diktatörlüğe son vererek, daha çok özgürlük ve refah şiarıyla, iktidarı halk adına ele geçirdi. Üstelik ABD’nin burnunun dibinde…
Küba Baharı’nın sıcaklığı, kısa bir süre içerisinde tüm dünyayı ısıttı. Sol hareket için yeni bir heyecan kaynağı oldu, ona güçlü bir ivme kazandırdı. Tüm dünyayı kasıp kavuran Küba Baharı’nın mimarları olan Fidel ve Che’yi örnek alan, yeni bir gençlik hareketi filizlendi.
Dönemin gençlik örgütlenmesi içerisinde yeralanlardan kimileri Fidel’i kod isim olarak kendisiyle bütünleştirirken – Yaşar Kaya da bunlardan biridir-, kimileri ise doğan ilk erkek çocuklarına Fidel ismini bir ödül olarak taktılar. Bunlardan biri de İbrahim Aksoy’dur. Bundan dolayıdır ki, bugün her bir ülkede, 30-40 yaşları arasında olan yüzlerce insanın kimliğinde Fidel isminin yazılı olması, -bazıları bugün pişmanlık duysa da- o dönem Castro’ya olan sevgi ve sempatinin bir sonucuydu.
Altmışlı yılların başından itibaren tüm dünyada olduğu gibi Türkiye ve Kürdistan’da da sol hareket içerisinde yeralan gençler, Che’nin Gerilla Günlüğü kitabını gündüzleri koltuklarında taşıdılar, geceleri ise onu yastık olarak kullandılar. Birer günlük tutabilmek için, günün birinde dağa çıkmanın hayalini kurup, en verimli olabilecek zamanlarının büyük bir dilimini bu hayellerle geçirdiler.
Fidel ve Che’nin resimleriyle odalarını, birer odaya sahip olamayanlar ise, kalplerini süslediler.
Bugün de, nerede bir direniş olursa orada Fidel’in seyrek sakallı resmi olmasa bile, Che’nin bereli fotoğrafı ilk göze çarpan görüntüler olarak karşımıza çıkmaktadır. Son çeyrek yüzyılda yaşanan yenilgiden ders çıkaramayan solun önemli bir kesimi tarafından Castro’nun Kübası hala son direniş kalesi olarak tanımlanmakta…
Nazım Hikmet’in Abidin Dino’ya yazdığı bir şiirinde „mutluluğun resminä çizebilir misin…“ dize yazarken, tanımladığı Küba’da mutsuzluğun olabilme ihtimalini bile düşünmuyordu. Bugünden geriye bakıldığında, Nazım’ın Dîno’ya çizdirmek istediği 60’lı yıllardaki Küba’nın resmini görebilme olanağı yok, çünkü öyle bir resim de yok…
Ancak Fidel Castro’nun hem o gün hem de bugün ku portresini çizmek ve tarihte hakettiği yere oturtmak, zor olsa da mümkün. Castro ve Kübası ile ilgili bugüne kadar birçok çalışma yapıldığı gibi, bundan sonra da yapılacağı muhakkak. Ancak bir kaç noktada özetlemek gerekirse:
1- Özgürlük ve direniş sembolu olarak iktidara gelen Castro, süreç içerisinde daha çok karşıtlarına benzedi, kendisi gibi düşünmeyen vatandaşlarına Küba’yı zindan etti. İktidar hırsı, çocuklarına bile düşmanlık yapacak kadar kimi değerlerini köreltti. İktidarını en yakın arkadaşlarıyla bile paylaşmadı, süre itibariyle bu konuda dünya rekorunu kırdı. Ne bir Osmanlı Padişahı, ne de bir Roma İmparatoru onun kadar tahta kalabildi.
2- ABD karşıtlığı adına, uluslararası ilişkilerinde de voruluş nedenlerine aykırı bir tutum sergiledi. Sivil ve savunmasız bir şekilde katliamlara maruz kalan insanları desteklemesi gerekirken, zalimlerle kolkola girmeyi tercih etti.
3- 80 yaşında ve ölümle pençeleşirken bile iktidar hesabını yapan Castro, yetkilerini geçici bir süre için, kardeşine devretti.
4- Tıpkı yoldaşları olan diğer diktatörler gibi, O da halk adına ele geçirdiği koltuğunu halka rağmen, son yılların modasına uyarak „saltanat sosyalizmi“ gereği, soyadını taşıyan birisine bıraktı.
Hala nostaljik takılan kimi Castro hayranları, Castro’nun iktidar koltuğunu bu koşullarda ve üstelik geçici olarak bırakmış olmasını bile bir erdemlilik örneği olarak değerlendiriyorlar.
Karşıtları ise Castro’suz Küba’nın ayakta kalamayacağını şimdiden ilan edip, kutlama programlarını hazırlamaya başladılar.
Fidel’siz bir Küba, Castro soyadlı birinin yönetiminde bile olsa, ayakta kalabilir mi, zor. Ancak, bu saatten sonra çok da önemli değil…
Bugünden geriye dönüp baktığımda, eğer erdemlilik bir ömür boyu diktatörlük koltuğuna bağlı yaşamaksa; eğer soyalizim, halk adına halkın özgürlüğünü sınırlamaksa ve de diktatörlerin kendi yetkilerini ortaçağ hükümdarları gibi, ancak kendi soylarından birine devri ise, iyi ki sosyalist bir ülkede doğmamış ve iyi ki sosyalizim mücadelesinde yenik düşmüşüz…
02.08.2006
ikramoguz@navkurd.eu