Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, 1975 yılından bugüne kadar, yüzyıllardan beri üç ayrı barbar (Arap, Fars ve Türk) milletinin egemenliği altında inleyen, dili, müziği, tarihi, tüm örf ve adetleri yasaklanan, yok sayılan halkım Kürd halkının Ulusal Kurtuluş Savaş Hareketi’nin içinde, yurt dışında olsam da, karınca kadarınca emek sarf edenlerden biriyim. Dünyanın dört kıtasını dolaştım ve çeşitli halkları, dilleri, kültürleri tanıma olanağım oldu; onların dünyaya, dosta ve düşmana bakış açılarını, düşmanlarına karşı nasıl birlikte hareket ettiklerini tercüman aracılığıyla belirli kişilerden dinledim. Ayrıca yukarıda isimlerini andığım üç ayrı barbar ırkın, her düşmanlarına karşı nasıl birleşip yek vücut olduklarını; özellikle de biz Kürdlere karşı nasıl bir araya geldiklerini yalnız ben değil, gözü ve biraz da aklı olan her Kürd bireyi bu gerçeği görmesine rağmen, nedense birbirlerine karşı olan, sevgiden, saygıdan ve ortak düşmana karşı birlikte hareket etme beceri ve ortak milli duygu ve akıldan yoksun. Hep birbirinin kuyusunu kazan, bir pire için yorganını yakan, çakalı fil, tilkiyi aslan, korkağı Herkül ve Rüstem, Meleği Şeytan, akıllıyı aptal ve bomık sayan ve güzele “Çirkin” diyen kendi halkım olan Kürd halkını anlayamadım ve bu halkın birbirlerine karşı tavır ve davranışına aklım ermedi. Sahiden bu halk neden böyle? Başka bir deyişle biz neden böyleyiz? Yoksa “Tanrı” denen, görünmeyen yaratıcı güç biz Kürdleri ve Çingeneleri ayrı mı yaratmış? Çünkü dünyada tek devlet istemeyen halk Çingeneler. Dünyanın her yeri onlar için ev ve mekân. Ama biz insanlık tarih î sürecinde çeşitli devlet ve imparatorluklar kurmuş, İslâm’ın çıkışından bugüne dek de büyük modern devletten yoksun bir halkız ve yüzyıllardan beri de cennet yurdumuz Mezopotamya coğrafyasında o Özgür ve modern Kürdistan devletini yeniden kurmak için savaşıyor ve bu uğurda milyonlarca şehit vermişiz. Ama gel gör ki birileri, (ki bunlara “Kürd” deniliyor) Kürd halkına devlet kurmayı günah sayıyorlar. Bunların büyük şampiyonları da Avdocular. Bu tayfa ve zatlar, Yeni Özgür Politika da kümelenmiş, Modern Ulus Devlet’e, Barzani ailesine karşı durmadan zehirli makaleler yazarak zavallı halkımızın beynini yıkamaya çalışıyor, Barzanileri en büyük düşman, “Devlet” denen kutsal kurumu da halkımıza en büyük baskı aracı ve “Kaka” olarak gösteriyorlar.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, bunların en büyük kurmay ve şampiyonları, başta Ferda Çetin, Ahmet Kahraman (Bozguncu kahraman) eski TKP’li Veysi Sarısözen, Selim Fırat, Ziya Ulusoy, Meral Çiçek ve bir de Sara Aktaş Hanımefendi ve isimlerini yazmak istemediğim satılmış diğer kalemşorlar var, ama ben bu yazımda Sara Aktaş adlı Hanım’ın 25 Kasım 2021 Perşembe günü: “PKK ve Kendini Yaratan Halk Olmak” başlıklı yazısının başlangıç paragrafını ve diğer paragraflardan özet olarak onun anlayış ve bakış-açısına değinmek istiyorum.
Evet, Sara Aktaş Hanımefendi’nin yazısının ilk paragrafı şöyle: “Dikkatlice okumanız dileğiyle. “PKK için esas mesele devlet sahibi olmak değil, Kürd halkına ve tarihine dayalı bir öz gücü ortaya çıkarma meselesidir. Bu nedenle hareket içerisinde “Ne yapmalı?” “Nasıl Yaşamalı?” “Nasıl Mücadele Etmeli?” soruları da sürekli gündemde tutulmuş, yaşamın esas anlamını tesis eden bu sorular paranteze alınmamış ve bir eleştiri ve öz eleştiri mekanizması geliştirilerek yol almıştır” diyor. Bu Hanım’a göre PKK öncesi ne Kürd tarihi varmış ve ne de bir Kürd devletini kurmak isteyen kişiler ve toplum. Yazının dördüncü paragrafı:
“İşte PKK’de günümüzden 44 yıl önce siyaset sahnesine sömürgecilik karşıtı şiddet ve Ulusal Kurtuluşçu bir hareket olarak giriş yapmıştır” diye yazmış. Peki devlet istemeyen bir hareket, nasıl oluyor da Ulusal Kurtuluşçu bir hareket oluyor? Doğrusu insan bu tür çelişkileri anlamakta zorluk çekiyor. Peki PKK devlet istemiyorsa, neden on binlerce yıllık ata toprağımız üzerinde barbar Türk devletiyle savaşıyor, halkımızın imhasına sebep oluyor?
Altıncı paragraf: “Kürd Halk Önderi Öcalan, (Ama ne Önder ne Önder, ay sevsinler) halkın içinde bulunduğu koyu teslimiyeti Fanon’a benzer biçimde tanımlamaktadır: “Her şey haince, her şey kendi gerçeğine kara kara bakıyor. Her şey umutsuzluk kokuyor.. Kürdistan tarihi, özgürlük tarihi deyip duracaklar, ama o zaman tarih diye bir şey var mıydı ki? Bırakın tarihi, halkın kendisi var mıydı? Düşman olmuş bir halk! Kendinden daha fazla düşmanın olmuş bir halk. Benim çabalarım biraz da, lanetli bir kavmi, bulunduğu uğursuz durumdan çıkarmaya çağırmaktı. Benim zorlu çabam, Musa’nın Sina Dağı’na kavmini çekme girişimidir”. Sara Hanım, Ulu Önder’inin bu abartı söylemini bir Kur’an ayeti gibi Kürd’e sunmaya çalışmakta. Yani Önderi bir Musa Peygamber olmuş, Sina Dağı’na değil, Ağrı, Cudi, Sipan, Nemrut, Munzur’a da değil, Şam’a, Hafız Esad Dağı’na gitmiş ve Beka Vadisi’nde insanlık tarihi süreç içerisinde hiç olmayan bir halkı yaratmış. Vay be. Önder, insanı bir Önder değil, her şeyi yaratan bir Tanrı. Bu Tanrı, Huri, Guti, Karduk, Mitani, Subari, Medya, Mervan Hesnevi, Şadadi, Eyubi, Baban Miri Abdulrahman Paşa, Bedirxan, Şêx Ubeydullah, Koçkiri, Şêx Seid, İhsan Nuri Paşa’nın Ağrı, Zilan’ını, Dersim’ini toptan yok etmiş, yeniden yeni bir Kürd halkını yaratmış. Vay be. Ne yaratıcı Tanrı imiş bu yeni Kürd yaratan Tanrı. Oysa, bu Tanrı 4200 köyü yerle bir, koca bir coğrafyayı tarumar, yüz bine yakın genç insanın şehit olmasına, 17 bin iç infaz, bir o kadar da faili meçhuller, on milyondan fazla Kürd insanını düşmanın asimilasyon çarkının önüne atmasına vesile olmuş, buna rağmen Saralar, Çiçekler Ferdalar, Kahramanlar, Sarısözenler, Ulusoylar, Fıratlar yıkıcı, yakıcı, acımasız birini Kürd’e Tanrı yapma yarışındalar.
Bakın bu Tanrı bir senaryo sonucu Kenya’dan İmralı’ya geldiğinde, kendinden büyük Tanrı’ya ne diyor: Başından beri benim Türkiye’de bir parça toprak koparma isteğim hiç olmadı. Yanımdaki insanların bu tür istek ve amaç taşıdıkları söylenebilir. Ama ben hep içimden bunları alaya aldım. Hatta Türk devleti için tehlike arz eden bu düşünce sahibi insanları devletten çok ben yok ettim, bitirdim. Devleti tehlikeli bir ortama sürüklemedim. Devlet için tehlikeli olabilecek bir soruna, devlet adına el atıp, devletin bu konuda duyarlı olmasına çalıştım. Kaldı ki bizim önderliğimizle bu soruna el atmamış olsaydı, devlet daha büyük bir tehlikenin içine sürüklenecekti. Üstelik benden daha önce buna talip olan insanlar vardı. Ama bunları biz tasfiye ettik. (İmralı Görüşme notlarından) Ya bütün savunma sürecinde bu Haran’da İbrahim, Sina Dağı’nda Musa, Mekke’de Muhammed olan Önder ve yaratıcı Tanrı ne dedi, neyi savundu? Savunma kitabında; Serxwebûn yayınları, sayfa 90’nın son paragrafı ve 91’in başlangıç paragrafında aynen şunu diyor: “Cumhuriyetin şehitlerini, şehitlerimiz bilmek/ Kuruyucusunu minnettarlıkla anmak/ Bayrağını gururla selamlamak esastır”. Peki bu hangi Cumhuriyet? Kuruyucusu kim? Gururla selamlanacak bayrak kimin bayrağı??? Ya diğer bütün dedikleri? Başa dönersem, eğer gerçekten insanüstü bir yaratıcı varlık varsa, Kürd’e akıl versin, ki hem bu adamı ve hem de dost kim, düşman kim tanısın ve birbirinden ayırsın. Âmin.
Sevgili Kürd okuyucu kardeşlerim, yazıya son verirken, bu Tanrı’nın müzik yapan müritleri, onun “Partiya Karkerên Kürdistan” adlı kurumun 44’üncü kuruluş yıldönümü için yazıp besteledikleri Kürdçe bir şiirlerini ve benim de onlara yazdığım üç dörtlükle son vermek istiyorum. Onların besteledikleri şiir:
VEJÎN (Yani Diriliş)
“Li malekî, li gundekî, li ber bêhna çîyayekî
Rojek sar bû
Dilên germ gîhîştin hev, fermana tirse danîn
PKK avakirin, Rojhilat buhar anîn
Ew roj sar bûn
Lê dil germ bûn
Ew mal bû hêvîyek
Ew gund bû zevîyek
Çîya bûn çîya
Roj derket, derî vebû, dilê tije bi rêket
Rêke dûr bû
PKK bû hêvî pêre pêre mezin bû
Ew rê dûr bû, hêvî nêz bû
Ew gund bû cîhanek
Ew dil bû miletek
Çîya bûn çîya”. (4200 gund, hemû çîya jî bûn tarûmar, zevî jî neman)
Sê Çarînên Min
PKK avakirin
Zilm û zor zêde kirin
Di nav xwe da bi hezaran
Xort kuştin tune kirin
Çar hezar gund wêran bûn
Deh mîlyon koçebar bûn
Ketin ber çerxa zalim
Hêrîyan û wenda bûn
Dilên bê hiş gîştin hev
Rojên bi tav kirin şev
Bi rêzanek çewt û şaş
Wêran kirin welat tev.
Ev sê çarîn jî min kirin kilam
Meqam xweş e, lê wate jî bi êş û jan e.