Kürtlerin Türkiye’deki varlığı ancak seçim dönemlerinde hatırlanır.
Devletin asli unsuru, birinci sınıf vatandaşı oldukları söylenir.
Kürtlerin hiç ayırıma tabi tutulmadan, herhangi bir engelle karşılaşmadan, milletvekili, bakan, başbakan ve hatta cumhurbaşkanı bile oldukları söylemiyle, yukarıdaki iddiaların altı doldurulur.
Özellikle de seçimlerin gündeme geldiği dönemlerde kurulu düzen partileri, Kürtlere ne kadar değer verdikleri konusunda birbirleriyle yarışır.
Partilerin kimi önde gelenleri, kökenlerini Kürtlere bağlar ya da Kürtlerle nasıl iç içe yaşadıklarıyla ilgili hikayeler anlatır…
Normal zamanlarda potansiyel terörist olarak görülen Kürtler bile bu ilgi ve alaka karşısında şaşkınlık yaşar.
Son günlerde Kürtlerin yaşadıkları tam da budur.
Hayret ve şaşkınlık…
Oysa tarihi belirlenmiş herhangi bir seçim de yok.
Ancak her an baskın bir seçim olabilirmiş gibi bir hava, her partide de hazırlık yapma yarışı var.
Seçim havasının yol açtığı bir gündem söz konusu olunca, Kürtler de seçimin bir parçası olarak o gündemin bir ucunda ve herhangi bir yönleriyle yerlerini alırlar.
Bu kez de “Kürt Sorunu” var mı, yok mu ikilemiyle gündemdeler.
Tabi tartışmaların sadece öznesi olarak…
Çünkü sorun tek başına Kürt Sorunu olsa da, kimse Kürde dönüp ona sorma gereğini duymuyor.
Ne istediğini de sormuyor.
Bu nedenle sorunla ilgili konuşma hakkını sadece kendilerinde gören Türkler, bildikleri ezberleriyle konuşuyorlar.
Bu içindir ki, Kürt Sorununu daha yeni keşfedip var diyenler, sorunun ne olduğunu dolayısıyla nasıl çözecekleri konusunda kayda değer bir şey söyleyemiyor…
Böyle bir sorun yok diyenler de, sorunu çoktan çözdüklerini, ama bu işi nasıl ve ne şekilde yaptıklarını belirtmiyorlar.
Kendini bu gündeme kaptıran Kürtler de yine iki kutba savrulmuşçasına hareket ediyor…
Türklerin farklı kesimlerine olan yakınlıklarına göre bir tarafın dediklerini alkış tutuyor, diğer tarafın dediklerine de küfürler savuruyorlar.
Birileri kalkıp da, sorunu çoktan çözdüğünü iddia edene neyi, nasıl çözdün, ya da çözeceğini söyleyene de neyi nasıl çözeceğini sorma ihtiyacı duymuyor.
Oysa kırıp, dökmeden, yasalarda tanımlanmış herhangi bir suç (gerçi Kürt olmak başlı başına bir suç) işlemeden, her iki kesime de cevap olacak şekilde, sorunun var olup olmadığını, varsa nasıl ve nereden başlayıp nasıl çözüleceğini bir günlük susmak ya da sadece Kürtçe konuşmakla hissettirmek mümkün…
Mesela Türklerle aynı ortamda bulunan Kürtler, sadece bir gün birbirileriyle olan günübirlik ilişkilerinde Kürtçe bilmeyenler susarak, Kürtçe bilenler de sadece Kürtçe konuşarak hem sorunun varlığı ve şiddetini hem de nereden başlanıp nasıl çözülmesi gerektiğini ortaya koymuş olamazlar mı?
Herhangi bir Kürt için, bir günlüğüne susmak ya da sadece Kürtçe konuşmak çok mu zor?
Parti kurmaktan, kurulmuş olan partilere üye olmaktan çok mu daha tehlikeli?
Tüm Kürtleri temsilen böylesi bir şeyin yapılmasına ve yapılacağı günü belirleyen bir organizasyon olmayabilir.
Ancak yaklaşık 6 milyon Kürt’ten oy alan bir HDP var.
CHP tarafından bile şimdilik muhatap olarak kabul gören HDP böylesi bir şeye önderlik yapabilir.
Kürtlerin devletle, devletin sahibi olan Türklerle olan ilişkilerinde sustukları ya da Kürtçe karşılık verdikleri herhangi bir an ya da saat ve günde hayat durur.
Sadece Kürtlerin değil, Türklerin de hayatı felç olur.
Çünkü Türkiye’de Kürdün yaşamadığı alan, bulunmadığı ortam, yer almadığı sektör, çalışmadığı resmi daire, okul, fabrika ve işyeri yok.
Kürt memurun sustuğu ya da konuşmadığı resmi dairede hizmet…
Öğretmen olduğu okulda ders…
Çalıştığı fabrikada iş…
Ağırlıklı olarak şu veya bu düzeyde yer aldığı hizmet sektöründe hayat durur.
Bir günlüğüne susmak ya da Kürtçe konuşmakla yaratılacak farkındalık, ne onlarca kitap yazmakla, nede çokça kutlanılan önemli günlerde sloganlar atmakla sağlanabilir.
Böylesine masum ve en temel insani duyarlılıkla yapılan davranışla, sorunun varlığı ve nasıl çözüleceğinin yanı sıra, asıl muhatabı da gösterilmiş olur…
Sadece bir günlük susmak ya da sadece Kürt olup Kürtçe konuşmakla…
Ne dersiniz?