Başlıktan hareketle yazının Kürtçe olduğunu düşünüp okumadan geçmeyin.
Her zaman olduğu gibi, yine hemen hemen tüm Kürtlerin okuyup anladığı dil olan Türkçe ile yazdım.
Başlığın Kürtçe olmuş olmasına gelince, yazmak istediğim konuyu tek bir cümle ile ifade edebilecek Türkçe bir deyim bulamayınca, Kürtçe’ye müracaat ettim ve tam da aradığım başlıktaki deyimi buldum.
Bilindiği gibi, Türkiye’de son ayların en önemli gündem başlıklarından birini, „Damat“ odaklı haberler oluşturuyor.
Hemen herkes „Damat“ın peşine düşmüş, köşe bucak her yerde onu arıyor.
Daha affını isteyene kadar önünde el pençe duranlar bile, arama ordusuna katılmış, katılamayanlar da onu sözle dövüp rahatlamaya çalışıyorlar.
Ancak hiç kimse, ne damadın işlediği günaha ne de varsa, bu günahı kime ve neye dayanarak işlemiş olduğuna bak(a)mıyor!
Hani başlıktaki Kürtçe deyip kadar olmasa da, Türkçe’deki bu deyim gibi, „vurun abalıya!“ misali herkes damada verip, veriştiriyor.
Kayınbaba Erdoğan’ın karşıtı olan hemen herkes, Türk’ü, Kürd’ü, sağcısı, solcusu, dincisi, dinsizi bir olmuş, Damat’a saydırıyorlar.
Damat nerede?
Damat kaçtı!
Damat boğduruldu!
Damat kuyuya atıldı!
Herkes damada fikse olunca, Kayınbaba da, “Damat kadar başınıza taş düşsün” deyip işin keyfini çıkarıyor.
Peki Damat ne yapmış?
Kayınbabasının sayesinde kendisini bir an da, hayal bile edemediği bakanlık koltuğunda otururken bulmuş…
Kayınbabasının adına ülkenin hazinesinin anahtarını taşıma şerefine nail olmuş…
Kayınbabasının talimatı doğrultusunda hazinedeki değerli, değersiz tüm varlıkları vatandaşlara dağıtmış.
Tabi bu paylaşımı yaparken, ahde vefa kuralına da uyarak, yükte hafif pahada ağır olan varlıkları kayınbiraderi Bilal’in zulasına, pahada hafif yükte ağır, patates ve soğan gibi olanları da ülkenin sahibi olan halk(lar)ın önüne atmış.
Gün gelmiş, her neden ise kayınbabasından affını isteyerek kayıplara karışmış. Bu arada meşrebine göre, işlediği günahlardan dolayı neden af istemek zorunda kaldığına dair, konu komşuya bir mesaj vermekten de geri kalmamış, üstelik, kendisini dövmeye kalkışanlardan daha cesaretli davranarak…
Kayıplara karıştığı gece, kapısına astığı notta şöyle bir not bırakmış:
“Bu 5 yıllık süre zarfında benimle bu zor ama kutsal yükü yüklenen tüm yakın mesai arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Çokça hakkım geçmiştir, haklarını helal etsinler. At izinin it izine karıştığı, Hak ve batılı ayırt etmenin zorlaştığı böyle çetin bir zamanda, bizlerin samimiyetine inanarak dua eden her bir vatandaşımızdan Rabbim razı olsun. Gaybı, kalpleri ve hakiki niyetleri bilen mutlak güç sahibi Cenab-ı Allah bizleri Sırat-ı Müstakim’den ayırmasın. Sonumuzu hayreylesin…”
Görüldüğü gibi, kendisini dövmeye kalkışan herkesin anlayabileceği sadelikte ve de kolay kolay herkesin yapamayacağı bir dürüstlükle, nasıl bir ortamda ve hangi şartlar altında işlenmiş olan günahlara ortak olduğunu, özetle anlatıyor.
Varsa bir günahı, bunu, at izinin it izine karıştığı, yani helal ile haramın, doğru ile yanlışın, hak ile haksızlığın yer değiştirdiği bir dönemde işlediğini itiraf ediyor. Böylesi bir dönem ve ortamda kendilerine hala inanıp dua eden vatandaşlardan helallik istiyor.
Bu arada öbür dünyadaki yerini de garanti altına almayı da ihmal etmiyor. Yaptığı her şeyi bildiğinden hareketle de, Allah’tan da af dileyip şimdiden günah çıkarıyor…
Buna rağmen, Sarayda oturan Kayınbaba’ya güçleri yetmeyen halk(lar)ımız, karanlıkta damada isabet eder diye, havaya tekme sallarken, kıçlarına yedikleri tekmelerle çil yavrusu gibi sağa sola savruluyorlar.
Sonuçta, kayınbaba damadı görünmez kılmakla dolarları, halk(lar)ımıza karanlığa tek attırmakla da kendini garantiye aldı.
Karanlığa tekme salayanların payına da torba torba patates ıle soğan düştü…
20.04.2021