„Diyanet İşleri Başkanlığı“, 3 Mart 1924 tarihinde Atatürk’ün oluşturduğu ilk devlet kurumlarından biridir.
Görevi, „İslam inancına göre, ibadet ve ahlak esasları ile ilgili işleri yürütmek“.
Böylece de bütün din adamları devlet tarafından maaşa bağlandı. Bir süre sonra, 1937 yılından itibaren, İmam Hatip okulları açılmaya başlandı. 1961 İnönü – Gürsel Cuntası’nın hazırladığı anayasaya göre de bütün din adamları devlet memuru sayıldı.
Ancak bu kurum „Türk İslam Sentezi“ne hizmet için oluşturuldu. Bu redenle sadece İslam – Hanefi mezhebine hizmet veriyor. Tek mezhebe dayalı din hizmetleri, ayrıştırma ve ötekileştirme görevini de yaptı. Hanefi Mezhebi’nin dışındaki bütün inanç kesimlerini yok sayıyor. Nasıl ki, Emniyet Genel Müdürlüğü asayiş ile ilgili, siyasetin talimatı ile görevini yapıyorsa, kadrolu 117 bin personeli ile Din İşleri Genel Müdürlüğü de siyasetin talimatı ile din işleri ile ilgili görevlerini yerine getiriyor.
Mesela; 90’lı yıllarda, TSK Kürd köylerini yıkarken, diyanetin envanterine kayıtlı 3000 kadar da camiyi yıktı. Bu güne kadar, diyanetin sesi çıkmadı.
Türkiye’de 15-16 milyon da Alevi yaşıyor. Atatürk diyaneti oluşturdukdan bir yıl sonra, 1925’de çıkardığı Tekke ve Zaviyer Yasası ile Aleviliği, dedeliği ve bunların ibadet yerleri olan cemhaneleri yasaklandı ve yasak hala devam ediyor.
Diyanet sürekli, „Aleviler de kardeşimizdir“ der durumu geçiştirir. Hatta Alevi çoçuklarına da devletin din dayatmasından da diyanet memnundur.
Türkiye’de 20 milyondan fazla Şafii Mezhebine mensup müslüman var. Din İşleri Genel Müdürlüğü kadrolarında, bir tek Şafii-Müslüman görevli yoktur. Bir tek Şafii Camisi yoktur. Şafii köylerinde, devletin Hanefi memuru, Hanefi Mezhebine göre namaz kıldırır, köylüler de bir parmağını kaldırarak, devletin hanefi memuruna uymak mecburiyetindedirler. Bunu da diyanet görmemezlikten gelir. Çünkü siyasetin emrini yerine getiriyor ve görevini yapıyor.
Din İşleri Genel Müdürlüğü, bütçeden MS ve ME’den sonra üçüncü büyük payını alır. Bütçe yasası İslami kurallara göre değil, anayasa kurallarına göre hazırlanmıştır. Bu bütçe, içerisinde her türlü kazanç var. Banka faiz kazançları, alkol satış kazançları, narkotik satış kazançları, gayri müslim ve ateistlerin kazançları ve hatta kadın ticaretinde elde edilen kazançlar, bu verginin içerisinde mevcut. Devletin din işleri memurları, bu haram paradan, maaşlarını alırlar.
Halbuki İslam dinine göre, din adamlarının giderlerini, cemaatı karşılar.
Diyanet çalışanları, bu haram paradan maaşını almaya devam edecekler mi?
Türkiye; yasak olmasına rağmen Tarikatlar, Cemaatler ve Şeyh tekkeleriyle donatılmış. Muska yazanların tekkeleri dolup taşıyor. Bu tekkelerin de Din İşleri Genel Müdürlüğü ile yakın ilişki içerisinde olduğu da bilinen bir gerçek. İslam’da bireyler böyle kutsanamaz. „Allah ile kul arasına kimse giremez“. Büyük İslam alimi Ali Şeriati bunları, „fikirden, metadan, et ve kemikten putlar“ olarak tanımlıyor.
Başında bu putların bulunduğu, Tarikatlar ve Cemaatlar İslam’a aykırıdır.
Bu Putlar diyanetin paraleli olarak, İslama aykırı bu durumlarını sürdürecekler mi?
Kenan Evren Anayasası’na göre, her çocuk on yaşından itibaren din dersi görmek mecburiyetindedir ve bu da sadece Hanefi Mezhebine göre. Avrupa Çocuk Hakları Sözleşmesine rağmen, devlet anayasa gereği olarak, küçük çocuklara tek din ve tek mezhebi dayatıyor. Ayrıca tekke ve kuran kurslarında, çocukların içler acısı durumunu izliyoruz. Bakalım yeni Genel Müdür, bu içler acısı durumla nasıl ilgilenecek?
İslam’ın kutsal kitabı Kuran-ı Kerim kimin şehit sayılacağını, çok net bir biçimde tarif ediyor. Bakanlar kurulunun birilerini şehit ilan etme ve o şehidin heykelini dikme yetkisi yoktur. Hac farizasının gereklerini Kuran-ı Kerim çok açık bir biçimde açıklıyor. Bakanlar Kurulunun şehit ilan ettiği şehit yakınlarından, diyanet 4391 kişiyi Hac’a götürdü.
Diyanetin, başkalarının parası ile birilerini Hac’a götürme yetkisi var mı?
Bu hac ziyareti Kurana göre, hac sayılır mı?
Şimdiye kadar başka şehitler için böyle bir şey neden düşünülmedi?
Anayasa’ya göre oluşturulan bütçe, İslama göre haramdır.
Din adamları anayasaya göre toplanan bu haram paradan, maaşını almaya devam edecekler mi?
Gönüllü olma şartı ile, diyanet için bir cami vergisi düşünüyor muzunuz?
Böylece Müslümanların helal kazancından, maaşınızı almayı düşünüyor musunuz?
1961’de başlayan ve Şule hanım modası olarak da bilinen, „Türban“ İslami bir örtünme midir?
Müslüman bir kadın, uluslararası güzellik yarışmalarına katılabilir mi?
Müslüman bir kadın, uluslararası yüzme yarışmalarına katılabilir mi?
Müslüman bir kadın türbanını bağlayarak, bakan olarak, uluslararası toplantılara katılabilir mi?
Müslüman Şafii vatandaşlar, diyanetten dışlanmaya devam edecek mi?
Atatürk’ün koyduğu, cemhaneler üzerindeki yasak devam edecek mi?
Çocuklara dayatılan, Anayasal Din Dersi mecburiyeti, İslama uygun mudur?
Geçtiğimiz günlerde, Türkiyenin 18’ inci Din İşleri Genel Müdürü Prof. Ali Yalçın görevine başladı. Din T.C. kurulduğu günden beri, ülkenin temel sorunlarındandır ve sorun olmaya devam ediyor. En önemli sorun da din görevlilerinin, anayasa ve siyasetten aldıkları talimata göre görev yapmaları. Böylece de İslam’ın içi boşaltılıyor. Bu güne kadar görev yapan hiç bir görevli bir kısmını yukarıda saydığım bu sorunları görmedi, sadece görevini yaptı. Umarım Prof. Ali Erbaş bunları görür.
Din İşleri Genel Müdürü Prof. Ali Erbaş’a son bir soru, „Tek Devlet“ Tek Millet“ „Tek Bayrak“ sloganları İslama uygun mudur?
Eleştirilmez, değiştirilmez inmiş Kuran’a göre mi, yoksa anayasaya göre mi görev yapacaksınız?
Eylül 2017
İbrahim Aksoy