Türkiye, üyesi olmak için 40 yıldan beri kapısında beklediği Avrupa Birliği’ne ne kadar uzak, ya da bu 40 yıl içerisinde ne kadar yakınlaştı.
Salt kimi yasalarda değişiklik yapmakla bu yakınlaşmayı sağlamak mümkün mü?
Ya da şekilsel düzeyde yapılan düzenlemeler yeterli mi?
Yeterli olmadığını görmek için, Türkiye’de yaşanan ve bu yaşananlarla bağlantılı olarak hemen hergün gazatelerin manşetlerini süsleyen asker ve asker kökenlilerin açıklamaları yeter ölçüde fikir vermektedir.
Ayrıca Avrupa Birliğini anlamlı kılan ortak payda, birliği oluşturan ülkelerin ortak yasalara sahip olmalarından ziyade, demokrasinin evrensel kurallarını ortak değer olarak kabul etmeleri ve bunu kendi bünyelerinde içselleştirmeleridir.
Son günlerde Ispanya’da yaşanan bir olay, bu değerin ne kadar anlam ifade ettiğini ve bu yönüyle, Türkiye’nin ise bu değerler sisteminden ne kadar uzak olduğunu göstermektedir.
İspanya Kara Kuvvetleri Kurmay 2. Başkanı Korgeneral Jose Mena Aguado, geçtiğimiz cumartesi günü savunma Bakani Jose Bono’nun talimatıyla görevinden alındı.
Görevden alınma gerekçesi ise, Türkiye’de yaşayan herkes açısından „ilginç“, hatta „komik“ karşılanabilecek düzeyde sıradan bir gerekçe. Daha doğrusu İspanyol generalin görevden alınma nedeni, Türkiye’de ordunun her kademesinde görev yapan askerlerin günübirlik yaptıkları açıklamalarına benzer bir açıklamayı yapış olması.
Açıklamanın nedeni, Katalanların Barselona Meclisi’nde aldıkları uluslaşma kararı. Yani kendilerini Basklardan farklı bir ulus olarak tanımlamaları.
General Aguado, cuma günü Sevilla’da yaptığı bir konuşmada Katalanların aldıkları bu kararı „ölçüsüz bir talep“ olarak değerlendirmiş ve ardından şu açıklamada bulunmuş; „Katalanların aldığı bu karar karşısında, İspanya Anayasa’nın 8. maddesi gereğince ülkenin bütünlüğünü korumak için Ordunun bögeye mudahale hakkı doğabilir.“
Generalin bu açıklamasının üzerinden daha 24 saat geçmeden İspanya Savunma Bakanı tarafindan görevinden alındı ve böylece 40 yıllik askerlik yaşamı sona erdi.
Bir generalin bu sözlerinden dolayı görevden alınmış olması bize tuhaf geliyor değil mi?
Bırakın buna benzer sözlerin suç sayılması, Türkiye’de ortalama on yılda bir generallerin yaptıkları darbelere karşı bile kimse kılını kıpırdatmadı. Kimse onlara yaptıklarının hesabını bile sormadı.
Bu nedenledir ki, Türkiye’de bugün hala „ülke bütünlügü“ adına ne kadar katil varsa el üstünde tutuluyor. Ülkeyi çiftlikleri gibi kullanan hortumcu ve çete reisleri devletin en üst makamları tarafından kabul görüyor, onlar bu ülkenin „iyi çocukları“ olarak değerlendirilip korunuyor.
Ama halkın büyük çoğunluğunun oylarıyla ve özgür iradelerinin sonucu olarak iktidara gelen başbakanın karısı bile, salt başındaki bir bez parçası nedeniyle Çankaya’nın kapısından adımını atamıyor. Hatta eşini bile makamında ziyaret etme özgürlüğünden yoksun.
Peki sorun, Türkiye’deki sivil otoritenin ve buna paralel olarak demokratik geleneğin yetersizliğinden mi, yoksa İspanya’daki askerlerin güçsüzlüğünden mi kaynaklanıyor?
Eğer Türkiye’de bir parlamento başkanının, parlamentonun bahçesindeki karakol komutanına bile gücü yetmiyorsa ve o karakolu parlamento dışına çıkarabilecek güçten yoksunsa, elbette sivil otoritenin varlığından da bahsedilemez ve ordu mensuplarının dediklerine de kimse bir şey diyemez.
İşte Türkiye ile İspanya’nın arasındaki fark budur: Demokrasiden ve sivil otoriteden yoksunluk…
Bu, aynı zamanda Türkiye ile Avrupa Birliğini oluşturan ülkeler arasındaki uzaklığı da ifade etmektedir. Avrupa Birliğini oluşturan değerler sisteminden ne kadar yabancı olduğunun da bir göstergesidir.
Avrupalılar, Türkleri bu değerler sisteminin dışında bırakma istemlerinde haklı değiller mi?
Oysa İspanya, her Türkün övünç kaynağı olarak gördüğü „cumhurriyeti“ bile kuramamış ve Avrupa’nın çoğu ülkeleri gibi hala krallıkla yönetilen bir ülke…
Demek ki marifet rejimin adında değil, işleyişinde…