Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim size bu yazımda dört ayaklı kurtlardan bahsetmeyeceğim, iki ayaklı kurtlardan ve anılarımdan bir yaprağı açmak istiyorum. Üstünde yaşadığımız dünyamızın kara toprak üstünde ve koca mavi gök kubbe altında yaşayan sayısızca iki ayaklı kurtlar var ki, bu kurtların içinde en yırtıcısı, en vahşisi ve en gurêxî hiç kuşkusuz dêlegur Asena’nın enikleri sayılan kendilerine “Türk” diyen kurtlardır. Bu kurtların beyinlerine vahşet ve tüm canlılara düşmanlık şırıngası şırınga edilmiştir ki bu vahşet şırıngasını bunların beyninden çıkarıp, gerçek insani şırıngayla, koca Munzur, Fırat ve Dicle suyuyla temizlemek mümkün değildir. İkinci, iki ayaklı kurt Arap ve onun öğretisi zehirli dindir. Üçüncüsü Fars namerdidir. Bu üç iki ayaklı kurt yaşadığımız bu dünyamızın baş belaları olmuş, o koca Ortadoğu toprağını kan gölüne çevirmişler. Birinci iki ayaklı kurt, yirminci yüzyılın başında bir buçuk milyon Ermeni’yi, ondan fazlada biz Kürdleri vahşice öldürdü, bugünde,
evcilleşmeleri mümkün olmayan o vahşiliğine devam etmektedir. Bir Kafkas asıllı kişiye şırınga edilen Asena kanı, kendini onun eniği sayarak halkımızı, vahşice, barbarca öldürüyor, insan medeniyetinin beşiği koca coğrafyamızı tahrip ederek bir viraneye dönüştürmüş. Arap kurt ise, hem ülkemizin iki parçasını egemenliği altına almış ve hem de zehirli diniyle halkımızın beynini sersemleştirip, gözlerini kör etmiş, aydınlığa çıkan yolu zehirli kara zift ve çelikten bir duvar ile kapatmıştır. Sersemleşen yüzbinler, milyonlar, tilkiye koşan tavuklara dönüşmüş. Fars kurt ise, hem koca ülkemizin bir parçasını zapt etmiş ve hem de her gün sayısızca insanımızı öldürmekte ve darağacında asmaktadır. Faşist Molla rejimi, futbol maçını seyretmeye gitmek isteyen, ana sıfatını taşıyan “Mavi kız” unvanıyla tanınan, 22 yaşında Seher Hüdayarı adlı Bilgisayar Mühendisi, genç kızı bu isteği için cezalandırmak isterken, genç kız kendini yakarak, yaşamına son veriyor. Bu kurtlardan Kürdler medet ummamalı. Çünkü bunlar domuz postu. Eski atalarımız, özellikle Türkler için “Çermê Beraz Nabe Post, Tirk Ji Me ra Nabin dost” demişler, ki ben de aynı fikirde olmakla beraber, Türk, Arap ve Fars egemen güçleri içinde aynı şeyi diyor ve aynı şeyi düşünüyorum. Bunlar iki ayaklı, dört ayaklı evcilleşmez kurtlardan daha da kudurgandırlar. Bunlar insan gibi insan olamazlar. Kürd insanı artık bunu bilmeli, aslına dönüp, Batı da dost aramalı ve dost kim, düşman kim bunun bilincine varmalı. Bu konuyu burada noktalarken, anılarımdan bir yaprağa ve birde sevgili Kürd kardeşim, her gün 30 milyon ırkdaşı ile egemenliği altında yaşadığı zalim barbar
Türk’ün Türkiye’sinde devrim rüyasını gören Avukat Mahmut Alınak’ın yeni çağrısına yer vermek istiyorum.
Anılardan Bir Yaprak.
Sevgili kardeşlerim, yıl 1946’nın Sonbaharı, 11 yaşında küçük bir Kürd çocuğu Rıza’yım. Bir dünyam var, yaşadığım köyüm, bir ülkem var ismi Kürdistan. İlk defa beyaz kolalı gömlek giyen, kravat takan, güzel takım elbiseli iki kişiyi görüyorum. Biri, 70.000 Dersim şehidinin sonrası, Moxindi adlı bir köyümüzü nahiye yapan zalim Türkün nahiye müdürünü ve diğer biri de o yıllarda Malatya Akçadağ Köy Enstitü
Öğretmen okulunda, beyinlerine Asena kanı şırınga edilen Kürd asıllı öğretmeni görüyorum. Bu iki ayaklı Asena torunlarının beyaz kolalı gömlekleri, kravatları ve güzel takım elbiselerinin cazibesi beni onlara doğru itiyordu. Anne, baba ve büyük ağabeyimden gizli gidip Şilk adlı köyde katliam sonrası yapılan okula kaydımı yaptım, ama gidemedim. İki hafta sonra iki jandarma, merhum köy muhtarımız Haydar Akagündüz -Paris’te PKK’lılar tarafında namertçe öldürdükleri Hüseyin Ali Akagündüz’ün dedesi- kapımızı çaldıklarında dışarı çıkan babama -bir tek kelime Türkçe bilmeyen adam- Ali oğlun Rıza’yı okula kaydetmişsiniz, ama göndermemişsiniz neden? deyince babam şaşırdı. Çünkü zavallı adamın benim gizli gidip kayıt yaptığımdan hiç haberi yoktu. Ben sadece anneme söylemiştim ki O’da korkudan babama söylemiyordu. İşte o gün jandarmanın aldığı talimat gereği, babam ya beni okula gönderecekti ya da ceza olarak o zamanın parası 150 lira para cezasını verecekti. 150 kuruşu olmayan babam, -evin sermayedarı, anadan ayrı ağabeyi idi- benim okula gitmeme izin verdi ama tonca onun ve ağabeyimin dayağını yediğimden sonra ve kitapsız, kalemsiz, el dokuma bezinden annemin diktiği bir çanta, içinde arpa, buğday unu karışık undan yapılan iki ekmek. Ahhh o günler…
Evet sevgili Kürd kardeşlerim, ilk defa okulda öğretmenin sabah sınıfa girdiğinde “Günaydın” dediğinde, 6 köyün çocuk ve delikanlılarının yerinden yay ile havaya fırlatılan ok gibi kalkıp “Sağol” demelerini hiç unutmam. Sahiden Günaydın, sağol ne idi ve neyi ifade ediyordu hiç bilmiyordum. Ama beyaz gömlek, kravat ve takım elbisenin cazibesi beni o dili öğrenmeye itiyor ve yetiyordu. Zalim iki ayaklı kurt, bize
her gün: ”Kürd diye bir millet, Kürd dili diye bir dil, bizim halis-muhlis dağ Türkü ve Oğuz torunları olduğumuzu, yedi bin sülalesi Kürd olan Kürd öğretmen bize söylüyor, biz de inanıyorduk. Zalim Türk devleti Kürd’ü Kürd eliyle Türkleştiriyor, on binlerce yıllık dilimizi yok sayıyor, böyle bir dilin dünyada olmadığını, bütün dünya dillerinin anası Türk dili, bütün dünya ırklarının da babası Türk ırkı olduğunu, Türkün kahramanlığını, asla yenilmez gücünü, söylüyor ve örnek olarak da canavar, Mete, Teoman, Atilla, Cengizhan’ı, Timurlenk, Hülagu, Fatih Sultan Mehmet’i, Yıldırım Beyazıt’ı, Yavuz Sultan Selim’i, Kanuni Sultan Süleyman’ı ve en çok da Mustafa Kemal Atatürk bê bav’ı gösteriyor, bizde inanıyorduk. -Zaten biz Kürdler kahramanlığa çok yatkın bir halkız- Çünkü bunları söyleyen çoğu Seid, Ağa ve namlı, şanlı kişilerin çocuklarıydı, ki karşı çıkana “Yahu sen okumamışsın. Bak adam okumuş, kitap öyle söylüyor, niye inanmıyorsun? deyip kızıyorlardı. Hiç unutmam. Dördüncü sınıfta 11 ders kitabımız vardı, ki bunların içinde en çok sevdiğim ders kitabı da tarih idi. Tarih dersleri, bana Kürd çirokları gibi geliyor ve çok seviyordum. Bu derste her zaman okul birincisi idim. Diğer derslerde de öyle idim, ama matematikte benden fazla not alan merhum arkadaşım İmam Aydın adında biri idi, ki O’da öğretmen Mustafa Şahin evlerinde kaldığı için, ona yardım ediyordu. Tarih kitabının yazarının ismini hatırlamıyorum. Çünkü yazarın ismine bakma alışkanlığımız yoktu, ama bütün konularını tek tek hâlâ hatırlıyorum. Birinci ders, Sümerler, Asurlular, Etiler (Hititler yoktu) Hunlar, Gök Türkler, Gazneli Mahmut Devleti, Emeviler, Abbasiler ve kısadan Osmanlı ve yeni Türkiye Cumhuriyeti.
Yine hiç unutmam, beşinci sınıf son sınıftayım. Mevsim kış, bir gün babama Kürdçe (biz babamıza “Apo” diyorduk) “Apo biz Kürd değil Türküz” dediğimde, “Bir daha duymak istemem” deyip beni azarladı. Aradan bir kaç hafta geçince tekrar ayni şeyi söylediğim de var gücüyle suratıma bir şamar vurunca gözlerimde şimşekler çaktı sandım ve ağlamaya başladığımda, “Ulan it, biz Türk olsaydık, Munzur, Harçık
suyu, kan akmaz, on binler barbarca şehit edilmez, bizim onlarca yakınımız, iki Bılo Ağa’nın çocuğu Ağabey ve Mehmet Ali’yi çırılçıplak edip boyunlarına boyunduruk takıp düveni de boyunduruğun halkasına geçirip ucu sivri çivili mesas ile o iki insanımızı barbarca şehit etmezlerdi” dediğinde annem, beni kucaklayarak ona: “Ali neden çocuğumu dövüyorsun, çocuk okuyor, sen okumamışsın, kitap öyle söylüyorsa, o doğrudur, oğlum da o kitabı okuyor” deyip babama kızmıştı, ama o annemin, o kitabı kimin yazdığından hiç haberi yoktu. Tabii ki benimde. Kısacası zalim devletin, gizli politikası, Kürd’ü, Kürd’ün eliyle asimile ediyor, Kürd’ü Kürd’e düşman ediyordu ki, bu konuda bir hayli da mesafe aldı, milyonlarca Kürd, oldu Asena eniği, MHP gibi kurum ve kuruluşlarda yerini aldı, Kürtlüğüne “Kaka” diyerek, barbar Türkün safına geçti, aslından, dilinden utanmaya başladı. Bugün bu gerçek, kendine “Küdüm” diyenlerin gözleri önünde. İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Antalya ve diğer Batı metropollerde yaşayan Kürd anne ve baba dilini konuşmaktan, kendine “Kürdüm” demekten utanıyor. Bizim Besêler hep Yeter, Kekolar Kemal, Bavolar Bahattin, Yadolar Aydın olmuşlar. Bunu gözleriyle gören, inanırım acı çeken Mahmut Alınak Kürd kardeşimiz “Esir Dillere Özgürlük” adlı makalesine de bakın ne diyor: “Okullar tekrar açılırken ana dilleri Kürdçe, Çerkezce, Lazca, Süryanice, Yahudice, Arapça olan milyonlarca çocuk bu yıl da yine bilmedikleri bir dil olan Türkçe ile eğitim almaya zorlanacak ve dedeleriyle, babaları gibi asimilasyon çarmıhında ruhen sakatlanacaklar. Asimilasyon bir dil ve ruh cinayetidir” diyor ki bu cinayeti faşist, zalim Türk devleti yüzyıldır ki bu barbarlığını sürdürmektedir.
Devam edelim Mahmut Kardeşimizin feryadına: “En ilkel ve en vahşi toplumlarda bile dil yasağı yoktu”. Mamo Can, bugün bile Afrika ilkel kabile toplumlarında bu yok, ama Türkiye’de var, ez gorî. Devam edelim. “Hayvanlar dünyasında dahi abes kaçar; ama Türkiye Cumhuriyeti Devleti yüzyıldır bu dil esaretini zorla sürdürüyor. İnsanda biraz
utanma olur. Hiç değilse o miniklerden utanır”. Mamo Can kurtta utanma duygusu var mı? Ama Mahmut herhalde var sayıyor ve: “Kürdlerin bir devleti olsaydı ve başka halklara böyle vahşi bir yasak uygulasaydı, ben şahsen buna isyan eder, Kürd kimliğimi şiddetle ret ederdim. Dünya ve Türk halkı bu evrensel insanlık suçuna nasıl seyirci kalıyor; şaşırmamak elde değil” diyor, doğrusu ben Mahmut kardeşimi anlamakta zorluk çekiyorum. Kurtta utanma duygusunu aramak veya beklemek,
gerçek insani duyguya sahip insanın işi değil. Yine devam edeyim Mahmut’un insani hissine. “Bu eğitim sistemi ırkçı, ezberci ve fetihçi olduğu için sadece mazlum halkların çocuklarını değil, Türk çocuklarını da sakatlıyor. O körpe beyinleri yıkıyor, zehirli fikirler enjekte ediyor. Aslında yapılması gereken şey; çocukların lekesiz beyinlerine virüs aşılayan bu mekânları ret etmektir. Üyesi olduğumuz “Emekçiler Devrim Hareketi” yeterli yaygın örgütlülüğe sahip olsaydı, halka çocukları asimilasyon zindanı bu okullara göndermeyin diye çağrı yapar devrimci kurumlar için çalışma başlatırdı. Talebimiz ve ısrarımız şudur: “Kürdçe ve diğer esir diller her alanda, mecliste, mahkemelerde, belediyelerde, hastahanelerde, devletin her zerresinde Türkçe ile eşit olmalıdır. Esir halklara babanızın bostanından kavun, karpuz ikram etmeyeceksiniz. Gasp ettiğiniz insani haklarını tanıyacak ve iade edeceksiniz. Artık bu yasak altında yaşama utancını taşımak ve çocukların ruhen sakatlanmasına seyirci kalmak istemiyoruz. Bu hakkı ne pahasına olursa olsun alacağız” diyor. Bekle bakayım nasıl alacaksın o zalim iki ayaklı kurtlardan. Biz yüzyıllardan beri bu enikleri görüyoruz. Türk halkı, zehirli yılanın yavrusudur, bunu unutmayalım bira can. Yaşadığım bu son derece özgür, çok kültürlü ve demokratik ülkede 50 yıldır şahit olduğum Asena torun enikleri, burada bile onların yanında iki Kürd Kürdçe konuştuklarında, sinirlenerek “Yine diliniz şişti” deyip tepki gösteriyorlar. Hatta sözüm ona solcuları bile. Belki inanamazsınız, Türk solcuları bu ülkede ve onlarla beraber 1974’te benim evimde kurduğumuz “Avusturalya Türkiyeli Emekçiler Birliği” adlı derneğinde 7 yürütme kurulu üyesinin beşi biz Kürdler, Başkan ise Kıbrıslı, iyi İngilizce bilen, Sosyal Güvenlikte memur, ayrıca hukuk talebesi bir Türk ve diğer bir Türk olunca, diğer Türk üyeler Başkana: “Dikkat et Kürdler eşek soyundalar, aynı yere işerler, senden Başkanlığı alabilirler” dediler ve o gün biz onlardan ayrıldık. Kısacası Türk çocuklar sakatlanmazlar, aksine Kürd’ü öldürmek için aslan kesilir, yarışa girerler. Burada bile Kürd’ü öldürmek için gönüllü gidip asker olanların sayısı bir hayli çok. Yazıya son verirken, Mahmut gibi Kürd kardeşlerimin şunu bilmelerini istiyorum: “Türkiye gibi faşist, İslâmci bir ülkede Sosyalist Devrim rüyasını görmeyin. Bu İslâm dininin anlayışına, onun Kur’an’nına ters. Ayrıca günümüzde sınıf egemenliği kabul görmez. Unutulmasın; her sınıf egemenliği bir Lenin, Stalin Sosyalizmi ve Sovyetler Birliği gibi bir sistem olur. Benim dokuz ayım o sistem içinde geçti, gözlerimle her şeyi gördüm ve şahit oldum, dünyam yıkıldı. Eğer bir insani yönetim istiyorsanız, bu doğrultuda, gerçek demokrat bir sistem için çaba harcayın. İnsanı, insana karşı tepki temelinde değil, gerçek insan yapmaya çalışın ki, insan insanı öldürmesin, savaş nedir bilmesin, biri yiyip, bini bakmasın, her şeyin kardeşçe nasıl eşitçe paylaştırılmasını öğretin. Unutmayalım, insanlar hep aynı kalıptan çıkan bir fabrika ürünü değil, ama yaşamaları için aynı şeye muhtaçlar. İşte önemli olan şey, aynı şeyi insanca paylaşmaktır, savaşsız bir dünyada kardeşçe yaşamaktır. Böyle bir insanlık sisteminin kurulması dileğiyle.
Not:
Sevgili okuyucu kardeşlerim; yazıda iki ayaklı kurtlardan bahsettim, ki bu benim son bir çalışmam olan dedem, baba ve amcalarımın yaşam hikâyeleri ile ilgili. Kitabın ismi Kürdçe şöyle: “Gurên Dev Bi Xwîn, Ên Çar Ling û Ên Du Ling”. Dilerim ölmeden önce kitabı Kürdçe okuyan Kürd kardeşlerime yetiştiririm. 2009 da yazdığım, fakat unutup kitaba kaydedemediğim dört dörtlük bir şiirimle son vereyim.
Yaşam Bir Rüyadır.
Yaşam bir rüyadır
Görürsün tez geçer
Bir bal arısıdır o
Her çiçekten su içer
İnsan bir tomurcuk
Açılır renk verir
Gün gelir renk solar
Kökü kurur can verir
Ben bir tomurcuktum
Çıktım annem karnında
Büyüdüm annem gitti
Kaldım Felek hanında
Yolcuyum ona doğru
Kavuşmamız çok yakın
Rıza gidecek artık
Üzülmeyin siz sakın.
Dostlar üzülmesin, düşman sevinsin.
Saygılar.