Bu tespit Erdoğan’a ait.
Erdoğan her ne kadar Kürt Halkı yerine „terör örgütü“ kavramını kullanmış olsa da, doğru bir tespitte bulunuyor.
Tam da onun dediği gibi ABD, Kürt halkını Türk devletinin olası saldırısından korumak için Kürdistan’ın Batısını güvenli bir bölgeye dönüştürmek istiyor.
Tıpkı yıllar önce Kürdistan’ın Güneyinde oluşturduğu gibi…
Erdoğan’ın bunu tespit etmiş olması yeni olsa da, bu, bilinen bir şeydi.
ABD’nin bu konudaki niyeti ve bölge ile ilgili uzun vadeli planının ne olduğunu, Erdoğan’da dahil olmak üzere aslında herkes tarafından biliniyordu.
Hatta bu niyet, başta Trump olmak üzere, Amerikalı yetkililer tarafında hep dile getiriliyordu.
En son 28-29 Haziran’da yapılan G20 Osaka Zirvesi esnasında Erdoğan ile ikili bir görüşme yapan Trump, görüşme sonrası yaptığı basın açıklamasında Türk devletine karşı Kürtleri koruyacaklarını, açık ve net bir şekilde belirtmiş ve şöyle demişti:
„İşin açıkçası herkesin bildiği gibi Erdoğan’ın Kürtlerle bir problemi var. Sınırda 65 bin kişilik bir ordusu vardı ve IŞİD’e karşı bize yardım eden Kürtleri haritadan silecekti. Onu aradım ve bunu yapmamasını rica ettim. Sanırım Kürtler onun veya Türkiye’nin doğal düşmanı. Ve o bunu yapmadı. Sınırda dizilmişlerdi ve bizimle birlikte IŞİD’i yenenleri haritadan sileceklerdi. Dedim ki ‚bunu yapamazsın, bunu yapamazsın‘ ve o bunu yapmadı. O yüzden bir ilişkimiz var…“
Sadece adını koymamışlardı.
Bir isim babası arıyorlardı ki, o kişinin de bizzat Erdoğan olmasını istiyorlardı.
Erdoğan „Güvenli Bölge“ adını ortaya atınca, hemen harekete geçtiler.
Hızlı bir şekilde gelişen askeri ve diplomasi trafiğiyle Güvenli Bölge’nin sınırlarını belirleyip, bölgenin denetimini sağlayacak karargâhın da Türkiye sınırları içerisinde olmasını kararlaştırdılar.
Erdoğan, Güvenli Bölge fikrini dillendirmekle, Fırat’ın doğusuna dalabileceğinin hesabını yaparken, kazdığı çukura kendisi düşmüş oldu.
Şimdi de o çukurdan çıkmak için debelenmeye çalışıyor, ama nafile…
Büyük devletlerin özelliğidir.
Müttefiklerinden birini diğerine karşı korurlarken, karşılarına aldıkları müttefiki tümden kaybetmemek için, atmak istedikleri adımlardan ilkini ona attırırlar.
Tıpkı 31 Mart Tezkeresi gibi…
AKP iktidarının ilk dönemlerinde Erdoğan henüz başbakan bile değilken, kendisini Büyük Ortadoğu Projesi-BOP’un Eşbaşkanı olarak ilan etmişti. ABD ile birlikte Ortadoğu’ya dalacağının hesabını yapıyor ve Misak-ı Milli sınırlarına hükmedeceğinin hayalini kuruyordu.
ABD’nin Irak’taki en güçlü müttefikleri olan Kürtler ise, Türk askerlerinin ABD askerleriyle birlikte Irak’a girmelerine karşı çıkıyor ve bunun kendileri acısından bir kırmızı çizgi olduğunu Amerikalılara bildiriyorlardı.
31 Mart Tezkeresi’nin çıkarıldığı 2002 yılında, kendisini BOP’un Eşbaşkanı olarak ilan eden Erdoğan’ın partisi hem iktidar hem de meclis çoğunluğunu elinde bulunduruyordu.
31 Mart gecesi ansızın toplanan meclis, çıkardığı tezkere ile ABD askerlerinin Türkiye üzerinden Irak’a müdahalesine kapıları kapatınca, ABD Türkiye’yi küstürmeden farklı cepheden Irak’a girdi, müttefikleri olan Kürtlerin de kırmızı çizgileri korunmuş oldu.
Nasıl ve hangi saikle alındığı hala tartışmalı olan 31 Tezkeresi ile kendi ayağını bağlayan Erdoğan ve partisi, ancak yıllar sonra kendi elleriyle kazdıkları kuyuya düştüklerini fark edip, pişmanlıklarını dile getirdiler, ancak iş işten geçmişti…
Bu kez Güvenli Bölge fikrini ileri sürmekle, Erdoğan düştüğü çukuru çok erken fark etti, ancak erken fark etmiş olması da, onu düştüğü çukurdan kurtarmaya yetmez.
Çünkü ABD’den ısrarla talep ettiği Güvenli Bölge oluşturuldu. Böylelikle Fırat’ın doğusunda da Kürt halkı koruma altına alındı.
Her türlü tehdit ve efelenmesine rağmen Erdoğan bundan sonra sadece isim babası olarak, bölgeyi uzaktan seyretmekle yetinecek…
Bu özelliği nedeniyle Erdoğan’ın Türkiye’deki tekli iktidarının devamını destekliyorum.
Çünkü onun iktidarda kalması, Güvenli Bölge oluşturma sırasının bir an önce Kürdistan’ın Kuzeyine gelmesini de sağlayacak…
10.09.2019