Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, şu anda tam 84 yaşında bir Pir î İhtiyar’ım. Bir ay sonra 85’e adım atacağım. Bu 84 yaşın okul öncesi 7 yılını çıkarırsak, geride kalan 77 yıl içinde doğup büyüdüğüm köyümde, Türkiye’nin genelinde ve gezdiğim dünyanın dört kıtasında ve dünyanın bir bütününde gelişen tüm olayları, gözlerimle görmesem de basında ve siyasal kitaplarda okudum. Özellikle 1789 yılında Fransa Burjuva Devrimi sonrasında kurulan modern ulus devletlerin zaferlerini, yıkılan feodal ve monarşi yönetimlerinin tarihlerini okuduk. O tarih, yani 1789 öncesi, ülkemiz Kürdistan 1639 yılında Kasrı Şirin antlaşmasıyla ikiye bölünmüş, halkımız iki parçada modern bir devlet yönetimi altında değil, Beylik, Mirlik, aşiret Ağalarının yönetimi ve bunların üst ortakları olan Pers ve Osmanlı egemenliği altında yaşadı, daha sonra da 1923 Lozan antlaşmasıyla dörde bölündü, bugün de halkımız üç barbar ırkın, dört zalim devletin egemenliği altında. Kürd’ün ilk modern devlet isteği ve bu doğrultuda başkaldırış tarihi 1806, Baban Miri Abdülrahman Paşa öncülüğünde başlamış, ne yazık ki kan içinde yenilgiyle sonuçlanmış. Nedeni de ulus birliğinin olmayışı ve bölgesel bazında bir başkaldırı olması. Yani yüz düşmana karşı yüz kişiyle değil, yüzbinlere karşı yüz kişinin bir başkaldırı veya isyanı. Peki biz bu başkaldırıya “Zafer” diyebilir miyiz? Bunun bütün dünya dillerinin literatüründe adı “Yenilgidir, mağlubiyettir” buna “Zafer” denilmez. Gelelim 1847 yılında Bedirxan Bey’in başkaldırı olayına. Peki ne olmuş? O yenilgiye “Zafer” diyebilir miyiz? Elbette “Hayır” deriz. Onun ardından 1880 Şeyh Ubeydullah, 1921-22 Koçkiri, 1925, Şeyh Seid, 1927-28-32 Ağrı, Zilan ve 1937-38 Dersim yenilgilerine yine “Zafer” diyebilir miyiz? Tek kelimeyle yine “Hayır” bütün dillerde bu yenilgilerin adı mağlubiyet ve yenilgidir.
Bu yenilgileri kimse zafer olarak görmez coşkuyla kutlamaz. Zaferler insanı sevindiren, gururlandıran olaylar, yenilgiler ise kişiyi ve toplumları ağlatan, üzen olaylardır, matem günleridir. Bu günler için özel salonlar kiralanarak, davul zurna ve tembur çalarak govend tutulmaz, şarkı, türkü söylenmez, palavralarla kahramanlık taslanmaz, çepikler birbirine vurularak şaklanmaz. Ama gel gör ki milyon bomıklar bunu yapıyor. Çok yazık, sed mixab, hezar heyf.
Sevgili kardeşlerim bunu niçin yazdığımı merak ediyorsunuz değil mi?
Söyleyeyim. 213 yıl önce başlayan, günümüze kadar tüm Kürd Ulusal Direnişlerin adı “Yenilgidir” diyorum. Yani bu yenilgi günlerini anarken, hep ağlıyor, govende girip oynamıyoruz. Çünkü bu günler bizim için matem ve on binlerin şehit olduğu günlerdir. PKK ve onun lideri Abdullah Öcalan (Öcünü Kürdlerden alan) 42 yıl önce ortaya çıktı ve aynı yılda sözümona “Birleşik, Büyük Sosyalist Kürdistan” diyerek parti kurdu, 7 yıl sonra da, yani 14 Ağustos 1984 yılında zalim Türk devletiyle savaşa girdi, o günden bugüne kadar 60 binden fazla Kürd genci bu kirli savaşta şehit oldu, 17 bin iç infaz, bir o kadarı da faili meçhul, zalim devletin askere aldığı Kürd gencinin bu güce karşı ne kadar şehit olduklarını da bilemiyoruz. Yani 35 yıllık yenilgi savaşına “Zafer” diyen akla şaşıyorum. Bu savaşta bir metre karelik Kürd toprağı özgürleşmemiş. Aksine 4000 bin köyün yıkılmasına, koca coğrafyanın tahrip edilmesine, 6 milyona yaklaşık Kürdün yerini, yurdunu terk etmesine, asimilasyon çarkının önüne atılmasına, her dağ ve tepemizin doruk noktasında düşmanımızın askeri kışlalarının yapılmasına, oralara top, tank ve helikopterin yığılmasına, tüm ana yurdumuzun işgal edilmesine vesile olmuş, buna rağmen her yıl 14 Ağustos günü “Zafer” günü coşku, govend ve eğlence günü olarak kutlanıyor, ki doğrusu buna sevinmem değil ağlayasım geliyor. Çünkü 14 Ağustos, 1984 günü Kürdün zafer günü değil, Kürdistan’ın viran ve tahrip olmasına sebep olan gündür. Ama gel de bunu bizim bomıklara anlat. Ahhhhhhhhh bizim bomıklar………..
Şimdi de geleyim başlıktaki ilk dört sözcüğe. Yani Bir Mahkûmdan Kurtuluş Bekleyenlere. Abdullah Öcalan, Türk nüfus kayıtlarında 4 Mayıs, 1948 doğumlu. Yani 29 yaşında iken bir gurup arkadaşı ile 1977’de PKK’yı kuruyor, (ki bu adam hiç bir Kürd dağ ve tepesine ayak basmamış, Kürd halkı onu hiç bir miting alanında görmemiş, konuşmasını dinlememiş, onu Tanrılaştıranlar, hep ona kurban olmuş, yok olmuş, onun “Tanrı olmadığını” söyleyenlerde, ne yazık ki çıkmamış ve çıkmıyor) Yani Kürdistan İşçi Partisi, ki isim çok yanlış yazılmış. Kafalar böyle olunca, sonuç da böyle oluyor. “Partîya Karkerên Kurdistan”. Bağışlayın sevgili Kürd kardeşlerim. Bunu Türkçeye çevirirsek “Kürdistan Eşekler Partisi oluyor. Oysa doğrusu “Partîya Karkirin, ya da Kargerên Kurdistan” dır. Yanlış anlaşılmasın, haşa hiç kimseye “Eşek” diyemem, böyle bir hakkım da yok, ama yanlışı doğru sayanlar, bir mahkûmdan kurtuluş bekleyenlere de şaşıyorum. Bekleyenler de bir değil, yüz değil, milyonlar. Öcalan 15 Şubat 1999 günü Kenya’nın başkenti Nairobi’de gizli, bilinmeyen bir senaryo sonucu tutuklanarak Türkiye’ye getirildi. İlk günde tutuklayanlara “Annem Türk’tür, size hizmet etmeye hazırım, yanlış yaptım, bağışlayın, Türk şehit analarından özür diliyorum. Tutuklandığımda en ufak bir işkence görmedim” dedi ve mahkeme heyeti buna idam değil ömür boyu hapis cezasını vererek milyonlarca lira harcayarak yaptırdığı İmranlı adasındaki hapishaneye götürdü. Adam tam 20 yıldır orada, işin acı tarafı da 30 milyon Kuzey Kürdistan’da yaşayan Kürdlerin bütün ulusal istemleri bu mahkûm ve esir statüsünde görünen kişiye bağlanmış. Zalim devlet 20 yıldır bu adam eliyle Kürd halkını oyalamakta, ne yazık ki buna karşı çıkan, zavallı halkımızı bu şaşı gözlüden uzaklaştıran bir kişi, bir güç çıkmıyor. Selahaddin bu güce karşı çıkabilirdi, ama o da iradesini ona teslim etmiş, o, ona başkanlık nasıl olur dersi veriyordu. Selahaddin’in kodese konulmasına sebep olan o. Çünkü halk o genç, dinamik ve hatip ruha sahip, Recoya tek rakip onu görüyor ve seviyordu. Oysa Apo, Kürdün ondan başkasını sevmesini istemiyor, Reco’nun eliyle onu mahkûm ediyordu ve etti de. Ben böyle düşünüyorum. Kızan kızsın, ölüm fermanımı versin, umurumda değil.
Evet, sevgili Kürd kardeşlerim, Öcalan böylesine bir adam. Kürdün başına bela bir adam. Bu adam gerçekten halkını seven, onun esaret zincirlerinin parçalanmasını istemiş olsaydı, böyle davranamazdı. Merhum Nelson Mandela ne yaptıysa, onu örnek alabilir, zalim Türk devletini yöneten tüm kadrolara “Kürd sorununu sizin hapishanenizde, sizin esiriniz olan benimle değil, Kürd halkının bütün ulusal istemlerini Parti programlarına koyan, parti liderleriyle, HDP ile, Kürd aydınları, yazarları ve sivil toplum kuruluş liderleriyle ve en önemlisi de Kandil’de sizinle savaşanlarla oturun, bu sorunu insana yakışan bir tarzla çözün” diyebilirdi; ama diyemiyor, zavallı toplumumuzda buna hiç sesini çıkarmıyor, üstelik bu adam için kendini yakan, aç kalıp ölen kişiler var. Oysa insan sevdiği insan için kendini yakıp öldürmez, aç kalarak ölmek istemez. Aksine, sevdiği kişi ve şeyi için yaşamaya çalışır, ama gel gör ki bizde bomıklar çok. Eski Fenikeliler gibi, genç Kürdler, Öcalan’ı kendilerine Tanrı sayarak ona kurban oluyorlar.
Evet, sevgili Kürd kardeşlerim aynen böyle. Bakın 8 Ağustos 2019 tarihinde Asrın Hukuk Bürosu Öcalan ile yapılan avukat görüşmesine ilişkin açıklaması aynen şöyle: “Kürdlere yer açmaya çalışıyorum, gelin Kürd sorununu çözelim. Bir haftada çatışma durumunu, ihtimalini
ortadan kaldırırım diyorum. Ben çözerim, kendime güveniyorum, çözüm için hazırım. Ancak devlet de, devlet aklı da gereğini yapmalıdır” diyor. Yani Kürd sorunu ona bağlı. Yarın o ölürse, Kürd sorunu da onunla birlikte karanlık çukura gömülür. Yahu böyle akıl, böyle mantık
mı olur? Kusura bakmayın sevgili kardeşlerim, böyle akılı, böylesine mantığı doğru bulan ne Kürd’e “Kürd” derim ve ne de bunlarla aynı halkın bir bireyiyim derim. İnsanlar bomık olurlar ama bu kadarı da olmaz. Hiç unutmam, 1968 yılın yaz mevsiminde Londra’dan bana misafir
gelen Kıbrıslı bir arkadaşın isteği üzerine onunla İstanbul Bakırköy, Markopaşa tımarhanesindeki delilerini görmeye gitmiştik; telin öbür tarafında mavi tulum giymiş iki kişi güvercinlere ekmeği ufaltıp verdiklerinde, biri bize bakarken “Biz insanlar kasıktan, ana rahminden analarımızın bacakları arasından çıkıyoruz, bunlarda yumurtadan çıkar. Ne farkımız var bunlardan. Bunlarda canlı, bizde canlı. Bunlarda ölür, bizde ölürüz” demiş, ilk defa böylesine insani bir cümle ile bize bakıp söyleyen biriyle karşılaşıyordum. Ben onları orada çalışanlardan sanmıştım, meğer o adam orada bulunan bütün delilerin en ağır delilerden biriymiş. Apo’ya “Kürd Halk Önderi” diyen, Kürd sorununu ona bağlayan, onun “Ben Kürd sorununu çözerim” sözüne inanan kişilerin akıllarından şüphe ediyorum. Gördüğüm o deli adamın, Apo’nun her sözüne inanan kişilerden daha akıllı olduğunu düşünüyorum. Her zaman söylüyorum, yine de söyleyeyim. İnanmadığım halde, eğer varsa insanüstü bir varlık, bu zavallı, dost kim, düşman kim bilmeyen, yanlışı hep doğru gören bu halka insani akıl versin.
Böylesine bir dilekle, hoşça kalın sevgili Kürd kardeşlerim…
rizacolpan@gmail.com