Sömürgeci güçlerin dünden bugüne ortak noktasını Kürt düşmanlığı oluşturuyor. Normal zamanda birbirlerine selam dahi vermecek olan bu devletler, iş Kürtlere ve Kürdistan’a gelince can-ciğerler. Kutsal ve dokunulamaz sayılan sınırları Kürtlere karşı operasyon ve saldırılara açıktır. Türk pilotlu Nato uçakları, Nato sınırları dışında operasyon yapar, yakıp yıkar, kimseden gık çıkmaz.
Bunun için herbirinin çekmecede hazır tuttuğu bir gerekçesi var. Biri PKK’yi gerekçe gösterip Kürdistan’ın güneyine saldırıyor, yerleşim yerleri dahil hafif bir karartı ve gölge gördüğü alanları gökten ateş yağdırarak yerle bir ediyor. Diğeri KDP-İran, Hızb ve Kolela’yı gerekçe gösterip sınır boylarını tank ve toplarla döverek yangın yerine çeviriyor. Rojava’ya yönelikse herbiri elinden geleni ardına koymuyor, bununla da yetinmeyip savaştan bezar olmuş halkın ekmeğini tarladayken yakıyor.
TC aklı Kürtlerin nerede olurlarsa olsunlar hak sahibi olmaması üzerine ayarlanmış, programlanmış. Son 30-40 yıldır Kürdistan’ın güneyine saldırılar düzenliyor. 1996 yılında ise KDP-YNK kapışmasını fırsat bilerek Güney’e resmen yerleşti. Bununla da kalmadı, o günden buyana etki alanını genişletmekle meşgul. Üs üstüne üs açıyor, her kent ve kasabada istihbarat ve şer ağı örüyor.
Sömürgeci ve işgalci güçler arasında Kürtlere karşı ne kadar anlaşma yapıldı, kaç pakt kuruldu, kaç işbirliği geliştirildi, sayısını bu işlerle uğraşanlar dahi hatırlamıyor.
Benzer bir yaklaşım Rojava’ya yönelik de yaşanıyor. Carablus ve Bab işgal edildi. Ardından İdlib ve Afrin geldi. Ve bugün Fırat’ın doğusu denenerek Kürt kazanımlarının tümü hedefleniyor.
Şayet Kürt evi dağınık olmasaydı, bunların bir kısmı yaşanmazdı. Birlik sağlanabilmiş olsaydı Rojava’da bu kadar rahat at koşturulamaz, Afrin çetelerin yağmasına açılmazdı. Birlik sağlanabilmiş olsaydı şayet, bir noktadan sonra Güneyli güçler hem TC’ye hem de İran’a dur diyebilirlerdi.
Aynı parlamentonun çatısı altındalar. Aynı hükümetin ortağı durumundalar. Buna rağmen ama, ‚Kerkük bana yar olmuyorsa, varsın düşmanın olsun‘ denebiliyor. Şayet KDP ve YNK ortak bir frekans tutturabilselerdi Kerkük düşmez, Xaneqin yetim kalmaz, Irak ordusu Şengal’e yaklaşamazdı.
İşte bu sağlanamadığı için işgalci ve sömürgeci güçler her parçada haneye tecavüzde sınır tanımıyorlar.
Bunun çaresi ve tedavi yolları ise biliniyor. Herkes yeri geldiğinde Kürt birliği üzerine güzelleme yapıyor. İş pratik uygulamaya geldiğinde ise binbir gerekçe sıralanıp su yokuşa sürülüyor.
Örneğin Kürtler sömürgeci ve işgalci güçlere tolerans gösterip onlarla uzlaşmanın yolunu bulmak için taviz verebiliyorlar. Ancak sıra kendi aralarındaki ilişkiye, Kürt parti ve örgütlerinin birliğine geldiğinde uzlaşma kültüründen bir hayli uzaklar.
Kürtlerin düne kadar Büyük Kürdistan hayalleri, düşleri vardı. Kurdistana Gewre, Kürtlerin olmazsa olmazıydı. Sanırım bu amaç Mam Celal göçüp gittikten, Kak Mesud kızağa alındıktan ve piyasa özerklik enflasyonuna boğulduktan sonra rafa kaldırılmak zorunda. Söylemde olmasa da pratikte böyle olacağa benziyor. Zira oğullar ve yeğenler döneminin aktörlerinde böylesi bir gündem gözlenmiyor.
Madem Kurdistana Gewre olmayacak, büyük birlik sağlanamayacak, bari parçaları elde tutmak için parçalara özgü birlikler gerçekleştirmek gerekmez mi?
Bunun Kürdistan’ın güneyine yansıması parlamentonun işlevsel kılınmasından, yasa ve kanunların herkes için bağlayıcı olmasından geçiyor. Parlamento‘nun işlevselliği ise en başta Hewlêr ve Süleymaniye çift başlılığına son vermek, peşmerge güçlerini birleştirmek, idare ve maliyeyi ortaklaştırmak ve partilerin gölgesinden kurtarmakla mümkün. Bu sağlanamadığı, ortak devlet aygıtı sağlam temellere oturtulamadığı sürece o topraklarda karşı karşıya gelmek için büyük provokasyonlara ihtiyaç yok. Ufak bir kıvılcımın nelere yol açabileceğine Kerkük ve diğer yerlerde şahit olduk.
2012’de Rojava’da oluşturulan ve tüm Kürt renklerini tek çatı altında toplayan Desteya Bilind a Kurd (Kürt Yüksek Konseyi) varlık sürdürebilse, dağıldıktan sonra Amerikalıların ısrarlı çabaları sonucu 2014 sonlarında bir araya gelen Duhok bileşenleri izleyen yıllarda ortak hareket edebilselerdi, Afrin elden gitmeyebilir, halk perişan bir yaşama mahkum olmayabilirdi.
Bugün de Rojava’nın sigortasını PYD ve ENKS’nin iş ve güçbirliği oluşturuyor. PKK ve KDP’ye yakın bu oluşumlar bir araya gelip ortak hareket etmedikçe Rojava her zaman tehdit altında kalmaya mahkumdur.
ABD ve Fransa bu iki gücü yan yana getirebilmek için yeniden çaba içinde. Bakalım bu defa başaralı olunacak mı?
İran ve çevresinde ise sular ısınıyor. ABD, İran’a yönelik bir dizi uygulama içinde, yaptırımlarsa birbirini izliyor. Ve provokasyon üstüne provakasyon yaşanıyor.
Durum bu iken Kürtler Rojhilat’ta birlik oluşturmak için halen de ağırdan almaya devam edebiliyorlar.
Bugün şayet Güney Kürdistan bir varlıksa, bu 1986’da Güneyli güçlerin oluşturdukları Bereyê Kurdistan sayesindedir. Bu birlik olmasaydı, Kürt partileri birbirlerine düşer, düşmansa, Saddamsa el ovuştururdu.
Kuzey yakası ise ayrı bir vakaa. Örneğin Kuzey yakasında 30 Ekim 2007’de Demokratik Toplum Kongresi (DTK) oluşturuldu. Tüm partiler içinde yer almasa da sivil toplumun ezici çoğunluğu bu kongrede yer aldı. 14 Temmuz 2011’de demokratik özerklik ilanından sonra DTK işlevini giderek yitirmeye başladı.
Şimdi ise her seçim öncesinde ortak bir resim için bir araya geliniyor, seçim geçtikten sonra o ortak resim güneşin yakıcı ışınları altında solmaya terk ediliyor veya tatile çıkılıyor. Ve her nedense Türk sol ve demokratik güçleri ile oluşturulan Halkların Demokratik Kongresi‘ne benzer bir oluşum Kürt partileri arasında oluşturulamıyor.
Son söz: Her parçada farklı renk ve görüşten partilerin birliği sağlanmalı ve sağlanan bu birlikler konjonktüre kurban edilmemelidir. Sağlanan bu birlikler zaman zaman bir araya gelip görüş alışverişinde bulunabilirlerse çatı akıtmaz, yapıyı taşıyan sütunlar zarar görmez ve halk daha fazla perişan olmaz.
msahin1@web.de