Kürdistan, Güney-Kuzey, Doğu ve Batısıyla birdir.
Kürtlerin iradesi dışında dört parçaya bölünmüş olması, Kürdistan’ın tek bir ülke olma gerçeğini ortadan kaldırmaz.
Herhangi bir parçadaki bir kazanımın elde edilmiş olması da, diğer parçaların önemini küçültmez.
Güney’de yaşanan son otuz yıllık süreç de bu gerçeği doğruluyor.
Otuz yıl önce, Kürt halkı Newroz’a hazırlık yaparken, Halepçe’de Saddam’ın gökten yağdırdığı elma kokulu kimyasal bombalarla uyanmış…
Halepçe sokaklarında binlerce çocuk, kadın ve yaşlının cansız bedenleri, dünyaya yansımış…
Kürtler çaresizliğin hüznünü yaşarken, yaşanan trajediyi modern dünya sadece seyretmekle yetinmiş…
Halepçe’nin yarattığı travma tüm şiddetiyle devam ederken, Kürt halkı bu kez topyekûn olarak Saddam’ın tanklı toplu saldırılarına maruz kalmış, çare olarak her daim dost bildikleri dağlara doğru yol almıştı.
Bugünün iyi komşuları olarak adlandırılan Türkiye ve İran kapılarını Kürtlerin yüzlerine kapatmış, onları Saddam’ın insafına maruz bırakmışlardı.
Halepçe’de katledilen Kürtleri görmezlikten gelen modern dünya, milyonlarca Kürdün, düşmanlarına sığınma pahasına yollara düşmeleriyle ancak harekete geçmişti.
BM Güvenlik Konseyi toplanmış ve aldığı 1991 tarihli 688 sayılı karar ile Irak güçlerinin 36. paralelin kuzeyini geçişlerini yasaklamış, Kürtleri koruma amacıyla “Çekiç Güç” uygulamasını hayata geçirmişti.
1991 yılının aralık ayında ise, Mesûd Barzani’nin liderliğindeki PDK ile Celal Talabani’nin liderliğindeki YNK diğer Kürt gruplarıyla birlikte Irak Kürdistan Cephesi’ni kurmuş ve akabinde Güney Kürdistan’da parlamento seçimlerinin yapılmasına karar vermişlerdi.
17 Mayıs 1992 tarihinde ilk kez parlamento seçimleri yapılmış…
4 Haziran 1992 tarihinde ise, 105 parlamenterden oluşan Kürdistan Parlamentosu ilk oturumunu gerçekleştirmiş…
7 Temmuz 1992 tarihinde de yürütme gücü olarak iki partinin temsil imkânını bulduğu bakanlar kurulunun oluşturulmasıyla, Kürdistan Bölgesi Hükümeti’nin kurulması ve federal bir sisteme geçiş yolunda önemli bir adım atılmıştı.
Halepçe ve Enfal sonrası, Kürdistan’ın Güneyi’nde kısa sürede oluşan bu olumlu gelişme, dört parçadaki Kürtler için kurtuluş umudunun bir başlangıcı olarak görülmüştü.
Özellikle diğer üç parçadaki Kürtler yönlerini Güney’e çevirmiş, oluşan parlamentoyu selamlamış, kazanımların korunup yaşatılması için adeta çırpınmışlardı.
Daha sonra yaşanan iç çatışmalarla oluşan bu duygu kısmen aşınsa da, Saddam’ın devrilmesiyle, yeniden bir canlılık kazandı ve günümüze kadar güçlenerek geldi.
Ancak, Güney’de elde edilen kazanımların korunması duygusu, zamanla bir kutsama duygusuna dönüştü.
Güney’i yöneten kadroların hataları, eksiklikleri, diğer parçalarla olan ilişkilerdeki yetersizlikleri, Güney’e yüklenen kutsiyetten dolayı her türlü eleştiriden vareste tutuldu/tutuluyor.
Öyle ki, Türk devletinin günübirlik yaptığı sınır ötesi operasyonların tek nedeni olarak PKK’nin Güney’deki konumlanışı gösteriliyor…
Hewlêr’de yapılan bir eylemin amacı, Türk devletini Güney’e çekme amaçlı bir provokasyon olarak açıklanıyor…
Seçim öncesi Erdoğan’la bir fotoğraf karesinde görüntü vermesi için, açılan bir telefonla Bağdat’taki görüşmelerine ara verip İstanbul’a koşar adım gelen Neçirvan Barzani’nin davranışı, uluslararası diplomatik bir başarı hikayesi olarak adlandırılıyor…
Güney’deki kazanımları korumaya evet!..
Ancak Güney’i kutsamaya hayır!..
Çünkü Kürdistan Güney’den ibaret değil…
Demirel’in deyişiyle, Kürdistan’ın eğer bir Güney’i varsa, Kuzey’i, Doğu’su ve Batı’sı da vardır.
Güney’i kutsama adına, Güneylilerin yanlış ve eksikliklerini görmezlikten gelirsek, olup biten her olayın merkezine Güney’i yerleştirip, onları birer provokasyon olarak görürsek, Kuzey, Doğu ve Batı’yı feda edeceğimiz gibi, kutsadığımız Güney’in de temeline dinamit koymuş oluruz…
23.07.2019
fitararas@navkurd.net