Devletin Din İşleri Genel Müdürü Ali Erbaş, 9 Kasım 2018 tarihinde, Kadir Mısıroğlu’nu ziyaret ediyor. Bunun üzerine Atatürkçüler, sanki ayaklarının altında kızgın sac var, yerinde hoplamaya başladılar. Tepedekilerin hopladığını gören taban da, kıvırarak zıplamaya başladılar.
Kadir Mısıroğlu; 24 Ocak 1933 tarihinde, Trabzon’da muhtemelen yeni Müslüman olmuş, Ortodoks Hristiyan bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geliyor. Taze Cumhuriyet’in Türkleştirme ve Müslümanlaştırma sürecinin en hızlı dönemi. Kadir, Türk-Müslüman olarak büyürken, devlet baskısı altındaki ailesinden de bazı izler taşıması, son derece doğal. Zaman, zaman bunları yansıtması da insani duygular, bunu anlamayan devlet olabilir ama insan olamaz.
Kadir Mısıroğlu, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitiriyor. Yazar, Avukat ve Tarih Araştırmacısı olarak çalışıyor. 12 Eylül 1980 darbesinde yurt dışına kaçan Kadir, 1983 yılında vatandaşlıktan çıkarılır, 11 yıl sonra da Türkiye’ye döner. Türk Anayasası’nda, “herkes Atatürk’ü sevmek mecburiyetindedir” diye bir madde yoktur. Atatürkçüler neye dayanarak bu insanı suçluyorlar, anlamak çok zor. Atatürk’ü sevmeyen bir insanı ziyaret eden Devletin Din İşleri Genel Müdürü Ali Erbaş, Atatürkçülerin saldırısına uğradı. Atatürkçüler, “herkes Atatürk’ü sevmek mecburiyetindedir” diye anayasaya bir madde ekleyin.
3 Mart 1924 tarihinde Atatürk Hilafeti kaldırdı, Halife Abdülmecit Efendiyi ve 155 kişiden oluşan bütün ailesi ile birlikte sürgüne göndererek, Şeyhülislamlık makamına da son verdi. Bunun yerine Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu ve kendisine sadakatle bağlı olan Rıfat Börekçi’yi başkan olarak atadı. 27 Mayıs 1960 darbesi ile İnönü-Gürsel Cuntası, bir adım daha ileri giderek, Devletin Din İşleri Genel Müdürlüğü’nde çalışanları anayasal bir kararla devlet memuru saydılar. Görüldüğü gibi Devletin Din İşleri Genel Müdürlüğü Atatürk’ün oluşturduğu ve Atatürkçülerin din görüntüsü altında kullandıkları bir devlet kurumudur, elden kaçırdıkları için kızıyorlar.
Bu saldırının altında bir çapanoğlu var gibi geliyor. Ali Erbaş, “Resmi elbise ile Mısıroğlu’nu ziyaret etti” diyorlar. Bilindiği kadarı ile Atatürk kimin ne giyeceğine karıştı ama, bu makam için ön gördüğü bir resmi kıyafet yoktur. Ali Erbaş, 85 yaşında İslam-i kesim tarafından sevilen sayılan bir insanı ziyaret etmiş. Biraz yavaş bağırın ses telleriniz bozulur. Ali Erbaş’ın bütçesi görüşülürken yeteri kadar bağıramazsınız, ona çok para ayıracaksınız. Ayrıca Mısıroğlu’ndan daha önce, Erdoğan’da ziyaret etmişti. Uyuyan uyanıklar, siz o zaman neredeydiniz? Doğru söyleyin, derin devletten talimatı mı var, amacınız ne, ne yapmak istiyorsunuz?
Atatürk’ün oluşturduğu, Din İşleri Genel Müdürlüğü, İslam-i görüntü altında, siyasetin emir ve talimatlarını yerine getiren bir uydurmadır. İslam’da mezhep, dini kurum ve milli devlet olmaz. İslam Ümmettir, vatanı da dünyadır. Yönetim biçimi Hilafettir ve başında seçilmiş bir Halife vardır. Her konuda fetvaları sadece Halife verir ve Hz. Muhammed’in vekilidir. Din adamı sınıfı yoktur. Kadınlar namazlarını evde kılarlar. Cemaatte bilen biri namazı kıldırır. Şayet bunu, birilerinin sürekli yapması gerekiyorsa, giderlerini cemaati karşılar.
Din İşleri Genel Müdürlüğü’nde çalışan milli devletin memurları, cemaate namaz da kıldırırlar ve maaşını anayasal bütçeden alırlar. Anayasal bütçede, Banka faiz paraları, İçki satış paraları, Gayrimüslim paraları ve daha bir çok kötü kazançlar da var. Müslüman bir din adamı bu haramdan maaş almaması gerekiyor. Alan zaten devlet memurudur, din adamı olamaz. Genel müdür Ali Erbaş da bunlardan biridir.
Bakanlar Kurulu, 15 Temmuz darbesine karşı çıkanları şehit ve gazi ilan etti. Şehitlerden birinin heykelini Niğde’ye diktiler. Din İşleri Genel Müdürü, Kuran-ı Kerim’e karşı yapılan bu saygısızlığı onaylarcasına, 2017’de 4391 şehit yakınını Hacca götürdü. 2017 yılında, diyanetin 256 bin lira faiz geliri oldu, yoksa bu insanları faiz gelirleriyle mi Hacca götürdü? Başkalarının parası ile birilerini Hacca götürmeyi, ancak siyasetin talimatı ile Din İşleri Genel Müdürü yapar.
Diyanetin 120 bin Camisi ve ayrıca 183 bin de taşınmazı var, yani gayrimenkul zengini. Bütçeden üçüncü büyük bütçeyi, Din İşleri Genel Müdürü alır. Atatürkçüler şaşı bakar bunu da görmezler. Genel Müdür Ali Erbaş 20 Ekim 2018 tarihinde Dersim’e gitti, resmiyette olmayan Cem evini ziyaret etti. Atatürk’ün koyduğu Cem evi yasağına rağmen, Atatürkçülerden ses çıkmadı. Belki de o gün başka işlerle meşguldüler. Yoksa Ali Erbaş, Atatürkçülerin talimatı ile mi Dersim’e gitti?
Yeşil gözlü Osmanlı Paşalarının dönüştürdüğü İslam’ın, hiçbir yanı İslam ile alakalı değil. Kadınlar saçlarını göstermeyecek şekilde başlarına MİT ajanı Şule Hanım modası bir mendil bağlıyorlar. Kafalarının arkasında saçlarıyla oluşturdukları boynuzumsu şekillerle, hangi tarikata mensup olduklarını belirtiyorlar. Bu düpedüz İdeolojik bir örtünmedir. İslam ile hiçbir alakası yoktur.
Şule Hanım modası türbanı bağlayan bayanlar, Din İşleri Genel Müdür Yardımcısı ve Müftü olabiliyor. Bunlar İslami değil ideolojik olduğu için mi, Atatürkçüler memnun görünüyorlar. Türban İslami bir örtünme değil, dönüştürülmüş bir örtünmedir.
Türkiye’deki Cami sayısı, körfezdeki 9 Müslüman Arap ülkesinde bulunan Cami sayısının iki katından daha fazla. Türkiye’deki İlahiyat Fakülteleri, bütün Müslüman ülkelerindeki ilahiyat fakültelerinden daha fazla. Alın size Atatürk’ün laik Cumhuriyeti.
Evet Türkiye’de, Din İşleri Genel Müdürlüğü aracılığı ile uygulanan İslam’ın, Kuran ı İslam ile hiçbir alakası yoktur. Yeşil gözlü Osmanlı Paşalarının bir icadıdır. Halife Abdülmecit Efendiyi sürgüne gönderdiler, Şeyhülislamlık makamını kaldırdılar. Yerine siyasetin emir ve komutasında, Din İşleri Genel Müdürlüğünü oluşturdular. Çalışanların elinde Kuran, kulakları siyasilerde, devlet memuru olarak görev yapıyorlar. Bir ara cemaat, cuma hutbelerini yayınlayan Genel Kurmayın radyosunda dinliyordu. Bunun İslam’la ne alakası var?
Diyanet İşleri Başkanlığı 1987 yılında “Fetihlerle Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması” isimli bir kitap yayınlamış. Okumayı kimseye tavsiye etmem, çünkü baştan sona ırkçılık kokuyor. İslami olduğunu iddia eden diyanet, tarih adına nasıl bu kadar ırkçılık yapar? Hz. Muhammed “ırka çağıran bizden değildir” diyor.
CHP kanadından ezan Türkçe okunsun, istekleri yükselmeye başladı ve insanlar bunu tartışıyor. Ezan; 30 Ocak 1932’de Ramazan’ın başlaması ile Türkçe okunmaya başlandı. Bu, 1950 yılına kadar, aralıksız olarak 18 yıl devam etti. CHP’nin en önemli şahsiyetlerinden, Öztürk Yılmaz TV’deki bir tartışma programında dillendirdi. Herkesten önce CHP’liler Yılmaz’a saldırdı.
10 Haziran 2014 tarihinde, İŞİD Musul’a saldırdı. Başkonsolos Öztürk Yılmaz ve bütün Konsolosluk çalışanlarını rehin aldı. Bu zatın söylediğine göre, onları küçük guruplar halinde, ayrı ayrı yerlerde saklamışlar. 101 gün sonra, İŞİD bunları serbest bıraktı. Yılmaz bey sanki konsoloslar toplantısından geliyormuş gibi çalışanlarıyla, uçaktan indi. O görüntüsü ile Yılmaz Bey hiç de 101 gün İŞİD’in elinde rehin kalmışa benzemiyordu. Kısa bir süre sonra CHP’den milletvekili, genel başkan yardımcısı ve parti sözcüsü oldu. Yılmaz’ı değil, hangi güç Yılmaz’ı bu makamlara taşıdıysa, onu bulup partiden ihraç etmeniz gerekiyor.
CHP’nin yarattığı lüzumsuz tartışma ortamı bir ilk değil. 27 Mayıstan başlayarak, bütün darbe ortamlarını derin devletin talimatı ile CHP hazırlamıştır. CHP’nin öncülük ettiği bu gelişmelerin altında bir çapanoğlu var gibi görünüyor.
Bugün 20 Kasım Dünya Çocuk Hakları günü. Atatürk’ün çocuklara hediyesi, Türk yemini, din dersi mecburiyeti, nüfus cüzdanlara tabiiyeti Türk, dini İslam ya da Şafii çocuklarına tabiiyeti Türk dini İslam/Hanefi yazdırması, çocuklarımıza kutlu olsun. Görüldüğü gibi, Atatürkçü nesiller yetişiyor.
İnsanların en hassas olduğu alan, insanların manevi dünyasıdır. Devlet inanç alanından çekilmelidir.
Meclisteki 600 milletvekili GEN testi yaptırsın, kim, kimdir tartışması sona ersin.
Müslüman bir ülkede Cumhurbaşkanlığı senfoni orkestrası olmaz.
Ekim 2018
İbrahim Aksoy