‘Kürd ve Kürdistan konusunda inkârcı olan Türk devleti, resmi belgelerinde itirafçıdır…’
Türk devletinin bu kısa ve öz tanımı araştırmacı-yazar Mehmet Bayrak’a ait. Gerçekten de bundan daha iyi bir cümle ile Türk devleti tarif edilemez. Atatürk’ten Erdoğan’a kadar devleti yöneten tüm yöneticiler, kimi zaman Kürtlere hoş görünmekle birlikte, bu tanımdan şaşmadılar. Aralarındaki tek fark, zamana ve mekana göre Kürdleri farklı kavramlarla adlandırmaları oldu.
Kimi „şaki“ dedi…
Kimi „dağlı Türk“…
Kimi de “terörist” olarak Kürtleri adlandirdi…
16 yıllık iktidarı boyunca AKP ve Erdoğan’ın geldiği nokta da, Bayrak’ın Türk devleti ile ilgili bu tespitini bir kez daha doğrulamaktadır.
Her fırsatta, „tek teklerini“ bir papağan gibi sıralayan Erdoğan’ın başında bulunduğu devlet, 24 Haziran seçimleriyle ilgili aldığı bir kararla yine resmiyette sınırlarını çizerek, Kürdistan’ın varlığını itiraf etmekte ve o sınırlar dahilinde farklı bir uygulamaya gitmektedir.
Nedir o uygulama?
Seçim sandıklarını taşıma ve birleştirme adı altında Kürtlerin iradesini zapturapt altına almak…
Başka bir deyimle seçim sandıklarıyla oynamak…
İhtiyaç halinde, taşınan Kürt oylarını iktidar partisinin hanesine yazmak…
Peki hangi illerde?
Tam da Kürtlerin Kürdistan illeri olarak adlandırdıkları 19 ilde…
Bunlar sırasıyla:
Adıyaman, Ağrı, Batman, Bingöl, Bitlis, Diyarbakır, Elazığ, Erzincan, Erzurum, Hakkari, Iğdır, Kars, Mardin, Muş, Şanlıurfa, Şırnak, Tunceli, ve Van.
Listenin tek eksiği, Malatya ve Gaziantep gibi birkaç ilin dışarıda tutulması, Ardahan’ın ise unutulmuş olması…
Aylar öncesinden alınan bu kararın uygulama alanı, YSK’nın iki gün önce (27.05.2018) yaptığı açıklamasıyla resmi olarak belirlendi.
Aylar önce bölge ya da iller açıklanmadan çıkarılan bu kararla ilgili yapılan itirazlara, kendilerini devletin adeta birer resmi temsilcileri olarak gören, Türk aydın ve akademisyenler şöyle cevap veriyorlardı:
„Şekerim bu tür kararlar zaten İstanbul ya da Ankara’da uygulanmak için alınmadı ki…
Her ne kadar kanunda açık açık belirtilmemişse de, uygulama alanı malum, Doğu ve Güneydoğu…“
Belgelerin diliyle, Kürdistan…
Devlet bu uygulamasıyla bir kez daha Kürde; „seni kendi evinde boğarak, iradeni yok sayıyorum“ diyor…
Kürd ise hala; halk ya da din kardeşliğiyle avunarak, devletin Kürt ve Kürdistan itirafının üstünü örtmeye, onun sömürgeci uygulamalarına meşruiyet kazandırmaya çalışıyor…
Devlet, Kürd’ün oyu ile seçilmiş olan belediye başkanlarını görevden alarak, yerlerine kendi memurunu atama yoluyla itirafçı yüzünü gösteriyor…
Buna karşın Kürd, kendi iradesiyle temsil yetkisini devletin sivil Türk’üne vermekle, devletin inkârcı yüzüne haklılık kazandırıyor.
Devlet, Kürd’e „vebalı“ muamelesi yaparak, salt kendinden uzak tutmak için onu zindanda karantina altına alıyor…
Ölümcül hastalığını görmezden gelen Kürd, devletine sadık, ona toz kondurmayan Türk’ün yakalandığı mevsimlik gribini ayakta atlatması için, limonlu, zencefilli nane çayını hazırlamakla ona derman olmaya çalışıyor…
Özetle devlet resmi uygulamalarıyla Kürd’e; „sen Kürdsün, bu devletin sınırları içerisinde ancak hizmetçi olabilirsin“ diyor…
Kürd, söylem ve yaptıklarıyla; öz mirasından feragat etme pahasına Türk devletinin üvey evladı olma ısrarını sürdürüyor…
Devletin yeri geldiğinde Kürd’ü „terörist“ yeri geldiğinde „hizmetkar“ olarak gördüğü bu bakışı ile, Kürd’ün devlete yönelik tek taraflı aşkı devam ettikçe, 24 Haziran’da da Türk’ün payına kendi devletini yönetme hakkı, Kürd’e de onu devletin zindanlarına bağlayan demir bir pranga düşecek…
Din ya da Halkların kardeşliği mi…
Herbiri içi boş birer hikâye…
30.08.2018
firataras@navkurd.net