Arşivimde küçük bir tarama yaparken, rastladığım bir yazı. Altında tarih olmadığı için ne zaman yazdığımı, ben de hatırlamıyorum.
Ancak baştan sona okurken, yazının bugün de güncelliğini koruduğuna kanaat getirdim. Hiç kuşkusuz bunun nedeni de, Kürt siyaset kurumunun ve bu kurumda rol alan aktörlerin değişim ve dönüşüme ayak diremesi…
Eski alışkanlıklarını yeni isim ve kılıflar altında bugün de sürdürüyor olması…
Durum bundan ibaret olunca, ben de eski bir yazımı yeniymiş gibi görüp yayınlayabilirim…
***
Rahmetli Musa Anter anılarında, Türkiye Cumhuriyeti için, “Ben bu devletin 70 yılık hem tanığı hem de sanığıyım, her türlü girdisini ve çıktısını bilirim” diyordu.
Bunu demekle de haklıydı, çünkü ömrünü devlete karşı mücadele etmekle ve mücadele ettikçe de devletin her türlü zorbalık ve kanunsuzluklarına da tanık olmuştu. Ama buna rağmen kendine payeler biçmiyor ve mütevazi bir şekilde inandığı değerler uğruna mücadele ediyordu.
Kimseye tepeden bakmıyor, kimsenin yaptıklarını küçümsemiyor, hatta Kürt ulusal mücadelesinde yaptıklarını inkâr edenlere de gülüp geçiyordu.
Derler ya son nefesine kadar mücadele etmek, işte bu Kürtlerin ulu çınarı Musa Anter’e nasip oldu. Gerçekten de son nefesini bile devletin kanun tanımazlığına karşı mücadele ederek verdi.
Musa Anter’i başkalarından farklı kılan da bu özelliğiydi.
Peki olur olmaz her yerde Musa Anter’e yakınlıklarıyla övünenler, onunla aynı sofrayı paylaştıklarını, aynı cemaatte yer aldıklarını gurur ve onurla sağa sola caka satarak anlatanlar, birbirlerine karşı söyledikleriyle, Musa Anter’in o mütevaziliğinden ne kadar uzak olduklarını da görebiliyorlar mı?
Moda deyimle, uzun bir dönem aynı kıbleye secde Kürtlerin son dönemlerde birbirlerine karşı dile getirdikleri eleştiri ve suçlamaları, herkes gibi ben de zevkle izliyorum.
Zevkle izliyorum, çünkü bu şahısların birbirleriyle uğraşmalarını kimileri gibi zararlı bulmuyor, aksine birbirlerine yaptıkları küfürler dışında, yararlı buluyorum. Keşke aynı konularda sessiz kalanlar da sessizliklerini bozabilseler…
İste o zaman dünden bugüne kendilerini aydın, gazeteci, politikacı ve önder görenlerin bizler için neler yaptıklarını, nasıl canla başla çalıştıklarını daha çıplak bir şekilde görme olanağına kavuşmuş olurduk.
Ha bu arada birbirlerine karşı ileri sürdükleri kozlarla ne kadar yetenekli olduklarını ve salt bu yeteneklerinden dolayı şöhret basamaklarını nasıl tırmandıklarını da öğrenmiş oluyoruz.
Bu saygın büyüklerimizin karşılıklı suçlamalarının bir amacı da o süreci yaşamayan gençlerin bir ders çıkarmaları ise, daha farklı bir yöntem de kullanabilirler.
Mesela bir araya gelip, geçmişte aynı kıbleye secde etmekle kısmen de olsa hata yaptıklarını, iyi niyetli olmakla birlikte birilerinin kötü niyetine kurban gittiklerini, övündükleri eski sıfatlarına yaraşır bir şekilde ve yasadıkları ülkelerdeki ortalama aydın davranışını sergileyip özeleştiri verebilir, aynı hatalara bir daha düşmeyeceklerini söyleyebilir ve bu davranışlarıyla üstelik bu günkü konumlarına da saygınlık kazandırabilirler.
Yoksa geçmişte birilerinin iradesiyle oynanan bir oyunda şu veya bu düzeyde rol almış olmaları, geride kalan bu rollerini bugün birbirlerine karşı yetenek ve gelişkinlik örneği olarak ileri sürmeleri, işlemiş oldukları günahlarını azaltmıyor, aksine artırıyor.
Ama görünen o ki, hapsinin olmasa da önemli bir kesimin niyeti, yine kendilerine kol kanat gerebilecek ve üstelik daha renkli bir yaşam sunabilecek bir güç merkezinin herhangi bir kapısından içeriye adım atmaktır…
25.03.2018
firataras@navkurd.net