Bugün Afrin savaşının 51. günü.
Türk ordusu Afrin sınırına dayanarak, kent merkezini kuşatma altına almış.
Bir taraftan kenti havadan ve karadan bombalarken, diğer taraftan kent merkezine girmenin hazırlıklarını yapıyor.
Türk devleti havadan ve karadan Afrin’deki Kürtlere karşı orantısız bir güçle saldırıyor.
Modern savaş uçakları, tank ve toplar eşliğinde yüzbinlerce asker ve onlara eşlik eden on binlerce paramilliter güçlerle…
Bu orantısız güç karşısında 51 gündür direnmeye çalışan yaklaşık on bin civarında oldukları tahmin edilen YPG gerillaları ile kenti terk etmemekle onlara moral destek vermeye çalışan Afrin halkı…
Savaşın ilk gününden beri bir taraftan Hitler Faşizmine rahmet okutacak bir propaganda ile Afrin’i işgal etmek için Türk devletinin yaptığı seferberlik çağrıları ve Türklerin kabaran iştahı…
Diğer taraftan kimi Kürtlerin salt kuru bir propagandaya dayalı olarak Afrin’den bir Stalingrad çıkarmaya çalışmaları.
Genel olarak Kürtlerin ya da YPG’li gerillaların halkın desteğine dayanarak, küçük çaplı da olsa Afrin’de Stalingrad benzeri bir zaferle çıkmaları elbette mümkün. Ancak Stalingrad gerçeğini bilmeden, o zafere kaynaklık eden bir anlayışla hareket etmeden, sözde benzerlik kurmakla bir zafer elde edilemeyeceğini de bilmeleri gerekir.
Çünkü Stalingrad ile Afrin birbirlerinden farklı özelliklere sahip.
Her şeyden önce Stalingrad’da iki devlet ve bu devletlerin sahip oldukları iki düzenli ordu arasında bir savaş cereyan ediyordu.
Güç dengesi, zaman ve mekâna göre değişse de bugün Türk devletinin Afrin’de uyguladığı orantısız bir güç kullanımı her iki taraf açısında da söz konusu değildi.
Her şeyden önemlisi, en yakın çalışma arkadaşlarını bile öldürmekten bir an bile tereddüt etmeyen Stalin’in, Hitler’e karşı Stalingrad da bir zafer elde etmek ve savaşın seyrini değiştirmek için topyekûn bir seferberlik ruhunu devreye sokmasıydı.
Afrin’de ise, 80 milyonluk nüfusu ile Kürtlere karşı seferber olan bir devlet ve o devletin savaşa sürdüğü yüzbinlerle ifade edilen profesyonel bir ordu…
Buna karşın düne kadar kendisine kimlik bile vermeyen Suriye devletine bağlı paramilliter güçleri yardıma çağırmasına rağmen, Güney’de eğitilmiş, savaşmaya hazır bekleyen 10 bine yakın Roj Pêşmergelerine sınır kapılarını hala açmak istemeyen PYD/YPG li Kürtler…
Hiç kuşkusuz Afrin’den bir Stalingrad zaferi çıkarmanın tek koşulu Roj Pêşmergelerinin Afrin’de süren direnişe dahil olmalarına bağlı değil.
Ancak PYD/YPG tarafından onlara yapılan çağrının ve onların Afrin’e intikal etmelerinin Kürtler üzerinde bir çarpan etkisi olur ki, bu da dört parça Kürdistan’da ve de dünyadaki tüm Kürtlerin topyekûn olarak Afrin’i sahiplenme ve Afrin direnişine karşı harekete geçmelerini sağlar.
Bu ise, ancak ve ancak PYD/YPG yöneticilerinin Afrin savaşı ile ilgili kullandıkları tanımı ve bu tanıma bağlı olarak kullandıkları dili değiştirmeleri gerekir.
Çünkü Afrin’de dünyanın gözü önünde yaşanan savaş, Türk devleti ile kim oldukları belli olmayan halklar arasında yaşanmıyor.
Afrin de halkların ortak yaşam alanı değil.
Afrin Kürdistan’ın bir şehri, Afrin yaşayan halk da Kürt halkıdır.
Dolayısıyla Afrin savaşın iki tarafı vardır. Bir taraf da Türk devleti ve ona bağlı paramilliter güçler, diğer taraf da ise Kürtler.
Türk devleti, ordusuyla, halkıyla, aydın ve sanatçısıyla, 80 milyonluk nüfusuyla topyekûn olarak Kürt halkına karşı bir cephe açmış ve orantısız bir güçle sadece Kürtleri yok etmeye çalışıyor.
Bugüne kadar da öldürdükleri sivil ve savaşçıların tümü Kürt.
Dolayısıyla Afrin’de yaşanan savaş tek kelimeyle bir Türk-Kürt savaşıdır.
Türk devleti haksız olduğu halde seferberlik ilan ederek toplumunu bir bütün olarak Afrin’in işgaline ortak edebiliyorsa, haklı oldukları halde Kürtlerin gerçeklerden uzak tanımı ve kullandıkları dil başlı başına bir eksikliktir.
Oysa tüm Kürtleri harekete geçirebilecek ve onları Afrin direnişine ve dolayısıyla zaferine ortak edebilecek yeteri kadar malzeme var. Bu konuda görev ve sorumluluk da başta PYD/YPG ve onlara bağlı olan kanton yöneticilerine düşer.
Onların kullandıkları dil ve kendileri dışında yer alan Kürtlere karşı takındıkları tutum ve davranışlar, olayın rengini de seyrini de değiştirir.
Bunun için onların içinde „ama“ kelimesinin yer almadığı bir çağrı yapmaları, başta Roj Pêşmergeleri olmak üzere diğer Kürtlerin de yine içinde „ama“ kelimesinin geçmediği bir cevapla kendilerine yapılan çağrıya uymaları gerekir.
Sonuç olarak Kürdün Kürde yapacağı amasız bir çağrının karşılık bulması, Türk devletini salt Afrin’de değil, Kürdistan’ın her karış toprağında bozguna uğratacaktır…
11.03.2018
firataras@navkurd.net