Geçtiğimiz günlerde ABD Başkanı Trump İsrail’deki Elçiliğini Kudüs’e taşıyacağını söyleyince, Erdoğan’ın ateşi yükseldi ve fırsatı ganimete dönüştürmeyi düşündü. Hemen dönem başkanı olduğu 57 üyeli İslam İşbirliği Teşkilatı’nı İstanbul’da topladı. Toplantıya 48 üye katıldı, üst düzey katılım çok azdı. Çoğu ülkeler sanki kerhen katılmışlardı. Toplantı, moralleri düzeltmeye yetmedi. Bu eskimiş samanı savurmaya gerek yoktur, çünkü dane çıkmaz.
1917 paylaşımında İngilizler, Kudüs’ü Ürdün Krallığına bırakmıştı. 1967 savaşında, İsrail Sina’yı aldı ve Kudüs’ü işgal etti. O günden beri, İsrail’in eğemenliğinde ve 1980 yılından beri de İsrail başkent ilan etmiş, devlet işlerinin önemli bir kesimini burada yürütüyor.
28 Haziran 2016 tarihinde Mavi Marmara tazminatı ile ilgili antlaşma Kudüs’de yapıldı. Türkiye 20 milyon dolar tazminat aldı. Türkiye adına, Büyükelçi Feridun Sinirlioğlu ve İsrail adına Dore Gold imzaladı. Bu imzalarla birlikte Türkiye Kudüs’ü Başkent olarak kabul etmiş oluyor.
İsrail Kudüs’ü başkent olarak kabul ettikten yıllar sonra, Filistin Kurtuluş Örgütü lideri Yaser Arafat, 1988 yılında Cezayır’de Filistin’in bağımsızlığını ilan etti. Filistin’i devlet, Kudüs’ü de bu devletin başkenti olarak tanıyan devletler, Kudüs’e büyükelçiliklerini açabilirler. Kavgaya gürültüye tehdide de gerek yok, buna engel olan da yok. Filistin orada, Kudüs orada.
Kudüs yıllardan beri İsrail’in başkenti, şimdiye kadar ses çıkarmadılar ve hatta Kudüs’de antlaşma imzaladılar. Trump; „Büyükelçiliğimizi Kudüse taşıyacağız“ açıklamasını yapınca kiyamet koptu. İsrail’den ne istiyorlar, taşınma suçunu ABD işledi, neden ona saldırmıyorlar? Çünkü İsrail’e saldırı daha fazla siyasi prim yapar.
Geçtiğimiz hafta dört partinin ortak imzası ile Filistin’i destekleyen, bir bildiri yayınlandı. İstanbul’da Filistin’i destekleyen İslam ülkeleri toplantı halinde iken, Ankara’da mecliste birisi Kürdistan dediği için götüne tekmeyi vurup dışarı attılar. Arkadaşları da tekme yemesinler diye götlerini tutarak dışarı çıktılar.
Bunlar Filistin Başkan’ı Mahmud Abbas; „Kürdistan’ın kurulması vahim bir sonuçtur“ dediği için Filistin’i desteklemişlerdi. Bir de Kerkük’de Haşdi Şabi’ye destek için 5000 ülkücüsünü göndermeye hazır olduğunu söyleyen Bahçeli, aracı olup bir arkadaşlarını hapisten tahliyesini sağladığı için vefa borcunu ödediler. Bu da götüne bir tekme yiyip meclisten atılmaya değer. Mecliste götüne tekme yiyenleri değil, Kudüs’ü merak eden insanlar çok. Mecliste götüne tekme yiyenlere geçmiş olsun dedikten sonra, biz konumuza dönelim.
İnsanlık yerleşik düzene geçtikten sonra, Akdenizin doğusunda, İsrailoğulları, Palastinalar ve Yehudalar yaşıyordu. MÖ 962 yılında Kral Davud bunları birleştirdi ve Kudüs’ü Birleşik İsrail’in başkenti yaptı. Davud Krallığına Kenan diyarı da diyorlardı. O zaman İsrail’in başkentine Kudüs değil İlya diyorlardı. Kral Davud’un başlattığı süreç bölgenin altın yılları oldu.
Kudüs 9 Aralık 1917 tarihinde Albay Mustafa Kemal’in de bulunduğu Osmanlı Paşalar tarafından İngiliz General Allenby’e teslim edildi. Bölge 400 yıl Osmanlı işgali altındaydı. İngilizler Osmanlı paşalarından teslim aldıkları yerlere dilediği gibi devlet kuruyor ve Kral atıyorlardı. İsteselerdi Akdeniz’den İran Körfezi’ne kadar uzanan devasa bir Yahudi Devleti de kurabilirlerdi. Buraya birine, „sen Davud’un torunusun ve İsrail’in Kralısın“ deselerdi, kimse de sesini çıkarmazdı. Ancak bölgede Osmanlılar Davud’un torunlarından kimseyi bırakmamıştı.
Meşhur Berlin Antlaşması’ndan sonra, Almanların hedefi, Osmanlıların eğemenliğinde, Müslüman kardeşliği söylemleriyle bölgeyi bir arada tutmak. Avrupa Hiristiyanlığı’na karşı, bölgede yeni bir haçlı ortamı yaratarak koruyabilirdi. Çünkü bölgedeki petrollere ihtiyacı vardı. Projenin çıban başı da Yahudilerdi, öncelikle bölge kalan Yahudiler’den temizlenmeliydi.
1800’lerin ortalarında Berlin Antlaşması ile birlikte, Orta Doğu’da İslamlaştırma ve ayıklama başladı. Özellikle II. Abdulhamit döneminde süreç hızlandırıldı. Bilindiği gibi Müslüman Kürd aşiretlerinden, Hamidiye alayları oluşturuldu. Bölgeyi Müslüman olmayan Kürdler’den ve Ermeniler’den ayıklamak için. Çünkü o yıllarda Kürdlerin önemli bir kesimi hala Müslüman değildi.
Kudüs ve çevresini Yahudiler’den temizlemek için çok kapsamlı bir proje hazırlandı. El Hüseyni ailesi hemen Osmanlı yöneticilerle, işe başladı. Öncelikle o zamana kadar Yahudi olan Palastinleri Müslüman yapmak. Binbir bahane ile Yahudiler Kudüs’den çıkarılırken, evleri ve malları yeni müslüman olan Palastinlilere ve Araplara dağıtılıyordu. Kısa sürede bölge Yahudiler’den temizlendi, Palastinler de Araplaştı.
Musul valisi El Hüseyni ailesinde Hacı Emin El Hüseyni’yi okumak için İstanbul’a gönderdi. 1995 doğumlu olan, Hacı Emin El Hüseni 1915 yılında İstanbul Mekteb-i Harbiye’ye girdi, buradan Kurmay subay olarak mezun oldu. Teşkilat-ı Mahsusa üyesi olarak bir süre İzmir’de görev yaptı.
II. Abdulhamit hayranı olan bu zat görevli olarak Kudüs’e gönderildi. 1921 – 1948 yılları arasında Kudüs Başmüftülügü görevini yaptı. 1910 Tarihinde Osmanlıların çıkardığı bir yasa ile Kudüs’den çıkarılan bir Yahudi yeniden Kudüs’e dönerse, üç aydan fazla kalması yasaklandı.
Aslında 13.11.1913 yılında İttihat ve Terakki tarafından kurulan Teşkilat-ı Mahsusa’nın bir elemanı ve bir Osmanlı subayı olan ve halk arasında Müftü Cübbesi ile dolaşan, Hacı Emin El Hüseyni, tam bir Yahudi düşmanı idi. Almanların ve Osmanlıların ortak Yahudi düşmanlığını en iyi yürüten bu şahıs oldu. El Hüseyni ailesi yüzünden İngilizler, 1917 yılında İsrail Kralı yapmak için Kral Davud’un bir torununu bulmakta zorlandılar.
İkinci Dünya Savaşı’nda Adolf Hitler, Yahudi’leri Almanya’dan başlayarak, bütün dünyada temizlemek istiyor. Kudüs Müftüsü Hacı Emin El Hüseyni ortaya çıkıyor ve 1941 yılında bizzat Berlin’e giderek Adof Hitler ile görüşüyor ve Hitler’in yanında yerini alıyor. Kendi yöresinde ve Osmanlı’nın Avrupa’da bıraktığı Müslümanlar’dan bir milis güç oluşturuyor. Katliam süresince Adolf Hitler’in sağ kolu olma şerefine nail oluyor.
Osmanlı döneminde nüfus cüzdanı yoktu, kimin nereye ait olduğu belli değildi. 1492 tarihinde İspanya Kralı’nın katliamları ile karşı, karşıya kalan Yahudilerin bir kısmı kaçtılar, gelip Trakya’ya yerleştiler. Osmanlı Başkenti Edirne olunca, çevredeki Hiristiyanlar korkudan bölgeyi terk ettiler. İspanya’dan kaçıp gelen Yahudiler bu alanlara yerleşti. Buraya yerleşen Yahudiler, 1930’larda zorla çıkarıldı, arazileri Balkan göçmenlerine dağıtıldı.
1938 Adolf Hitler’in 50. doğum günü kutlamalarına İsmet İnönü, Yunus Nadi başkanlığında bir heyet gönderdi. 18 Haziran 1941 Türk-Alman saldırmazlık paktı imzalandı. 1943’de Romanya’da Struma isimli gemi ile 730 Yahudi, İsrail’e giderken, Gemi 2,5 ay İstanbul’da bekletildikten sonra Karadeniz açılan boğaz çıkışında batırıldı ve bütün yolcular öldü. Aynı yıl 6500 Yahudi ileri geleni Erzurum Aşkale’deki Toplanma Kampı’nda gözetim altına alındı. Türkiye 23 Şubat 1945’de Almanya’ya savaş ilan etti.
Bunlar Türkiye’nin Yahudileri ne kadar çok sevdiğinin belgeleri. Atatürkçülerin yakın adamı, Teşkilatı Mahsusa’nın elemanı, Hacı Emin El Hüseyni’nin ektiği tohumlardan, Kudüs yöresinde HAMAS ve Anadolu’da da FETÖ yeşerdi.
Dostları ile uğraşanlar, hasımlarını yenemezler. (Selahattin Eyübi)
Aralık 2017