Merhaba beni okuyan Kürd kardeşlerim. Biliyorum Özgür Kürdistan gezimle ilgili intiba ve izlenimlerimi bir hayli uzattım. Dilerim sıkılmamışsınız. Zira kötü şeyler yazmıyor, gördüklerimi, orada geçen gün ve zamanımın nasıl geçtiğini yazıyorum. Tabi ben kendi gözlerimle gördüklerimi, gördüklerimin yorumunu da kendi beynimle yapıyorum. Ayrıca başladığım her bölümün başlangıcında da birşeyler yazıyor, ondan sonra intiba ve izlenimlerime geçiyorum. Bu bölümde de yine böyle yapacağım; dilerim sıkılmazsınız.
Evet sevgili okuyucular, lütfen yazdıklarımı iyi okuyun ve derinlemesine düşünün; gerçekten dediklerim doğru mu yanlış mı, insani vicdanınızla karar verin.
Bir yaratıcı Tanrı, ya da böylesine bir güç düşünün. Bu Tanrı, bu güç milyarlarca yıl önce, bu koca evreni, yani uçsuz, bucaksız bu koca dünyayı, yedi kat gökyüzünü, milyarlarca yıldız ve gezegenleri, üstünde yaşadığımız dünyanın kara parçası üstündeki her türlü canlıyı, denizlerde her çeşit balıkların, beyniyle düşünüp birşeyler yapma zekâsına sahip olan insanoğlunu, dört ayaklı, fakat insan gibi düşünmeyi bilmeyen her çeşit hayvanı, havada uçan kanatlı kuşları yaratıyor, konuşmayı bilmeyen, yaratıcı beyne sahip olmayan tüm hayvan kategorisindeki canlılarına “Canlı yarattıklarım” bütün dört renkli insanlara da “Kullarım” diyen bir güç, ya da bir Tanrı, nasıl oluyor da yarattığı herhangi bir kuluna “Senin gibi düşünmeyen, senin gibi yaşam tarzını kabul etmeyen, senin dilini bilmeyen, konuşmayan, senin örf-adet ve tüm geleneklerine yabancı olan birini, ya da koca bir toplumu öldür” diyebiliyor? Yüz çocuk babası bir babayı düşünün. Bu baba nasıl bir oğluna “Bak oğlum doksan dokuz kardeşin senin gibi düşünmüyor, senin yapmak istediğin şeyi yapmıyor, git hepsini hiç acımadan öldür” diyebilir mi? Peki siz böyle insafsız, canavar bir Tanrı’ya “Tanrı” böylesine zalim, katil bir babaya da “Baba” diyebilir misiniz?
Sevgili okuyucular, sahiden siz böylesine bir Tanrı ve babaya ne diyor ve ne ad veriyorsunuz? Yine sahiden bu koca kainatı yaratan, dünyamızda yaşayan tüm insanlara “Kullarım” diyen bir Tanrı bu kadar gaddar, bu kadar zalim, bu kadar adaletsiz olabilir mi? Ayrıca bu büyük yaratıcı Tanrı nasıl olur da “Siz bana senede bir benim için, benim yarattığım canlı koyun, keçi, inek, öküz, deve, horoz kurban edin, benim için günde beş defa çıkın yüksek bir yere beni çağırın, sesinizle uyuyan küçük çocuk kullarımı rahatsız edin, yılda, benim için bir ay, 12 gün oruç tutun ve bu yapacaklarınızla beni mutlu etmiş olursunuz” diyebilir? Sahiden siz buna inanıyor musunuz? Bunun cevabı size ait.
Sevgili kardeşlerim, düşünün derinlenmesine, girin tarihin derinliğine, Kürd Zerdeşt binlerce yıl önce kırk yıl bir mağarada oturup bu kainatı yaratan varlığı, yani Tanrı’yı düşünüyor ve bu düşüncelerini de 12 bin hayvan derisi üzerine yazıyor. Yazdığı bu yazılara da “Zend Awesta” Tanrı’ya da “Ahura Mazda” adını veriyor. Bana göre Zerdeşt inancında iki Tanrı var. Biri iyilik Tanrı’sı, yukarıda dediğim gibi Ahura Mazda, kötülük Tanrı’sı ise Ehriman; ki bu düşünce biçimi bize diyalektiğin yasalarını somut olarak hatırlatıyor. Yani her bir nesnenin, her bir varlığın iki yüzünün olduğunu bize hatırlatıyor. Kanımca onun Ahura Mazda’sı güneştir, dünyayı aydınlatan, ısıtan ve her canlıya can veren güneştir, onun ışığı, onun ısısıdır. Güneş nerede? Güneş gökte. İşte Yahudi Musa’ya Tanrı’nın gökte olduğunu söyleyen Kürd Zerdeşt’tir. Semavi dinlere yol gösteren, bugünkü Kürdlerin dedesi Zerdeş’tir. Zerdeşt düşüncelerini insanlara anlatırken, bir servet sahibinin parasıyla ordular hazırlayan ve o ordularla başka kişi ve toplumlara saldırarak imha eden bir Peygamber, zorba, katil, diktatör bir kral değil. O, onun inancını kabul etmeyen kişi ve toplumları zalim ordularla çoluk, çocuk, genç ihtiyar demeden öldürüp onların mal ve mülkünü gasp eden, yağmalayan, “Ganimet” deyip yüzde yirmisini kendi ailesine ve Tanrı’sı Ahura Mazda’ya ayırmadı. Kur’an, Enfal süresi, ayet 41’e bir bakın. Ya kızlara, kadınlara, yani bizi doğuran analara ne yaptılar, ne yapıyorlar? Bugün hâlâ İslâm zalimlerin elinde üç bin Êzidi Kürd inançlı ana ve bacımız var.
Evet, Zerdeşt’in adaletini, onun İyi Düşünce, İyi Söz,, İyi Eylem teori ve nasihatinden rahatsız olan egemen güçler hiç hoşlanmadı. Onun ölümünden sonra, onun talebeleri onun nasihat ve dediklerini unutmadılar. Mazdek onun yol sürücüsü idi, ama onu ve 12 bin müridini başaşağı kuyulara atarak, onu da boğazına kadar toprağa gömerek o zulmü seyrettirip sonra onunda başını ezerek öldürdüler. Ya Êzdi Xan’a inanan Kürd kardeşlerimiz, ki onların inancı yine Zerdeşt’in bir devamıydı ve devamıdır da. Peki İslâm dini çıkarken ne yaptı onlara. Yani Zerdeşt inançlılara ve diğer inanç sahiplerine? İslâm Zerdeşt inançlı yüzbinlece Kürdü kılıçla katletti; onların kanıyla değirmen döndürdü ve sonuçta çoğunluğa inanç ve ahlâkını kabul ettirdi. Yani zulmü, yani barbarlığı, yani talanı, ganimeti, haramı helal kabul ettirdi ve bugüne getirdi.
Sevgili okuyucular bunları niçin size yazdım? Niçin böylesi bir uzun başlıkla sizi rahatsız ettim? Çünkü Hewlêr Lalêş dergâhına bizi götüren 43 yaşındaki 20 yıllık Pêşmerge ve 5 çocuk babası sürücü İsmail, bana İslâm’ın yasasındaki zulmü ve onun o zulmü haklı görmesi duygu ve haraketini hatırlattı. Deniliyorki İslâm’ın çıkışından bugüne Êzidi kardeşlerimiz 73 defa katliama uğramış. Bana göre ilk katliam sonrası 72 kez katliamın 70’î Kürd kardeşlerinin eliyle olmuş. Nasıl? Anlatayım. Ben kanaatımı söylüyorum. Çünkü bende o kardeşlerimin inancına yakın bir Kürd toplumunun bir bireyiyim. Yani Alavi “Alevi” demiyorum. Yani güneşi, Ateşi ve ışığı kutsal sayan Alavi bir Kürdüm.
Değerli okuyucu Kürd kardeşlerim, izlenimlerimle ilgili bir önceki, yani beşinci bölümde “Hewlêr’den Lalêş dergâhı ve Dıhok’a gidişimize kadar gelmiş, oraya bir nokta koyup, devamını bu bölüme bırakmıştım.
Evet, Zana kardeşimiz bizi Hewlêrli İsmail adlı bir Pêşmergenin arabasına bindirerek, yolcu etti; o Hewlêr çıkışımızda İsmail Pêşmerge bizi Lalêş ve Dıhok’a giden yola çıkardı ve biraz sonra Rowi ovasına girdi. Rowi ovası da yine bir yeşil derya gibi önümüzde uzayıp gidiyordu. Yolda ben zaman zaman arabanın camından o güzel yeşil deryaya ve o doğa güzelliğine bakarken, zaman zaman da sürücü Pêşmerge İsmail’e sorular sorardım. Sürücü İsmail bana “Mamoste ben 43 yaşında bir Pêşmerge ve 5 çocuk babasıyım. Aylık maaşım 500 Amerikan doları. Çok şükür geçimden hiç bir şikayetimiz yok; bu konuda çok mutluyuz, yalnız bir mutsuzluğum var ki, O’da babamın kötü bir hastalığa yakalanması. Onu Bağdat’a, Türkiye’ye götürdüm, ne yazıkki onun hastalığına bir çare, bir ilaç bulamadım. Beni son derece üzen şey onun bu hastalığı. Onun iyi olması için, canımı bile vermeye hazırım” demesi, beni çok üzdü ve kendi kendime “Herkesin böyle bir evlada sahip olmasını çok isterdim” dedim ve onu bu konu için kutladım, ama onun kendi inancı dışındaki diğer inançdaki insanlara nasıl baktığını hiç bilemiyordum.
Evet, ben onun bu dediklerini dinlerken, önümüzdeki yol farklılaştı, araba çakıllı bir yola girerken sürücü İsmail “Mamoste, iki yıldır iyi yağmur yağıyor, ekinler çok iyi, çiftçiler çok sevinçli. Yalnız geçenlerde şiddetli bir yağmur Habur ırmağını coşturdu, bir çok köprü yıkıldı, arazi büyük hasar gördü, bak karşıdaki köye, az kalsın sel köyü de götürecekti” dedi ve biraz sonra düz yola girdi, fakat Lalêş’e giden yolun nereden başladığını bilmiyordu. Derken İsmail direksiyonu Şêxan kasabasına doğru çevirdi ve biz kasaba içine girdiğimizde, o bir çok kişiye Lalêş’e giden yolu sorunca şaşırdım. Çünkü 43 yaşında Hewlêrli bir insan, 20 yıllık bir Pêşmerge’nin Lalêş’in nerede olduğunu bilmemesi beni şaşırttı. Bütün tarif etmelerine rağmen, o bizi yanlış bir yola koyarken, ben: “Kek İsmail, ben daha önce iki kez Lalêş’e gittim, sen yanlış bir yoldasın, -zaten yanlış yolda- lütfen geri dön” dedim, dönerken yolun alt kısmında koyun sürüsünü otlatan bir çobana sordu, çoban yanlış yolda olduğumuzu söyleyerek, hangi taraftaki yola girmemizi söyledikten sonra, İsmail doğru yola girdi ve biraz sonra bizi dergâhın önündeki nöbetçi kulübesinin önüne yetiştirdi, selam verdik, nöbetçi Pêşmergeler selamımızı aldıktan sonra İsmail arabayı dergâhın giriş kapısında durdurdu, orada park etti ve biz arabadan inerken, ayakkabılarımızı çıkardık. Çünkü dergâh’a ayakkabı ile girilmez, çıplak ayaklarla girilir. Tıpkı bizim Düzgün Baba dağındaki dergâh gibi. Biz daha girmeden önce, ben sürücü İsmail’e “Haydi beraber girelim İsmail Can” dediğimde İsmail soğuk bir dil ve suratını ekşiterek “Yok ben girmem, burada sizi beklerim” deyince bende jeton düştü. Çünkü İsmail o dergâh’a gireni kafir, katli vacip görüyordu. O dergâh onun için Şeytan dergâhıydı; ki Şeytan’da İslâm’a göre Allah’ın lanet ettiği kişi, idi. Yani İsmail o Kürd kardeşlerini Şeytan’a tapan kafir sayıyordu. Herhalde bizi de öyle görüyordu. Bunun bilincine vardığımda onun arabasına bindiğime bin pişman oldum, canım son derece sıkıldı ve İsmail gibi Kürdlerden utandım. Daha doğrusu iğrendim. Çünkü ben de onlar gibi bir Kürd idim. Hemde daha iki sene önce DAİŞ denen İslam canavarları, İslâm dini uğruna Kürdün başına getirdiklerini dünya alem görmüş, ne yazıkki İslâm’a inanan fanatik Kürd İslâmlar bunu görmemiş ve yapanlara “Bunlar İslâm değil, ew ne Îslam in” demişlerdi, ki halen de öyle diyorlar. Oysa ki İslâm öyle başlamış ve hakiki İslâm’da onlardı ve onlardır. Dilerim o parçadaki aklı başında tüm liderler, Özellikle de Mesud Barzani, Nêçirvan, YNK’dan Kubat Talabani ve diğer Kürd liderler, aklı başındaki tüm aydınlarımız, Kürd yurtseverleri, Kürdistan’ın bağımsızlığını İslâm dininden daha kutsal gören Şeyh, Seid ve hocalar, artık halkımıza dostun, düşmanın kim olduğunu, İslâm’ın bugüne kadar Kürd’e ne verdiğini, Kürdün başına neler getirdiğini, hiç korkmadan, gayet sade bir dil ve kardeşçe anlatmaları gerektiğine inanıyorum. Dilerim tüm liderlerimiz, aydın, sanatçı, tüm aklı başındaki yurtseverlerimiz, tarihi bilen tarihçilerimiz, bizi bugünkü duruma getirenin İslâm ve İslâm’ı temsil eden başta Arap, Türk ve Farıs’ın olduğunu artık geç kalmadan halkımıza söylüyeceklerdir. Çünkü İslâm dini bir savaş, katliam, yağma ve talan dinidir. Bu dinin
Anayasası bunu emreder ve uyduruk hikâyelerle, insanları birbirine düşman etmektedir. Dilerim Kürd halkı kendi düşmanının doğum gününü değil, tüm değerli lider ve atalarının doğum günlerini kutlasın.
Uzatmıyayım, o sinirlenmem nedeniyle Dergâh’dan çabuk çıktık, hiç sesimizi çıkarmadan bindik arabaya, İslâm xulami İsmail bizi Duhok’taki Hakar otelinin önüne bırakıp, bende parasını verirken, “Teşekkür ederim, sağol” bile demedim. Çünkü öylelerin sağlığı, bizim sağlıksızlığımızdır diye düşünüyorum.
Evet sevgili kardeşlerim, em ın ev gela. Dostunu düşmanını tanımayan zavallı, kafaları Arab’ın, Türk’ün, Farıs’ın yalanlarıyla dolmuş milyonlarca Kürd. Yani bizim soydaşlarımız. Peki ne olacak bu halimiz???? Cevabını siz ve bütün Kürd lider ve yurtseverleri, İslâm’ın bize ne verdiğini, dürüst Şêx, Seid ve Hocalar versin.
Böylesi bir dilekle, yedinci ve son bölümde buluşmak dileğiyle.
rizacolpan@gmail.com.