Devletin Milletini yaratması, ancak zulümle mümkündür. Atatürkçüler de bunu yaptılar. Hazırlanan anayasalar, sadece üç maddeden ibaret ve o da devleti halka karşı koruma belgesidir, anayasa hiç bir zaman toplumsal mutabakat belgesi olamadı. Halbuki özgürlük alanı toplumsal merkezdir. Atatürkçüler bunu ret ettiler, inançsal ve sosyal alanda kendi saçmalıklarını topluma dayattılar. Böylece de toplumsal bir merkez oluşamadı. Bu zulüm karşısında, insanlar saygı duymadan itaat ettiler. Günümüzde toplumsal kaosun temel sebebi de saygı duymadan itaat etmekten kaynaklanıyor.
İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler, ordusunun yiyecek ve giyecek ihtiyaçlarını karşılamak üzere, Türkiye ile yaptığı gizli antlaşma gereği, Türkiye’yi savaş alanına almadı. Daha sonra ortaya çıkan Soğuk savaş süreci de Atatürkçülerin işine yaradı. Batı Atatürkçülerin yaptıklarını görmezden geldi. En son devletin FETÖ çalışmaları, Batıyı rahatsız etmeye başladı. Sonuç ortada.
Atatürkçüler topluma dayattıkları ve icat ettikleri yalanı, toplum kendi resmi görüşü olarak ölümüne savundu, insanların her konuda söylüyemediği kendi görüşü de vardı ama hep geçersiz ve suç sayıldı. Mesela Cumhuriyetten önce, Osmanlı topraklarında Çanakkale isminde bir yer hiç olmadı. Biga ve Gelibolu sancaklarının ortasında Çanak adında bir köy vardı. Cumhuriyetin ilanından sonra Atatürkçüler Çanak köyünü il yaptılar ve adı da Çanakkale oldu. Böylece de Mustafa Kemal’in Çanakkale efsanesi icat edildi.
„Adalet Mülkün Temelidir“ altında imza Mustafa Kemal.
Bütün mahkeme heyetlerinin sırtını yaslayıp karar aldıkları bu sözün Mustafa Kemal ile hiç bir alakası yoktur. Bu söz Hz. Ömer’in Hilafet hutbesinde söylediği bir sözdür. Gerisi yalan.
„Ordular ilk hedefiniz Akdeniz İleri“
Atatürkçülere göre İzmir’e parmağını uzatarak, orduya verdiği bu emir üzerine, Ordular da İzmir’de Yunanlıları denize döktü. İyi ki ordular sözünü dinlemeyip, parmağına göre gitmişler. Yoksa ordular İzmir yerine, Antalya’ya giderlerdi. Mustafa Kemal bir subay olarak, bildiği en iyi konu coğrafyadır. Antalya’nın nerede ve İzmiri’in de nerede olduğunu çok iyi biliyordu. Sözün mucitleri, biraz cahillik yapmış, İzmiri Akdeniz’in kenarında sanmışlar.
Yeşil gözlü Osmanlı Paşalarının görevi, Osmanlı’ya Ümmet yaratmak olduğu gibi, kurdukları Cumhuriyete de millet yaratmaya çalıştılar. Temel sıloganları da „Tek din“, „Tek Devlet“, „Tek Bayrak“ ve „Tek Millet“ oldu. Yüz yıldan beri bütün yöneticiler bu sözleri türkü nakaratı gibi tekrarlıyor ama arzuladıkları yere varamıyorlar. Çünkü bu sıloganlar insanları toplumsal merkezden uzaklaştırdı ve Cumhuriyetin Milletini yaratma işlevini gördü. Bu da saygı duymadan itaat eden bir toplum oluşumuna neden oldu.
Atatürkçüler kendilerini ulusal solcu olduklarını idia ederler. işte Atatürkçülerin söylediği tek doğru budur. Bunlara göre Mustafa Kemal, „Anti Emperyalist Ulusal Kurtuluş Mücadelesini verdi.“ Oysa Mustafa Kemal kendisi Emperyalist Osmanlı’nın komutanıdır. Birinci Dünya Savaşı; Halife-i Müslimin Sultan Mehmet Reşat 23 Kasım 1914 tarihinde Küfara karşı Cihad ilan etti. Osmanlılar, Almanya cepesinde savaşa girdi. Cihad; asla ulusal kurtuluş şavaşı olamaz. Mustafa Kemal Osmanlı’nın ilan ettiği Cihad Ordusu’nun komutanıdır, anti emperyalist değildir.
Atatürk Ankara’ya taşındıktan sonra, hangi emperyalist devlet ile savaştı?
Osmanlının 400 yıllık sömürgesi Yunanistan, emperyalist olamaz.
Yoksa Sivas’daki Ali Şer’mi emperyalistti? Görüldüğü gibi Atatürkçüler, Mustafa Kemal’in karşısında bir emperyalist yaratamadılar.
Atatürkçülerin çizdiği dairenin içerisinde yer almayan bütün kesimler ve hatta bireyler, devlet düşmanı ilan edildiler. Sosyal yaşamdan ve devlet kadrolarından dışlandılar. Asıl görevi toplumu uyarmak olan, yazarlar, çizerler, gazeteciler ve sanatçılara baktığımızda, durum içler acısı. Tamamı kendi alanında, yöneticilere yalakalık yapmaya çalışıyorlar. Alın size Cumhuriyetin milleti.
Özgürlük alanı toplumsal merkez olarak, kabul görmediği için, devlet itici oldu, toplum kutuplaştı ve devlete güven azaldı. Yapılan çalışmalara göre, Türkiye’de insanların % 85’i karşısındakine güvenmiyor. Aynı mahallede ve hatta aynı apartmanda kendi çevresi ile oturmak istiyor. Basit meselelerden dolayı, onlarca insanın kavgaya katıldığını ve hatta insanların öldüğünü görüyoruz. Saygı duymadan itaat etmenin bile bir anlamı kalmadı. Toplum hızla kutuplaşıyor. Bu durum belki birilerinin işine gelir ama kendi içerisinde çok büyük toplumsal bir tehlikeyi taşıyor.
İşte yalan ve dolanla Atatürkçülerin yüz yılda yarattıkları Laik – Demokatik Cumhuriyet. 30 Milyon Kürdün yaşadığı bir yerde, „Kürd yoktur“ diyen bir devlet. Salt bu nedenle de olsa devletin Kürdleri bölücülükle suçlamaya hakkı yoktur. Olmayan bir şeyi nasıl suçlarsınız? Yüz yıldır Kürd Milleti’ne yaşattıkları acılardan dolayı, yetkililerin Kürd Milleti’nden özür dilemesi gerekirken, ağzını açan, Kürdleri bölücülükle suçluyor ve hedef gösteriyor.
Küçük Asya’da 20 milyon Müslüman Şafi-i Kürd yaşıyor. Bu insanların kendilerine ait ne bir Camileri var ve ne de bir din adamları var. Devletin üst katlarında görev yapan hiç kimseleri yoktur. Nüfusunun tamamı Müslüman Şafi-i olan Diyarbakır, Cumhuriyetin ilanı sırasında, üçüncü zengin bir şehirdi. Bu gün 65’inci sıralarda görünüyor. „Burada Türkçeden başka dil konuşulmaz“ yazıları, yakın zamana kadar Diyarbakır’da resmi dairelerin duvarlarını süslüyordu. Bu insanlardan Devletin Milleti olmasını bekleyenler, siz daha çoook beklersiniz…!
Küçük Asya’da 12 – 13 Milyon kadar da Alevi Kürd yaşıyor. Bunların ibadethaneleri olan Cemhaneler, Cumhuriyetin ilanı ile birlikte, 1925 tarihinde yasaklandı ve hala da yasak. Cumhuriyet tarihinden beri bunlardan hiç bir insan, devletin üst katlarında görev alamamıştır. Aleviler eğitimde en üst kademede, ticari ve sosyal yaşamda en alt kademede bir yerlerde sürünüyorlar. Bunlardan Devletin Milleti olmasını bekleyenler, siz daha çoook beklersiniz…!
Ancak Atatürkçülerden hala bir değişiklik emaresi görünmüyor. Atatürk’ün başlattığı çalışmalara Erdoğan eksiksiz devam ediyor. Bunu Cizre, Şırnak ve Sur’da gördük. Kerkük’e Kürdistan Bayrağı asıldığında, bunları gördük. Bir süre önce İŞİD Kerkük’e girdi ve kendi bayrağını astı. O zaman hiç bir Türk yetkilinin sesi çıkamamıştı. Kürd Peşmerge güçleri, İŞİD’i Kerkük’den çıkardı ve bir süre sonra da Kürdistan bayrağını Kerkük Kalesi’nde dalgalandırdı. Erdoğan, Ankara’dan bağırıyor „İndirin o Bayrağı oradan“ diyor. Kürdistan Bayrağı Kerkük Kalesine asıldı, artık hiç bir güç onu oradan indiremez. Boşuna bağırıp ses tellerini incitme, sana lazım olur.
Kuzey Kıbrıs’da dalgalanan Türk Bayrağı, hangi malzemeden yapıldı ve hangi sıtatüye sahipse, Kerkük kelesinde dalgalanan Kürdistan Bayrağı da aynı malzemeden yapıldı ve aynı sıtatüye sahiptir. Bağdat daha sesini çıkarmadan, Erdoğan emir veriyor, „indirin o bayrağı orada“ diyor. Arkasında Suriye İdlip’e gaz bombaları atıyor. Bu sefer sendikacılar tabutlar sırtında sokaklarda bunu protesto ediyorlar. Saddam Halepçeye aynı bombaları attığı zaman, Türkiye’de hiç kimseden ses çıkmamıştı. Elbetteki Halepçe Kürd şehri idi, hiç Türk’den ses çıkar mı?
Dünyanın neresinde olursa olsun, her Kürdün oturup iki eliyle başını tutup, iyice bir düşünmesi gerekiyor. Kürdler sözkonusu olduğu zaman, Türklerin içindekini nasıl kustuğu görüldü. Acaba Kürdlerin de bundan bir ders çıkarma zamanı gelmedi mi? Kerkük’deki bayraktan bu kadar rahatsız olup Kürdlere hakaret eden komşularınızı gördünüz. Sahte kardeşlik sözleri yürekten gelmiyor, dilin ucundan dökülüyor inanmayın.
Hani Ankara Barzani ile dosttu? En azında öyle görünmeye çalışıyordu. Zaten Barzani de hiç bir zaman bu görüntüye inanmadı. Geçmişte; Türklerin amcasına ve babasına ne yaptıklarını çok iyi biliyor ve unuttuğunu da sanmıyorum. Ankara’nın asıl amacı bu görüntü altında, Kürdleri Barzani’ye karşı kışkırtıp, Kürdler arası bir çatışma yaratmak. Umarım Kürdler böylesi bir provokasyona alet olmazlar. Tarhan ve Ankara’nın Kürdlere karşı kullanacakları son kozları da geçersiz olur.
Kürdler sözkonusu olduğu zaman Erdoğan’ın, Atatürkten hiç bir farkı yoktur.
Nisan 2017