Hakkını teslim etmek gerekirse, Erdoğan, gelmiş geçmiş bir çok Türk siyasetçisinin özelliklerini bünyesinde taşıyan bir siyasetçi.
Eğer Belediye başkanlığını esas alırsak, son çeyrek yüzyılda Türkiye’nin mega kenti olan Istanbul ve ardından da Türkiye’yi tek başına yöneten bir profile sahip.
Bu kadar sürede, aralıksız bir şekilde Türkiye’yi yönetmek, Cumhuriyeti kuran Atatürk’e bile nasip olmadı.
Bundan sonra ne kadar ve nasıl yöneteceğini, öyle sanıyorum ki kendisinden başka kimse de bilmiyor.
Peki nedir onu böylesine vazgeçilmez kılan?
Alternatifsizlik mi?
Ya da, başarıları mı?
Hiç kuşkusuz heriki etkenin belli ölçülerde payları var.
Erdoğan’ın geçmişten günümüze Kürt Sorunu ve Askeri Vesayet konularında attığı kimi adımlar, toplumun demokratikleşmesi doğrultusunda bir sonuca ulaşmadıysa da, onun hanesine başarı olarak kaydedildi.
Türkiye’nin temel iki sorunu ve sistem açısından birer tabu olan bu iki alana el atabilecek bir siyasi figürün olmayışı, aynı zamanda Erdoğan’ı toplum nezdinde alternatifsiz kıldı.
Ancak her şeye rağmen Erdoğan’ı bugün „herşeyin başı“ olma konumuna getiren ve onu alternatifsiz kılan şey, yazının başında belirttiğim cümlede gizli.
Bu açıdan ele alındığında, Erdoğan, kısmen Demirel, kısmen Erbakan, kısmen Ecevit, kısmen Özal, kısmen Türkeş ve bir o kadar da Evren, hatta Atatürk tür…
En az Demirel kadar Türk toplumunu tanıyor ve ona göre davranıyor.
Demirel hatalarını, „Dün dündür, bugün bügündür“ söylemiyle kapatırken, Erdoğan, „Dün kandırıldım, yarın yine kandırılabilirim“ diyerek masumiyet karinesine sığınıyor.
Erbakan’dan daha başarılı ve de daha etkileyici bir şekilde siyaseti din üzerinden kurguluyor.
Misal, Erbakan soyut bir söylemle insanlara cennetin tapusunu vaad ederken, Erdoğan, uğruna ölenleri peygambere komşu olmakla müjdelemek gibi, daha inandırıcı bir söylem ile insanlara dokunuyor.
İşçi ve emekçileri Ecevit’den daha iyi kucaklıyor.
Ecevit şapka ve fakirlik üzerinden işçi ve emekçilerle telepati yaparak bir bağ oluşturmaya çalışıyordu, Erdoğan gecekondularına kendilerinden biri gibi misafir olarak yakınlık kuruyor.
En az Özal kadar liberal.
Özal her mahalleden bir milyoner çıkarmaya çalışıyordu, Erdoğan sadece kendi evinden üç milyoner çıkarttı.
En az Türkeş kadar milliyetçi.
Türkeş, bir ömür boyu kullandığı üç hilal ile, ancak Türklerin bir kesimini bir araya getirdi, Erdoğan „Rabia“ ile neredeyse tüm Türkiye’yi bir potada eritecek.
En az Evren kadar güçlü.
Evren, askeri darbeyle bile „herşeyin başı“ olamazken, Erdoğan darbesiz bir şekilde „her şeye“ baş oluyor.
En az Atatürk kadar askeri bir dehaya sahip.
Atatürk, Osmanlı mirasının bir kısmını kurtarma pahasına başlattığı „kurtuluş savaşını“ bile tamamlayamazken, Erdoğan, ondan devraldığı başkomutanlıkla bugün „ikinci kurtuluş savaşını“ veriyor.
Bu yolda, Atasını aratmayacak şekilde, birlikte yola çıktığı yol arkadaşlarının defterlerini sırayla dürerek menziline doğru ilerliyor.
Erdoğan, ilk beş yılın sonunda liberal ve solcuları bir kenara itti.
İkinci beş yılın sonunda cemaat üzerinden Kürtleri vurdu.
Şimdi de milliyetçilik üzerinden cemaati bitiriyor.
Bundan sonra sıra kime gelecek…
Nerede duracak…
Nasıl bir figüre dönüşecek…
Soruların cevabı az veya çok tahmin edilse de, Türklerin her şart altında ve koşulsuz olarak ona sundukları desteğin devamı ve Perinçek ile yoldaş olarak girdiği yolun mesafesi belirleyici olacak…
firataras@navkurd.net
12.01.2017