Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim, sürekli yazı yazmaya 1984 Nisan ayından sonra başladım. O günden bugüne 23 kitap yazdım. Bunlardan üçü roman, biri derleme, biri Halk Hikâyeleri. Kürdçesi “Çîrokên Gelî”.
Bunların hepsi ana dilim ile yazılmış. Yani Kürdçe. Anılarım ise iki dilde yazılmış. Kürdçesi “Serhatî û Bîranînên Min, Jan û Jîyan” Veng yayınları. Türkçesi “Coğrafyasını Arayan Irmak, Acı ve Yaşam” Doz
yayınları. Ayrıca “Avustralya’da Kürd Sesi” adlı kitabım, burada yayınlanan Türk gazete yazarlarının halkım Kürdlere karşı hakaretlerine değişik isimlerle yazı yazıp kendilerine yolladığım mektuplardan oluşmaktadır. Bir diğeri çeşitli Kürd gazete ve sitelerine yazdığım yazılarımdan oluşmaktadır, ki buna da ad olarak
“Avustralya’dan Kürdistan’a Gelen Ses” adını verdim. Bu kitabım da yine Doz yayınları arasında yayınlandı, bunun ikinci cildi henüz basılmadı, ancak baskıya hazır. Bu iki cilt kitabım iki dilde yazılarımdan oluşmaktadır. Bir diğer Türkçe ile yazılmış kitabım “Türkiyeli Emekçiler Destanı” bu Türkçe şiirlerimden oluşmakta, ki bu kitap burada Dersim yayınları adıyla yayımlandı, önsözü de dostum, yoldaşım şair, yazar, ressam Muzaffer Oruçoğlu yazdı Kendisine teşekkür borçluyum. Öteki kitaplarım hepsi Türkçe ve Kürdçe
şiirlerimden oluşmakta. Yani iki kitap birarada.
Sevgili okuyucu kardeşlerim, yaş oldu 82, ülkemden 18.000 kilometre uzak bir diyarda yaşıyor, onun hasretini çekerek adım, adım derin çukura doğru yol alıyorum. “Sıhatım yerindedir” diyemem. Kalp ve mide
rahatsızlığı beni umutsuzlandırıyor ve korkutuyor. Ölüm adı bana korku veriyor. Dost ve tüm tanıdıklardan, sevdiğim çocuklarımdan, eşimden ve tüm sevdiğim akrabalarımdan ayrılmak ve bir daha geri gelmemek ve
görüşmemek. Bu anlatım bile insana acı veriyor, ama bu acıya bir ilaç ve bir derman bulmak imkansız. Ölümünün bilincinde olan tek canlı yaratık insan. Ölüm insan ile doğar ve en son yok eden görünmeyen bir
canavar. İşte bu canavar hergün bir yerimi yiyiyor, incitiyor ve güçten düşürüyor. Kısacası ben bu canavarla hergün boğuşmaktayım, ama onu yenmem münkün değil. Bu nedenle ona yenilmeden evvel, tüm sevdiklerime “ELVEDA” demek istiyorum. Elveda herkesin bir borcu, bunu dememek mümkün değil. Sakın şimdiden bir bütün size “ELVEDA” demek istemiyorum. Kendimde güç buldukça, beynimde bir şikayetim olmadığı müddetçe arasıra yine düşüncelerimi, gördüğüm, duyduğum olaylarla ilgili yorum ve fikirlerimi sizlere iletmeye çalışacağım. Buna söz veriyor ve inanmanızı istiyorum.
Sevgili kardeşlerim, bu yazımda size herhangi bir olaydan bahsetmek istemem. Zira ülkemiz Kürdistan ve tüm dünyada gelişen olayları yazan, yorumlayan, binlerce yazar, çizer, siyasetçi ve haber dağıtan gazeteciler, ulaklar var. Ancak ben bu yazımda size daha önceleri, yani 2000 yılının içinde burada birinci baskı Dersim Yayınları adıyla, 2005 yılında ise İstanbul Doz yayınları arasında yayımlanan “Nâzım’a
Mektup, Yurda Hasret” Kürdçesi “Kesera Welêt” adlı kitabımda “Kısadan Hayat Hikâyem” başlıklı şiirimi yazmak istiyorum. Bu şiirde siz kısadan hayat hikâyemi öğrenmiş olacaksınız. Yani bir Kürd çobanının
yaşam hikâyesini. Eğer bir bütün yaşam hikâyemi öğrenmek istiyorsanız, bir bölümünü yukarıda iki adla belirttiğim kitaplarda ve bir bütün olarak Kürdçe yazdığım “Serpêhayên Rustem û Namerdîya Namerdan” adlı romanımdan öğrenebilirsiniz. Romandaki, roman kahramanı Rüstem benim.
Merak edenler bulur ve okur.
Bu konuya son verirken, hepinize hayat hikâymin kısa şiirsel şiirimi yazayım. “Kısa” dediysem, o denli de kısa değil, baya uzun. Dilerim okurken bıkmazsınız. Böylesine bir dilekle.
Kısadan Hayat Hikâyem.
Memleketim Kürdistan
Yani ana yurdum
Dersim beldesi
Vilayetim Mameki
Yani Dersim merkezi
Yani bir zaman Kalan
Daha sonra da Tunceli olan yer
Yani Kürdün başına vurulan tunç el
Sahipleri değiştirmedi bu ismi
Değiştirmediler köy, kasaba
Dağ ve ova isimlerini
Bir başkaları
Zalimler
Zorbalar
Ve barbarlar
Kan üzerine
Kezzap dökerek yazdılar
Mazgirt olduğu gibi kaldı
Herhalde Malazgirt’e benzerliği nedeniyle
Muhundu
Yani Moxındi
Şimdi “Darıkent”
Hemde darının yetişmediği bir yer
Köyüm Küpik
Yani Kûpık
Şimdi olmuş “Gelincik”
Doğduğum ülke
Her taşın altında
Her karış toprağında
Her ağacın dibinde
Gölgesinde
Her çeşmenin berrak suyunda
Resmim, hayâletim
Her yüksek kayanın üstünde izim
Ve bir anımın olduğu diyar
O ana yurdum
Yani yedi bin sülâlemin yurdu
Onbin yıllık vatanım
Dünyaya gözümü açtığım toprağım
Demir ökçe altında inler
Yanık-yanık ninniler söyler şimdi
Solduruldu gelinciklerimiz
Newroz ve nergizlerimiz
Kirletildi kızlarımız, gelinlerimiz
Süngüye takıldı ana karnındaki bebeklerimiz
Kız mı, oğlan mı? denildi
Kürd insanlarının boynuna
Boyunduruk takıldı
Düven sürüldü dikenli kengerler üstünde
Zext
Yani çivi ile öldürüldü insanlar
İşte böylesine bir belde de
Dünyanın bu diyarında
Bir Sonhahar günü
Eylül mü
Ekim mi?
Bilemem
Zaten bu Tanrı diyarında
Pamuklar bu aylarda olgunlaşır
Kozalaklar toplanır
Annem pamuk tarlasında sancılanır
Zor yetişir topraklı
Üstü düz
Dam saçakları dibinde
Ufacık pencereli eve
Telaş
Sancı
İnleme
Tanrı’yı
Xızır’ı
Ve tüm Dersim evliyalarını
Yardıma çağırması
Ve o esnada komşu kadınlar
Ebesiz
Doktorsuz bir diyar
Barbar ayakları altında bir ülke
Herşey
Herkes
Tanrı’ya
Xızır ve evliyalara emanet
Ölürse ecel
Tanrı, Xwedê öyle istedi
“Alın yazısı” denir
Kurtulursa
Yiyecek yemeği
İçecek suyu var
Ve “Şükür” denilir
Ve doğurur beni annem
Çile çekmeye yeni bir aday
Ne o ölür
Ve ne de ben
Senem nene keser göbeğimi
Tuzlar bedenimi
Siyah sac da kavrulur özel bir toprak
Serilir yamalı bir bez üstüne
Islak ve tuzlu bedenim
Belden aşağı yatırılır toprağa
O günden beri toprak çeker beni
Aramızda bir savaş var
Hayalarım kaybolur toprakta
Kapanır
Ve kundak
Bağlanır bir keji ile
Uçkur misali
Özel yapılmış bir el sanatı
Ve bir çehiz türü
Türkçe ismi nedir bilmem
Bilsem de söyleyemem
Annem yere serilen
Bir döşek üstünde
Ve ben sağında
Bir kalbur üstünde
Ufacık bir ip yumağı gibi
Müjde verilir babama
“Bir oğlun oldu” denir
Bir fistan
Yani bir entari ister müjdeci
Hanım nene
Meşhur Çarekan aşiret reisi
Şah Hüseyin Bey
Hani şu 360 köyü olan zorba
Eski Osmanlı dönemi
Pülümür Kaymakamı
Hüsnü Çanakçı’nın kız kardeşi
“İsmi Rıza olsun
Ölen oğlumun ismi” der
Yani yeni topraktan çıkan filiz
Ayak altında basılmaya hazır
Ve güçsüz
Yunanca kök
Kürdçe gönül rızası
Oysa benim gönlümü
Fikrimi
Rızamı soran olmadı
Beklemediler ben
Ben olayım
Adımı kendim alayım
Kısacası
Haberim yok ismimden
Cismimden
Hayvandan da hayvan
Can taşıyan
Ve tüm insani organları olan
Kara, kuru bir bebeğim ben
Özgürlüğüm o günden alınmış benden
Oysa ben isterdim adım Azad olsun
Yani özgürlük
Ya da Aşti
Yani Barış
Savaşsız
Kavgasız bir dünyayı simgeleyen bir sözcük
Her ne ise
Beni bekleyen kim
Töre böyle
Adet böyle
Böyle gelmiş
Böyle gider
Dilerim değişsin bu töre
Töredir bizim orda
Her gelen komşu insanı
Özellikle kadın ve genç kızlar
Eğilir kundağı öper
Anaya “Geçmiş olsun
Gözün aydın” der
Komşu kadınlar
Özel yemekler pişirirler
Getirirler doğuran kadın evine
Sir
Zerfet
Keşke
Qavut gibi yağlı yemekler
Genç kızlar
Delikanlılar
Üç gece govend tutarlar
Stran
Kılam söyler
Çeşitli güldürücü
Kömik şeyler yaparlar
Sabahlara kadar
Bu oyunlar ve eğlence
Devam eder
Babamın dördüncü çocuğuyum ben
Annemden ikinci
Oğlanlardan birinci
Babam iki evlidir
Ölen hanımı yerine
Almış annemi
Annam dokuz çocuk doğurdu
Biri kız
Yani ablam Zerif
Halen sağ yaşıyor
Sekizi oğlan
Zalimlere köle
Sömürücülere uşak
Dördü ölü
Dördü sağ
Doğum günümü bilmem ben
Dersim katliamında
Bir-iki yaşımdayım herhalde
Ölüm kokar her taraf
Her yan
Her köşe, bucak
Toprağın rengi kızıl kana boyanmış
Dünya suskun
Gözler kör
Kulaklar sağır
Diller lal
Kürd’e bulunmaz bir dost
Ve bir heval
Munzur, Harçık
Peri, Murad
İnsan cesedlerini taşır
Ölen balıklar misali
Sular kızıl kan
İçinde binlerce cesed ve can
Dicle’ye
Fırat’a
Ve Basra körfezine doğru
Balıklara yem
Kutu ve Laçdere vadi mağaralarında
Aşılbaba dağı ve Sındam vadisinde
Ceset kokuları
Zehirli gazlarla ölen onbinler
Çocuklar, gençler ve ihtiyarlar
Ve hanlar
Ve değirmenler
Ve yanan bedenlerin kokusu yayılır
Kutsal Dersim toprağına
Duman
Sis ve mıj
Ve çığlık
Ve vahşet
Ve kurşun yerine süngü
Ve parçalanan bedenler
Ve kızıl kan
Ve rengi değişen toprak
Delinen
Parçalanan kalp ve yürek
Yürekler
Anne kucağında yere düşen bebek
Bebekler
Analar
Baba ve neneler
Ve pir î ihtiyarlar
Kirletilen kızlar
Kadınlar
Gencecik gelinler
Bizim gelinler
Bizim kadınlar
Körpecik bacılar
Bizim bacılarımız
Ve annem kucağında ben
Babam ile ve iki ablam
Bir de ağabeyim Hüseyin
Dağlarda
Derelerde
Paysêl ve Qemlexan vadisinde
Ve çeşitli mağaralarda
Ve oranın birçok derelerinde
Yaşıyabilmek için
Zalim ve barbarlardan kaçmak
Açlıkla savaşmak
Ot ile karın doyurmak
Tam iki sene
Ağustos 1938
Yetmiş bin insan öldürülür
Ve ben
Ve biz
Ve diğer binler
Kurtuluruz ölümden
Zulümden
Şükür olsun
Kime??????
Beş yaşımda çoban
Hayvanlarla arkadaş
Bir dünyam var benim
Köyüm Kûpık
Bir dilim var Kürdçe
Duymam
Bilmem başka dil
Başka bir dünya
Başka halkları
Ve kıtaları
Bir tek dünyam var benim
Babam derdi “Adı Kürdistan”
Yıl 1946
Bir Sonbahar günü
On, onbir yaşımdayım herhalde
İki zeftiye
Türkçesi zaptiye
Yani jandarma
Dikilir kapımıza
Köy muhtarı Haydar Akagündüz ile
Ve babama:
“Ya bu çocuğu okula göndereceksin
Ya da yüz elli lira para vereceksin” derler
Yüzelli kuruşu olmayan
On altı nüfusu geçindiren bir babadan
Yüzelli lira para istenir
Ne garip
Ne acı değil mi?
Para, para, para
Şair ne güzel söylemiş
“Varlığı bir dert
Yokluğu yara”
Nereden bulsun zavallı babam
Ve ben
Boynunda dokuma bezden bir çanta
İçinde arpa, buğday ve darıdan karışık
Kupkuru bir ekmek
Ve üstümde, beyaz kefeni andıran
Bir beyaz şalvar
Yırtık ve yamalı
Aynı bezden bir üst
“Kıras” deriz biz ona
Çıplak nasırlı ayaklarla
Uzak “Şilk” adlı bir köyde
Okuldayım
O gün görüyorum Türk bayrağını
O gün duyuyorum Türkçe konuşanı
Eğitmen Şükrü Can Hoca’yı
Gıravatı görüyorum Hoca’mın boynunda
Ve bembeyaz gömleği
İmrenirim o gün Hocama
Bir beyaz gömlek hasreti
Ve gıravatın cazibesi
Çabuk öğretir bana dili
Yani Türk dilini
Hele her sabahki yemini
Türk’üm, doğruyum’u
Ezberledim su gibi
Konuştum bülbül gibi
Öğrendim üç ayda dili
Öğrenmişim değil mi?
Hemde bir Türk kadar
Ve sonra?
Ve sonra?
Yabancılaştım kendime
Köylüme ve tüm halkıma
Savundum olmazları
Dinledim kuyruklu yalanları
Ta ki ben ben olayım
On dört yaşımda bıraktım okulu
Açıldı diyar-ı gurbetin yolları
Hiç unutmam o günü
Yıl 1951
Nisan ondört
Günlerden Çarşamba
Yakılan kitaplarımı
Çekilen saçımı
Dövülen anne va babamı
Üvey ağabey zulmünden kaçış
Bin bir zahmet sonucu Adana
Kuru köprü semtinde bir handayım
Yataksız, yorgansız
Kuru tahtalar üstünde
Otuz kuruşa inşaatta çalıştığım günler
O minnacık boyumla
Çiroz gibi bedenimle
Ve çiftliklerde
Hayvan ahırlarında
Gübre, saman üstünde
Hayvan malağında yattığım
Uzun ve karanlık geceler
Yüzlerce emekçi
Kadını ve erkeğiyle birlikte
Güneş altında kavrulan bedenim
Kemiğim, etim
Ve bitlerle savaştığım o acı dolu günler
Hafta sonu Karşıyaka davar meydanında
Yorgansız, savansız
Çiğ altında yattığım o karanlık geceler
Yıldızlar birer ateş böceği gibi görünürdü gökyüzünde
Hiç unutmam o yılı
İlk portakalı yeyip tattığım yıl ve mekân
İlk takım elbise aldığım kent
Ve ayaklarıma
Kırmızı bir iskarpin taktığım yıl
Ve kırmızı tisor gömlek
Ve köye dönüşümde
Anne ve babamın sevinci
Sonra babamın ölümü
Babadan yetim kalışım
Beş kardeşe baba
Ve ağabey oluşum
Yıl 1954
Aylardan Mayıs
İstanbul’dayım
Yepyeni bir diyar
Rüyalar diyarı
Yüreklerde
Ve beyinlerde saklanan cennet
Ama bana cehennem olan diyar
O bana yabancı
Ben ona
Görüşü, güzelliği
Boğazı, Üsküdarı
Bebek’i, Kuzkuncuğu
Emirgan, Tarabyası
Florya, Modası
Ve tüm doğası
Karın doyurmaz ki
İş ararım iş yok
Aş ararım aş yok
Açım, karnım aç
Beş kuruş param yok
Barınacak, yatacak bir yer
O da yok
Mekân olur köprü altı
Taksim ve Tepebaşı parkı
Köprüde demir ve beton
Parklarda tahta kanepeler
Oldu yatağım
Sonra bir kahvehanenin merdiven altı
Çimento kağıtları üstünde
Kışta
Dört mevsimde yatışım
Hiç unutmam
Kasımpaşa büyük cami bahçesini
Ve köprü altında güvercinlere
Atılan kuru ekmek kırıntılarını
Ölmemek için
Toplayıp yemek
Ne de hoş olurdu
Bilir misiniz?
Yıl 1955
Sonbahar
Eylül başlangıcı
Lanet olsun Eylüllere
Hiç sevmem Eylülleri
Çeşme Meydanı
“Marmara Şarap Evinde” çalışıyorum
Allah’a şükür bir iş bulmuşum
Bir de sevgilim var
İsmi Ayten
Ayten’de Ayten
Huri misali bir kız
Ümit Yaşar Oğuzcan’ın bir şiirindeki Ayten gibidir
Saat gibi
Kalp saatım hep “Ayten, Ayten” diyordu
Ne hayâller kurmuştuk onunla
Ne hayâller
Ve 6-7 Eylül
Yunan halkının katliam günü
Tarlabaşı’nın karanlık bir sokağında
Gece saat on birde
Örfi-idareden
Ve çapulcu olarak tutuklanmam
İşkence
Dayak
Zulüm
Dört gün aç ve susuz
Ve Selimiye kışla zındanları
Sirkeci askeri konak
Hapis
Beş ay sonra kaçış
Firar
Bursa Tirilye nahiyesine
1938’de oraya sürgün edilen
Hüseyin Doğan’ın evine
Altı ay sonra yine İstanbul
Daha sonra genel bir af
Ve ben serbest.
Yıl 1956
Yine bir Sonbahar günün gecesi
Kendimi buldum Beyoğlu’nun gecelerinde
Halil isminde bir Pülümürlü hemşerimin yardımıyla
“Turist “adlı bir pavyonda komi
Daha sonra garson
Ve kavgacı
Hemde mizacıma ters
Şartlar sürükler insanı
Yıl 1959
16 Ekim günü askerlik
Bahriyeli
Önce eğitim
Sonra üç ay Kamarot kursu
İskenderun Deniz Eğitim Alayı
Dağıtım sonrası Anadolukavağı
Dört Kıyı Top Taburu
Oradan da Sarıyer Ordu Evine
Ben şef garson
Orada tanıdım 27 Mayıs 1960 cunta şefi
Reisicumhur Cemal Gürsel’i
İki kez kahve içirdim bu halkımın düşmanına
Cemal Tural
O zaman birinci Ordu Kumandanı
Kor General
Sonra Orgeneral,Genel Kurmay Başkanı
Orak burunlu Elazığlıya
Defalarca yemek servisi
Celal Eğicioğlu’nun özel garsonu
O zaman Tuğ Amiraldı
Sonra Deniz Kuvvetleri Kumandanı
Yasıada mahkeme başkanı
Salim Başol’u
Savcı Ömer Egesel’i
Orada tanıdım
Daha kimleri, kimleri
Eski faşist Terakkileri
Fahreddin Altayları
Tam üç sene askerlik
Terhis sonrası Kıbrıs
28 Aralık 1962
Evleniyorum
Kürd
kökenli bir kızla
Bu hikâye uzun
Uzun sayfalar ister
Anılarımdadır bu masal
Ve bir yıl sonra savaş
Her şeyimi kaybettiğim yıl
Yani 21 Aralık 1963 günü
İki tarafta akan kızıl kan
İnsan kanı
Tükenen can
Ve ben yine asker
Mücahit
Tam iki sene
Şükür ölmedim
Öldürmedim
Yıl 1965
28 Şubat
İstanbul yolundayım yine
Eşim iki kızımla
İnci ve Hayâl
Ekim 1966 Almanya
Hamburg kentindeyim
Eşim Refa hanım ile
O işçi, ben turist
Dep, yani Karakoçan
Çakan köyünden
Düzgün, Hacı ve Rifat Çelebi’ye misafirim
Rifat ve Hacı bana “Dayı” der
Bu hikâye de uzun
Ve en son
Dört ay sonra dönüş
Mekân yine İstanbul Kasımpaşa
Bugünkü Türk Cumhurbaşkanı
Recep Tayyip Erdoğan’ın mahallesi
Küçük Piyale
Resne sokak
No 33
İşte tam o yıl
Önce sendikacılık
Ve siyaset
Ve devrimcilik
Ve kaçış
Dünyanın Güney Kutbuna
Günlerden Çarşamba
Tarih 19-1-1970 günün akşamı
Pan Amerika ile önce Beyrut
20-1-1970 günü
Hollanda Kraliyet hava yoluyla
Önce, Filipin’in başkenti Manila
Sonra Benkonk
Ve 21-1-1970 günü
Avustralya kıtasının
Dünyanın en güzel şehri Sydney’deyim
Beni karşılayanı minnettarlıkla anıyorum.
Bu hikâye de uzun
Okuyun anılarımdan
“Yitik bir devrimci” demişti
Bir üniversiteli
Gürcü yoldaşım
Galip KOÇDEMİR bana
Ama yitirmedim inancımı
Güçlü kıldım harcımı
Örgütledim burdaki Kürdleri
Sydney ve Melbourne kentinde
37 yıl buradaki işçi partisinin üyeliğini yaptım
Uzun yıllar Komünist
Ve Sosyalis Partisinde çalıştım
İki kez suikasta uğradım
Türk devleti’nin örgütlediği
Hain bir Kürd eliyle
Ama öldürmediler
1983’te Kenan Evren’den
“Yurda Dön” çağrı mektubunu aldım
Dönmedim, diğer 12 yoldaşımla
Dokuzu Kürd, dördü Türk
Dört kez eski Sovyetler Birliğini
On yedi kez Avrupa’yı
Bir kez Amerika’yı
Çin’i ve Kanada’yı ziyaret ettim
Dolaştım dört kıtayı
Ortadoğu’da İran, Irak, Suriye’yi
Üç kez Özgür Kürdistan parçasını
Gördüm, dolaştım
Çeşitli dil ve kültürlerle tanıştım
Bilincimi çeşitli kişi ve halklardan aldım
Çoban’dan profesör’e kadar dostlarım oldu
Her biri bana öğretmen
Dost ve yoldaş
Ben ise bir talebe
Okudum iki binden fazla kitap
Yüzlerce dergi
Binlerce gazete ve makale
Ve şimdi yıl 2017
Ben 2 Laguna Street
Yani sokak
Kellyvile Ridge, 2155 Sydney, Avustralya
Adreste oturuyor
54 yıllık eşim Refah hanım ile günlerimizi doldurur
Nöbetimizi tamamlamaya çalışıyoruz
Dört çocuk babası
Yaşlı anne ve babayız
Saçlar bembeyaz
Yüz kırışık
Kalp kırık
Çocuklar:
İnci, Hayal
Hakan, Heval
Seksen iki oldu yaş
Değişti bütün beden
Kar beyaza dönüştü baş
Çekilen bunca acı ve dert
Ve keder
Bilmem nereye kadar gider
Hayat hikâyem budur kısadan
Okuyun beni JAN û JÎYANDAN
Ve Rüstem’in anılarından.
Helal edin hakkınızı beni sevenler
Sizlerin olsun mutlu ve güzel günler.
Son verirken yeniden bütün okuyucularımın ve bütün Kürdyurtseverlerinin yeni yılı olan 2017 yılını kutlar, hepsine başarılar dilerim. Ayrıca 2017 yılının bütün dünya halkları için barış ve demokrasi, savaş ve kavgasız bir yıl, halkım Kürd halkı için de Özgürlük ve Bağımsızlık yılı olmasını diliyorum.
En güzel günler bütün insanseverlerin olsun.
Selamlar, saygılar