Bir millet üzerinde yaşadığı topraklara, kişilik kazandırmadan o topraklar üzerinde, kişilikli, şahsiyetli ve onurlu yaşaması mümkün değil. Bu nedenle Kürd Milleti’nin birinci görevi, üzerinde yaşadıkları topraklara kişilik kazandırmaktır. Kişilik kazanmış topraklar insanı bir ana şefkatı ile kucaklar ve korur. Kişilik kazanmış toprağa ismi ile seslenmek ne hoş bir duygu. Bir insan ancak bu duygularla kişilik sahibi olabilir.
Kürdistan dört cepeden savaş halinde ve Kürdler, üzerinde yaşadıkları topraklara, kişilik kazandırmaya çalışıyorlar. Kürdistan tarihinde ilk defa, ABD ve Rusya başta olmak üzere, altmışiki devlet birleşmiş, Kürd Milleti’ne bu çabalarından dolayı katkıda bulunmaya çalışıyorlar. Bu devletlerin çıkarı var diyorlar, daha iyi ya öyleyse yaptıkları işte samimiler, Kürd Milleti’nin de bunda sınırsız menfaati var, daha ne istiyorlar.
Kürdistan’ı işgal edip paylaşan ülkeler huzursuz ve şaşkın. Bunlar; „Bağımsız Birleşik Kürdistan“ konusunda, sonucu çok net olarak görmeye başladılar, bu nedenle huzursuzlar. Şaşkınlar çünkü ne yapacaklarını bilmiyorlar ve birbirinden kopuklar. En büyük şaşkınlığı yaşayan da Türkiye. Bu nedenle Türkiye olmadı, yeni baştan ve Musul bizimdir diyor.
5 Mart 1923 gizli oturum, kürsüye çıkan M. Kemal; „Lozan antlaşması Misak-ı Milli’ye göre yapılmıştır“ diyor. Bunun üzerine ateşli bir tartışma başlar. Buna itiraz eden, Ergani Milletvekili Emin Bey; „Musul’u satıyorlar“ der. İzmit Milletvekili Sırrı Bey; „Rica ederim efendim, hiç kimse bir yeri satmaz“ Bu sözleri çok sayıda Milletvekili destekler. Bunun üzerine, Bitlis MV. Yusuf Ziya Bey „Mesaili Milliye namına satıyorlar“diyor. Bunun üzerine tartışma büyür ve oturum kapatılır. İkinci gün 6 Mart 1923 Bitlis MV Yusuf Ziya Bey, „Musul, Türkiye’nin bir parçasıdır“ diyor.
Görüldüğü gibi M. Kemal ve Türk MV 1923 tarihinde Musul’u İngiliz’lere satmışlar. Hem de Milli menfaatler karşılığında. Misak-ı Milli siyaset belgesine göre Musul Türkiye sınırları dahilindedir. Musul elden gidiyor diye itiraz edenler de Kürd kökenli MV. Bilindiği gibi Bitlis MV Yusuf Ziya Bey 1925 tarihinde M. Kemal’ in emri ile idam edildi. Peki çok önemli Milli menfaat neydi? Eğer Halep ve Musul Kürdleri de Türkiye’ye katılsaydı, nüfusun çoğunluğunu Kürdler oluşturacaktı, Ankara bu büyük lokmayı yutmakta zorlanacaktı, bu nedenle sadece petrol gelirlerinden % 10 bir hisse ile Musul satıldı. Bu petrol payı da daha sonra Yüz Milyon TL. karşılığı BP’ye satıldı.
Türkiye’nin güney sınırları Lozan’da Misak-ı Milliye göre hazırlanmış ve belgelere geçmiştir. Buna göre, İskenderun körfezinin güneyinde Akdeniz’den başlayarak, Halep’in güneyinden, Musul’un güneyinden geçerek İran sınırına varır. Bu günkü sınırlar, Atatürk’ün de altında imzası bulunan, Ankara anlaşması ile belirlenmiştir. Türkiye’nin bu sınırların dışında bir hak iddia etme hakkı yoktur.
Ankara, Musul müdahalesine katılmak için can atıyor, „Musul bizimdir“ diyor.
Peki Türkiye’nin Musul’da ne işi var ve Musul’la ne alakası var?
Türkiye 1952 yılında Bağdat Paktı’nı imzalarken, Musul neredeydi?
İŞİD Musul’u işgal edip, Türk Konsolosluk görevlilerini esir aldığı zaman, neden müdahale etmek akıllarına gelmedi?
Yoksa Musul’un İŞİD’in işgalinde kalması Türkiye için dahamı iyi olur?
Şimdi Ankara’da kiyamet kopuyor, savaş naraları yeri, göğü inletiyor. Sanki Irak Türkiye’nin bir şehrini işgal etmeye çalışıyor. Irak iki yıl önce, İŞİD tarafından işgal edilmiş kendi Musul’unu İŞİD işgalinden kurtarmaya çalışıyor. Türkiye sana ne oluyor?
Evet 1920’de İstanbul Meclisi’nin Lozan’a sunduğu siyasi belgesi Misak-i Milli’ye göre Musul bir Türk vilayetidir. Bu doğru da bu güne kadar sözde Türk aydınları ve siyasetçileri neredeydi? Saddam döneminde neden olağanüstü diplamatik becerisini kullanıp, Atütürk ve İnönü’nün 1926’da İngilizlere Ankara’da hibe ettiği, bu topraklarınızı geri almadınız? Yoksa Atatürkçüler bu güne kadar, Lozan’la ilgili hep yalan söyleyip insanlarımı kandırıyorlardı? Evet aynen de böyle yapıyorlardı.
Evet Musul, İstabul Parlamentosu’nun 1920’de aldığı Misak-ı Milli siyasi belgesine göre, Lozan’da Türkiye hudutları dahilindedir. Ancak daha sonra Atatürk ve İnönü burayı, İngilizlere hibe etmiştir. Bu gün de 62 müttefik ülke, o zaman Türkiye’nin Milli çıkarları uğruna yaptığı hatayı düzeltmeye çalışıyor ve burayı asıl sahiplerine (Kürdlere) geri iade etmeye uğraşıyorlar. Bundan kimsenin zerre kadar kuşkusu olmasın. İşte bu hakikat da Türkiye’yi son derece rahatsız ediyor. Sözde Türk aydınlarına göre, Musul İŞİD’in elinde kalsın ama asıl sahibi Kürdlere bırakılmasın.
Türkiye kendi iç sorunlarını gölgelemek için dışarıya sataşmaya çalışıyor. Generallerin yarısı zindanda ve yeni darbeler konuşuluyor. Özellikle ABD başta olmak üzere batıya ve Rusya’ya meydan okuması, biraz da zorundan olsa gerek. Yanlış bir strateji, batı olmadan, Türkiye olmaz. Çünkü yüz yıldan beri Türkiye bütün organlarıyla, batıya bağımlı yaşıyor.
Bunu 2001 yılında, Batının İstanbul Borsası’nda bir kaç milyar dolar çekip, Türkiye’yi Başbakan Ecevit’in başına nasıl yıktıklarını gördük. Bir günde 22 bankanın nasıl iflas ettiğini gördük. Sakıp Sabancı, „Ben bir gecede servetimin % 40’nı kayıp ettim“ dediğini duyduk. Bu gerçekler ortadayken, böbürlenmenin hiç bir anlamı yoktur. Sokaktaki insan savaştan ziyade, ekonomik krizden korkuyor.
Türkiye’nin NATO ve BM üyesi olması bu konuda bir avantaj olamaz. Çünkü bu kurumlar Türkiye’yi çok yakından izliyor. NATO ve BM Genel Sekreterlerinin daha önce Türkiye ile ilgili yaptıkları açıklamalar var. Türkiye güven vermediği için Maraş’da bulunan roketlerini söktü götürdüler.
Eğer Türkiye, kendi hatalarından dolayı üç maymunları oynar, Musul meselesinde ısrarcı olursa, en büyük zararı Türkiye görecektir. Eğer Türkiye, ABD ve Rusya’nın başını çektiği 62 müttefik ülke, bölgeyi bu haliyle bırakıp çekileceklerini düşünüyorsa, büyük bir yanılgı içerisindedir. Bölgenin haritası çoktan belirlendi, şimdi sınır taşları yerleştiriliyor. Zaten Suriye’de, Irak’da fiilen üçe bölünmüş durumda, bunları yeniden birleştirmek artık mümkün değil, hayallerle ancak, hayal olur, gerçeklerden çok uzakta. Evet Türkiye masada olacak, bu kadar aceleci olmaya gerek yok.
Kürd Milleti Birinci Dünya Savaşı’ndan beri kesintisiz özgürlük mücadelesini sürdürdüler ama dünyadan bekledikleri desteği alamadılar. Hep yalnız kaldılar. Çünkü dünya kamuoyu bölgedeki gelişmelerden ve oynanan oyunlardan habersizdi. Halepçe katliamı ile birlikte, Kürd Milleti dünya kamuoyu tarafından devletsiz ve mazlum bir halk olarak tanındı. Şengal katliamı ile birlikte, Dünya; mazlum Kürd Milleti’nin kendi bağımsız devletine sahip olması gereğini konuşuyor.
Bu gün yanında 62 müttefik devletle birlikte, Kürd Milleti yaşadığı topraklara kişilik kazandırmaya çalışıyor. Parçalanmışlıktan dolayı Kürd Milleti de darmadağın bir mücadele sürdürüyor. Bunu en güzel de Obama’nın özel temsilcisi, Brett Mcgurk dile getirdi. „Kürdler büyük fırsat karşısında paramparça“. Eminim bu insan da Kürd Milleti’nin işgalciler tarafından nasıl parçalandığından tam haberdar değil.
Evet Kürdler bu parçalanmışlıktan kurtulmak mecburiyetindedir. Ellerini uzatsa, yakalayacakları büyük fırsatı, görmek gerekiyor. Yüz yıllık birikmiş kaprisleri bir kenara bırakıp, bölgede savaş halinde olan 62 devletle, elele tutuşmak gerekiyor. Eğer bu devletlerin bölgede paylaşacakları bir şey varsa, en büyük pay Kürdlere düşecektir. Bu da öncelikle, üzerinde yaşadıkları topraklara, kişilik kazandırma olacaktır.
Kürdistan Devlet Başkanı Sayın Barzani çoktan beri Bağımsız Künristanı dillendiriyor. Bunun için sadece Musul’u beklediğini sanmıyorum. Bağımsız Kürdistan ilanı için vakit daha erken. Günü geldiginde elbetteki bu sonuç bütün Kürdleri mutlu eder.
Kürd Partileri, Örgütleri, Liderleri ve Siyasetçileri, şunu bilin ki üzerinde yaşadığımız toprakların kişiliği, her birinizin kişiliğinden çok daha önemlidir. Bu topraklar kişilik kazanmadan, hiç birinizin kişilikli bir yaşam sürdürmesi de olanaksız. Öyleyse kaprislerinizi bir tarafa bırakıp bir araya gelmenin ve topraklarınıza kişilik kazandırmanın zamanıdır. Kürd Milleti’nin de beklentisi budur.
Ekim 2016
İbrahim Aksoy