Sevgili okuyucular, insan genç iken, kanı delidir, dünyayı toz pembe görür, olayları insanı bir süzgeçten geçirerek yorumlayamaz. Olgulara yaklaşırken, onları iyi tanımaz. Diyalektiğin yasalarını ve her şeyin iki yüzü olduğunu bilmez. Yani yarı kör, yarı deli bir aptaldır.
Evet, aynen böyle. Başkalarını bilmem ama, ben bu merhalelerden geçerek bugüne geldim.
Hiç unutmam, 1958’de İstanbul, Beyoğlu Asmalımescit’te bir gece kulubünde, başka bir deyişle pavyonda garson yardımcısı komi’yim. İstanbul’un her çayhane, bar, saz ve pavyonunda ve tüm sokak duvarlarında renkli afişlerle sloganlar asılmış ve o afişlerde “Kıbrıs Türktür, Türk kalacak”, “Ya taksim ya ölüm” deniliyordu. Kıbrıs’ı rüyasında bile görmeyen, o ada da insanlık tarihinin süreci içinde kimlerin yaşayıp hüküm sürdüğünü bilmeyen ben, devletin faşist eğitim sistemiyle bir kaç yıl içinde şoven ve faşist bir Türk olmuş, her yerde papağan gibi yukarıdaki iki sloganı atar dururdum. Tıpkı bugünkü bizim Kürd toplumu içinde her yerde “Biji Serok Apo” ve Apo’nun bu zavallı topluma ne verdiğini bilmeyen genç yığınlar gibi.
Hiç unutmam, o yılın bir yaz gününde, dönemin ırkçı, şoven ve barbar kesimi tarafından Beyazıt Meydan’ında bir miting düzenlenmiş, ben ise Kasımpaşa’daki Sivaslı berber arkadaşım Ali’nin dükkanında ustura ile parmağımı kanatıp, o kanla göğsüme “Ya taksim, ya ölüm” yazarak, kalçadan yukarısı çıplak olarak, Beyazıt’taki mitinge gitmiş, orada merhum Dr. Fazıl Küçük ve diğer bir çok şoven ve faşist kişilerin konuşmalarını dinlemiş, Makariyos kuklasının yakılışını zevkle seyretmiş, son derece mutlu olmuştum.
Garip bir dünya ve bu dünya içinde en akıllısı insan olduğu gibi, en vahşisi de yine insandır. Kimin aklına gelirdi o yıldan dört yıl sonra bu Rıza gidip Kıbrıs’ta, o gün Türk bildiği, fakat Kürd kökenli bugünkü eşi Refah hanım ile evleneceğini ve ilk ayağı değdiği Larnaka limanında sosyal uyanışının başladığını ve kafasına koca bir balyoz’un ineceğini, fakat acının nasıl bir acı olduğunu hissetmemesi. Çünkü kanı deli ve coşkuluydu o günkü o Rızo’nun. Yani Rızo, Kürdün Rızo’su değil, kandırılmış, beyni yıkanmış, düşmanını dost bilen, iyiyi, kötüyü, gerçeği yalandan ayırt etmesini bilmeyen delikanlı, zır deli, “Dünyada benim gibi yiğit, benim gibi akıllı yok” diyen zavallı.
Evet, aynen böyle. Gençlik Mart ve Nisan ayında coşan bir Fırat ve Dicle; rengi ise kirli ve bulanık içilmez xulav gibidir. İçinde ne balık bulunur ve ne de başka bir canlı.
İşte o gençlik yıllarım, kendime olan güvenim, sol düşünceye meyil veren beynim, dünyayı toz pembe görmem; çoğu kez herşeyi bilirim ukalalığım, Dünya Proleter Devrimi’ni istemem, binlerce yıllık bir tarihi kültürü birden yok saymam, hemde yeni bir alternatif sunmadan.
Hocalarım da böyleydi. Onlar bana dünyayı toz pembe gösteriyor, kaz’a “Ördek” tilkiye “Çakal” dememi istiyorlardı, ki çoğu zaman da inanıyor ve diyordum. Diyordum, çünkü genç ve deli-kanlı idim. Onlar kumandan ben ise rütbesiz bir er.
Evet yıllarca er kaldım. Kaz’a “Ördek” tilkiye “Çakal” dedim, ama gün geldi kaz’ın ördek, tilki’nin ise çakal olmadığını gördüm. Çünkü gözler farklılaşmış yaş Kâmil olmaya doğru gitmeye başlamış ve benim olay ve olgulara yaklaşımım farklı olmuştu, ki bugün daha da farklı bir noktadayım.
Kuşkusuz ben önce kendimi insan, sonra da dili, kültürü ayrı olan ezilen bir halkın evladı olduğumun bilincine vardım ve bunun mücadelesine başladım. Yani karınca kadarınca.
Evet sevgili okuyucular, dünya koca bir han, biz ise bu hanın içinde birer yolcuyuz. Konar, içinde yatar, ertesi gün dönüşü olmayan bir yolun yolcusu oluruz. Eğer bu han’ın içinden çıkmadan önce, birlikte olduğumuz insanlarla kardeşçe yerimizi ve yataklarımızı paylaşmasını bilirsek, o zaman insanlık görevimizi yerine getirmiş olur, yaşamı daha da güzelleştiririz diye düşünüyorum. Ama ne yazıkki biz bunu yapamıyoruz. Neden? Çünkü insan sıfatında olan bazı aç gözlü, mevki ve mal-mülk düşkünü vahşi insanlar bu şansı insanlık dünyasına vermez ve bu güzelim dünyayı, yaşayan insanların yüzde doksan beşine zehir, zıkkım ederler, ki bu hal kadim Mezopotamya, tüm Ortadoğu coğrafyasında ve mevcut İslam ülkelerinde daha da belirgindir.
Sevgili okuyucular bunları size niçin yazıyorum? Çünkü o coğrafya’da dünyaya gözünü açan, o coğrafya’da yaşayan kişi ve toplumları biraz tanıyan, dünyanın dört kıtasını dolaşan, bugün ise 82 yaşına giren bir Pir î ihtiyar olarak geçmiş uzun mücadele yıllarımı önümdeki masanın üstüne koyarak, bu kadar yıllar içinde yaptığım doğru ve yanlışlarımı birbirinden ayırmaya çalışıyor, yanlışlarımdan üzüntü, doğru bildiğim doğrularım için de son derece seviniyor ve mutluluk duyuyorum.
Evet, belki 47 yıldan beri içinde yaşadığım bu demokratik sistem, belki de dünyadaki değişim beni de beraberinde değiştirmiştir. Ama bu değişim kötüye doğru giden yol değil, güzele, sevgiye, huzura, barışa ve savaşsız bir dünyaya beni iten yoldur.
Ben ki hiç bir okuldan diploması olmayan bir Rızo, bu denli değişmişsem, neden bizim okumuş Kürd liderlerimiz değişmiyor? Neden bu liderlerimiz bir araya gelip, ortak bir noktada birleşemiyorlar? Neden yüzyıllardan beri yapılan yanlışlardan ders almıyorlar. Neden derin bir arzu ile yekvucüt olup milli bir duruş sergiliyemiyorlar? Neden birbirine düşmanca bakıyor, zavallı Kürd sempatizanlarını da bu doğrultuda örgütlüyorlar? Yani kardeşi kardeşe karşı getirip savaştırıyorlar. Özelliklede PKK’nın kurmay ve kalemşörleri bu işin yenilmez şampiyonları. Ölen zavallı, yoksul Kürd kardeşler, zevk süren, alkışlarla böbürlenip dört köşe olan, bu babda nutuk çekip kardeş kavgasının ateşini körükleyen, bu zatlar.
Nutuklar, nutuklar, nutuklar. Palavrayla “Zafer kazandım” diyenler. Yakılan, yıkılan şehir, kasaba ve köyler. Şehit edebiyatı üzerine rant temin edenler. Yalanı kesin doğru olarak zavallı halkımıza inandıranlar. Onlar gibi düşünmeyenleri düşman, hain, ajan, işbirlikçi ilan edenler. 32 yıllık kirli bir savaş sonucu, milyonlarca insanımızı mağdur edenler ve bu mağduriyete de “Zafer” diyen, beyler ve beyni yıkanmış zavallı yüzbinler ve milyonlar; ayağa gelen tarihi kutsal kısmete şut çekenler.
Evet sevgili okuyucular, aynen böyle. Kısmetlerine tekme vuranları görmeyen gözler. Gelen fırsatı iyi değerlendirmeyen sözümona liderler, seroklar, hayal ile dünyayı değiştirebileceğine inanan budalalar. Devleti Kürd’e haram gören, haramzadeler. Kardeşlik ve İslam’î edebiyatı ile Kürd’ü Türkleştirmeye çalışanlar. Yüzyılların hata ve yanlışlarını masaya yatırmayı istemeyen, kendi dediğinin en doğru olduğunu zavallı insanlarımızın beynine şırınga edenler ve zavallı halkımızın özgürlüğü önünde engel olup çelikten duvar örenler………..
Bakın ABD Başkanı Barack Obama’nın özel temsilcisi Brett Mcgurk ne diyor: “Kürdlerin elinde büyük bir fırsat var, ancak buna karşı paramparçalar. Ellerine tarihi bir fırsat geçmiş, onu kullanmasını bilmiyor ve kaçırıyorlar” diyor.
Evet, aynen böyle. Bana göre toplumumuzu yönetmeye çalışan kişilerin çoğu ya düşmanla birlike çalışır, ya da akılları başlarında değil, dizlerinde. Diz her zaman çöken kemik, baş ise dik duran, çömelmeyi kabullenmeyen. Dilerim zavallı halkımın bir an önce bu gerçeği görmesi.
Bir kaç dörtlükle yazıya son vareyim.
Bir Gerçek
Açlara aş, levrek, havyar verilir
“Zehirdir yiyemem” diyen aptal var
Ölmüş bir bedene “Uyur” denilir
Böylesine sersem, toplum, kişi var
Okyanus içinde “Tanrı var” diyen
Cüce’yi Nariman, Zaloğlu gören
Kendini filozof Aristo bilen
Böylesine sahte, şaşı kişi var
Topluma hendek mezar kazanlar
Yenilgiye “Zafer” deyip yazanlar
Yanlış diyenlere sövüp kızanlar
Böylesine soysuz yazar kişi var
Akrep olup kendi kendini yiyen
Kendi kardeşine “Düşmanım” diyen
Şal-şapık yerine, simokin giyen
Kendini Mirzade, Kral gören var
Rıza’yım yazarım halkın derdini
Haini, ajanı, yiğit merdini
Abartarak öven kendi kendini
Okyanus içinde küçük hamsi var.
Hamsiyi balina gören toplumların hali hüsrandır.
Saygılar.