Değerli okuyucular, uzun yıllardan beri Ortadoğu coğrafyası ve ülkemiz Kürdistan’da gelişen olaylar hepinizin malumu. Yani 1980 sonrası, önce sekiz yıllık İran, Irak savaşında ölen yüzbinlerce insan, yakılan,
yıkılan yuvalar, ardından Afganistan olayları, Sovyet ordularının oradan çekilmesi ve daha sonra da “Dünya Sosyalistlerinin umudu” dediğimiz, sistemin yıkılıp tarihe karışması, 1990 sonrasında da Saddam’ın Kuveyit işgali ve sonra oradan çekilmesi, Körfez savaşı, halkımızın dramatik durumu, önbinlerin ölümü, 2003’te Amerika’nın Irak’a girmesi, ülkemizin Güney parçasında federatif bir yönetimin kurulması, orada Baas faşist rejiminin yıkılması, Saddam’ın tutuklanması ve sonrasın da asılması, ardından Haziran 2014 yılında “DAİŞ” denen İslam’î kelle kesen çete, canavar teröristler akımının Şengal ve Kobani’deki barbar katliamları, ki halen bu canavarlar can alır, kan akıtıyorlar. Ayrıca son bir kaç aydan beri bu faşist canavarları aratmıyacak olan barbar Türk ordusunun Kuzey Kürdistan’da uyguladığı zalimane vahşet, yakılan, yıkılan yerle bir edilen kent ve kasabalarımız, öldürülen binlerce genç, çocuk, kadın, gelin ve yaşlı ihtiyarlarımızın acıklı durumu hepinizin belleğinde olduğuna inanıyor ve bu konuya detaylı bir şekilde değinmek istemiyorum. Çünkü bu konuları binlerce yazar-çizer, siyasetçi, ünlü yorumcular yazdı ve yazıyorlar. Ben bu gelişen olayları yorumlayacak, çözüm yolunu sunabilecek kapasiteyi kendimde bulamıyorum. Zira bu işi yapacak binlerce kişi ve şahsiyeter var. Benim bu yazıdaki amacım yazı başlığındaki Türk Devleti’nin yüzyıla yakın bir zaman süreci içerisinde Kürdü Asimile etme politikasına bildiğim kadarıyla değinmek. Yani 1946 yılında iki Türk jandarmasının beni okula götürdükleri günden bugüne, bu asimilasyon ve eritme isteği, Kürdü Kürdlükten çıkarıp, Türk yapma anlayışına değinmek istiyorum.
Sevgili okuyucular, barbar ve feodal Osmanlı İmparatorluğunun nasıl ve neden çöküp dünya sahnesinden silindiğini, ırkçı, faşist, İttihat ve Tarakki kadrolarının onun kalıntıları üzerine Ankara’da kurdukları sözümona Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin uyduruk tarihini biliyorsunuz. Bu ırkçı ve faşist kadrolar, bugün ”Türkiye Cumhuriyeti Devleti” dediğimiz devlet, başta halkımız Kürd halkı olmak üzere, bugünkü Anadolu’da yaşayan, bu faşist Cumhuriyet’in baskısı sonucu Türkleşen tüm eski halk ve etnik azınlıkların yokluğu üzerine kurdular. Bu ırkçı ve faşist kuruyucuların başı -Enver, Talat ve Cemal’in öldürülmelerinden sonra- Selanikli Mustafa Kemal idi. Bu adam Padişah Vahdettin’in yerine geçmek için, şeytani zekâsıyla başta Kürd Ağa, Bey, Şeyh ve Seidleri kandırdı ve onların gücüyle hayal ettiği devletini 1920’de arkadaşlarıyla birlikte Ankarada kurdu. 1923 Lozan andlaşmasından sonra da, yani ayağını sağlam yere bastıktan sonra, bir rakı masasında “Tek millet, tek devlet, tek bayrak” dedi ve çok renkliliği yadsıyarak, bütün renkleri bir renge dönüştürmek istedi ve bundan da belirli bir yere kadar başarılı oldu. O Şeyh Seid, Ağrı, Zilan katliamlarından sonra ordusunu fiilen Kürdistan’a soktu, ardından her Kürd köyünde bir Türk okulunu açtı, önce eski rüştiye okulunda okuyan, biraz da matematik, hesap ve Türdçe bilen belirli Kürdleri de eğitmen -öğretmen yerine- maaşlı kişi atadı, onlarda bu okullarda Kürd’e Türkçe A.B.C’yi, hesabı, matematiği, Türkçeyi, müfredat gereği yeni uyduruk tarihi öğretti. Böylelikle ilk okuldan sonra devlet bir çok Kürd gencini bu kez Akçedağ öğretmen okulu gibi öğretmen okullarına gönderdi, orada onların Kürdlük duygularını Türklük duygusu ve uyduruk tarih teziyle iğdiş ederek Kürd köylerine gönderdi. Gelen yeni Kürd genç öğretmen kendini kaf dağının üsünde, bilge ve dünya filozofu sandı. Kesinlikle Kürdçe konuşmadı ve Kürd talebelerine ana dillerini yasakladı ve her gün öğrencilerine “Kesinlikle aranızda Kürdçe konuşmayacaksınız. Çünkü siz Kürd değilsiniz. Halis-muhlis Oğuz Türküsünüz. Kürd diye bir dil, Kürd diye bir millet yok. Sizin anne ve babanızın size öğrettikleri bu “Kürdçe” denilen dil, Türkçe, Farsça, Arapça’dan alınan bazı sözcüklerden oluşmuştur ki, bu sözüklerin sayısı 200-300 kelimeyi aşmaz. Türk dili bütün dünya dillerinin anası, Türk ırkı ise bütün dünya ırklarının babasıdır. Dünyanın bütün kahramanları Türk ırkından çıkmıştır. Örneğin Zaloğlu Rüstem, Eba Müslüm’ü Horosan î, Selahaddin î Eyubî, Mete, Teoman, Atilla, Cengizhan, Fatih Sultan Mehmet, Yıldırım Bayazıt, Timur, Yavuz Sultan Selim ve en kahramanı, en akıllısı da Gazi Mustafa Kemal’dır. O bir yoktan koca laik bir Cumhuriyet Devleti’ni kurmuş, yedi düvelle savaşmış, zaferle çıkmış ve bu Cumhuriyeti bize armağan etmiştir” diyorlardı. Yani faşist devşirme, Mustafa Kemal’ın Devleti başlangıçta bu yönteme baş vurdu. Amaç okumuş Kürdü, okumamış Kürd’e öğretmen yapmak, onun okumuşluğuyla Kürdü kandırıp Türk yapmak. Çünkü okumuş, modern takım elbise, beyaz gömlek giymiş, gravat takmış Kürd genci hem Kürd çocuklarını Türkleştiriyordu ve hemde zavallı okumamış Kürdü. Bu durum uzun dönem devam etti. Yani Kürd öğretmen Kürdistan’da, çoğu da kendi köyünde öğretmenlik yapıyor, devletin bu yalanını kendi köylüsüne “Doğrusu budur” diyor, zavallı köylü de inanıyordu. Askerlik sorunu da böyleydi. Faşist Türk Devleti, 1960-70 yılına kadar, askerlik çağına gelmiş her Kürd delikanlısını kesinlikle Batıya, yani Kürdistan’ın batısındaki şehir ve kasabalardaki Türk askeri kışlalarına, Türk delikanlılarını da Kürdistan’a gönderiyordu. Ayrıca zaman zaman Kürd Alevi delikanlılarını jandarma olarak, Kürd sünni kesimlerdeki kent ve kasabalara. Örneğin, Urfa, Mardin, Antep, Şiirt, Bitlis, Muş, Diyarbekir’e gönderiyordu, ki bundan da amaç belliydi. Çünkü devlet Kürd Alevisine sünni Kürdü kafir gösteriyor, sünni Şafi î Kürd’e de onların ana, bacı tanımadığını, katli vacip diyordu. Ama Türk Alevi ve sünnisi hepsi Türk ve kardeştiler, ki bugün de böyledir; ne yazıkki kör Kürdler bunu görmüyor.
Bir başka kandırma yöntem biçimi İslam din kardeşliği. Zaten Mustafa Kemal böyle işe başlamış, “Biz İslam kardeşiz demiş” sonra da Kürd İslam kardeşinin anasını ağlatmıştır. İlginçtir Kürdün inanç zaafı, tüm dünyadaki insanlardan farklıdır. Barbar bir katili Kürd’e Tanrı gösterseler ona inanır, dört elle sarılır, elini, ayağını öper, suyunu içer, ona yapışır bırakmaz, olur tutkal, mıknatız. Sevdi mi olur bir kerem, Aslı’nın dizinde 32 dişini çektirir, kendini feda eder ağa, bey, lider bildiği kişilere. Bunlardan ilk örneği 1071, “İslam din kardeşlerimiz” dedikleri barbar Türklere Anadolu yolunu açmaları ve getirip başlarına bela eden, Mervane Kürd Devlet yönticileri ve Kürd aşiret reisleri. Ardından 12’ci yüzyılda Selahaddin î Eyûbî, İslam uğruna Kürdün varlığını götürüp Mısır’daki Halife düşmana teslim etmesi. 20’inci yüzyılın başında ve birinci dünya savaşı sırasında Seid Abdulkadir î Geylanî’nin tavrı ve bütün Kürd liderlerine o meşhur önerisi.-Kürdün bilek gücü- Ardından Seid î Nursi gibi fanatik İslam ümmetçi kişilerin Kör Hüseyin Paşa ve benzerlerine önerileri ve sonuçta gaflete uğramaları ve yüzbinlerce halkımızın telef olmalarına, kalanların da esir, köle olmalarına sebep olmaları. Ya Dersimli Hasan Hayri ve meşhur Cemilê Ceto gibi sözümona Kürd aşiret reisleri? Biri idam sepasına giderken “Ey Kürd şehitleri kucaklarınızı açın bende size geliyorum” demesi. -çok geç kalmıştı Hasan bey- Ya idam edilmeden önce Cemilê Çeto ne demişti yaptığı yanlışına? Aynen şöyle demişti: “Cemîlê Çeto, Cemîlê Çeto/ Di Kerê da keto” ama O’da çok geç kalmış, kendini ve düşmanını geç tanımıştı. Şimdi yine aynı düşmanın siyaset ve aldatmacası sahnede, devam ediyor. İslam kardeşliği, Türkiyelileşme ve “Bu ülkeyi kimseye böldürmeyeceğiz” diyenler. Bed Bostıklar, Selahaddinler, Abdulkadirler, Seid î Nursi, Hasan Hayri ve Cemilê Çeto ve önder Apolar bugün de aynı yanılgı içindeler ve Kürd toplumunu peşlerinden sürüklemekteler. Yezdanê Gewre sonu hayır eyleye. Sahiden var mıdır?????
Şimdi de geleyim ikinci alçakça bir politika ve propagandaya. Yani Türk Devleti’nin iğrenç propagandasına. Alçak devlet’in propagandası şuydu: “Kürd pistir, kıllıdır, hayvana benzer kuyruğu vardır. Kürd zır cahildir. Kürd vahşi bir yaratıktır. Kürd eşkiya ve soyguncudur -barbar vahşi, soyguncu alışkanlığını unutarak, ya da gizliyerek- diyor ve bunu her yerde söylüyor, toplumu bu yalana inandırmaya çalışıyor ve sonuç da alabiliyordu. Bundan ötürü yüzbinlerce Kürd, kendilerine “Kürd” denmesin diye Türk oldular. Bunların içinde bir kaç aile yakınım da var.
Türk Devleti’nin üçüncü aşama politikası, yani başta Kürdü ve diğer azınlık halkları asimile edebilmek için -ki bu da Mıstê Kor’un 1924 anayasasının bir emri olarak- “Vatandaş Türkçe Konuş” politikası idi. Bu politika birinci politikaya parelel olarak hayata geçirilmiş, eşeğiyle Kürdçe konuşan zavallı Kürd dövülmüş ve büyük para cezasına çaptırılmış, sonuçta hem korkudan ve hemde yapılan iğrenç politika ve yoğun propaganda sonucu binlerce Kürd, ana dilini konuşmamaya özen göstermiş, sonuçta Türk olmuş çıkmıştır. Bugün faşist M.H.P militanlarının büyük çoğunluğu böylesine Kürdlerdir. 1977’de yaşadığım bu ülkede bana iki sefer suikast düzenleyen ve beni öldürmek isteyen Eleşkirtli bir Kürd idi. Yaşıyor bu hain, hâlâ benim gibi.
Faşist devlet “Vatandaş Türkçe Konuş” zorba yöntemiyle de yetinmiyor, ayrıca halkın herhangi bir yerde giyim eşyasını almaması için yine yoğun ve baskıcı bir yöntem ve propaganda ile “Yerli malı, yurdun malı, heres bunu kulanmalı” sloganıyla halka hep Sümerbank bez ve kumaşını satmaya çalışıyordu. İlginçtir Sümerbak ismi, büyük deha, bêbav Mıstê Kor, Türk ırkını götürüp Sümerlere dayattığı için. Ne kadar komik değil mi?
Türk Devleti’nin bir diğer ilginç ve iğrenç asimilasyon politikası da Kürd Aleviler içindi, ki bunu da Bektaşicilik yoluyla yapıyordu, bugünde yapıyor.
Sevgili okuyucular ben Kürd Alevilerin 12 ocağının bulunduğu Dersim, Baba Mansur Ocak merkezli bir köyde doğdum büyüdüm. Ben köyümde yaşadığım dönem içinde hiç bir Baba Mansurlu Pir, ne Hacı Bektaş Veli ismini anar, ne duymuş ve ne de onun dergahını tanırdı. Hiç unutmam 1948 yılında Türk Devleti “Bektaşiliğin İçyüzü” antoloji şeklinde bir kitap hazırlamış, bütün Kürd Alevi Pir, Rehper ve Mürşitlere bedava dağıtmaya başlamış, birinide bizim o yörede çok ünlü bir şair, ağıtçı ve bülbül sesli merhum Seid Veli Yılmaz’a verilmişti. Seid Veli bizim ağamız rolündeydi. Onun tarlalarını biz eker biçerdik. Yani yarıcısı idik. Çocuklarıyla bir evde büyüdüm. Onun okur-yazarlığı yoktu, Türkçeyi çat-pat bilirdi. Ben ve onun yeğeni Ali Rıza o antolojiden çeşitli ozanların dörtlüklerini okur, o ise karşıda o dörtlüğü hemen ezberler, daha sonra sazını eline alır, o dörtlüklere bir makam bulur, besteler ve söylerdi. Derin bir zekâya sahip, emsalsız bir şairdi. Onun yüzlerce beste ve ağıtları onunla toprağa gömüldü.
Evet, o kitabın dağıtılmasından sonra, Dersimli Kürd Alevi ocakzadeler Hacı Bektaş ismini duydular, onun için övgü dolu dörtlükleriyle tanıştılar, fakat hiç birisi Hacı Bektaş’ı ve dergahını kabul etmedi. Ben bizzat bir çok ünlü Seid’e sorduğumda, bana “Hacı Bektaş Veli de kim? Bizim dergahımız Moxındi’deki Mansur’un yürüttüğü duvardır, biz onu tanımıyoruz. Çünkü o hacca gitmiş bir adam; hemde Arap. Hacca giden bir kişi Alevi olamaz” diyorlardı, ama devlet süreç içinde onların hepisini Hacı Bektaş Veli’ye kul yaptı, dergah’ı da onlar için bir kabe; ayrıca onlara “Doksan günlük yolu kuşlukta alan/ Pirim hünkâr Hacı Bektaş Veli kendidir” dedirtti . Yani durum bugün de böyle. Hacı Bektaş Dergahı bütün Kürd Pir, Rehper, Mürşit ve bunlara inanan taliplerine kabe olmuştur.
Ben Hacı Bektaş î Veli ile ilgili ilk bilgiyi 1965 yılında İstanbul Ortaköy, Pepo Kuru Temzleme Fabrikasında çalıştığımda, patronum, Süleyman Demirel’in okul arkadaşı, İstanbul Teknik Üniversitesinden mezun, Yüksek Makina Mühendisi, Amerika’da doktora yapmış Şiirtli merhum Hikmet Turam’dan aldım. O bana Fuat Köprülü’nün konu ile ilgili kitabından bilgi aldığını, Yeniçeri Ocağını kuranın Hacı Bektaş Veli
olduğunu söylemişti. Daha sonra ben bu ülkede Merhum Dr. Nuri Dersimli’nin 1952 senesinde Şam’da yayınlanan “Kürdistan Tarihinde Dersim” orjinal baskısında Hacı Bektaş ile ilgili bölümü okumuştum.
Birinci orjinal baskıda, Doktorun yazdığına göre Hacı Bektaş’î Veli İmam Rıza soyundan bir Arap. Horosan’dan Dersim yöresine gelir, fakat Dersimliler onu kabul etmeyince, oradan Kırşehire, Kırşehir’den de Osmanlı başkenti Edirne’ye gider ve Osmanlı Padişah’ı Orhan Gazi’ye Yeniçeri Ocağının kurulmasını önerir ve ocak kurulur, fetva ve duasını da Hacı Bektaş verir. İlginçtir yeni Alevi Bektaşi yazarların hepsi
bunun tersini savunurlar, fakat dua ortada mevcut ve arşivlerde yerini almıştır. Diğer ilginç bir olay, Dr. Nuri Dersimli’nin birinci baskısını yeni Türkçeye çeviren yazarlarımız Dr. Nuri Dersimli’nin Hacı Bektaş’î Veli ile ilgili bölüm ve paragrafını hasıraltı yapmışlar. Neden bunu yapmışlar anlamış değilim.
Evet sevgili okuyucular, şimdi de geleyim devletin Hacı Bektaş’î Veli ismiyle Kürd Alevilerin Türkleştirme ve sünnileştirme politikasına. Bektaşilik bana göre İslam ile Hıristiyanlık arasında yumuşak bisentezdir; Alevilik ile hiç bir ilgisi yoktur. Hacı Bektaş ve Ulusoylar Alevi değiller. Devlet’in amacı Bektaşilik yoluyla Kürd Alevilerini sünnileştirmek ve süreç içinde ırkçı faşist Türk yapmaktı ki, zaten yeteri kadar da yapmıştır. Bakın ismini unuttuğum bir Bektaşi ozanının yukarıda ismini andığım “Bektaşiliğin İçyüzü” adlı antoloji kitabından uzun bir şiir’in ilk iki dörtlüğüne. Dörtlükler şöyle:
Ey sofu canabı haliqın mutlak
Bu şarabı bize ihsan eylemiş
Çok meht-etmiş onu Kur’an’ı aç bak
Mümin olanlara helal eylemiş -Goze şarabı-
Biz içeriz lakin etmeyiz isyan
Onun için helal etti bize subhan
Namaz kıldırmak bize her zaman
Bu programını beyan eylemiş.
Burada ikinci dörtlüğün son iki mısrası doğrudan Alevileri namaza davet ederken, davet edenin de Tanrı olduğunu açık açık söylüyor. Yani Subhan. Ve eğer Aleviler Subhan’a, yani Tanrı’ya inanıyorlarsa, Tanrı’nın dediğini yapmak zorundalar. Namaz kılıp abdest alacaklar, 30 gün Ramazan orucunu tutacaklar, hacca gidecekler. Yani İslam’ın 5 şartını kabul edecek ve müslüman olacaklar. Kabul ettiklerinde de, kesinlikle sünnileşip Türkleşeceklerdir. Dilerim Tüm sünni Kürd kardeşlerimin kan akıtan, can alan, Alevi Kürd kardeşlerimin de “Tanrı insandadır” anlayışına sadık kalacaklarını, insanları hunharca öldüren İslam’î inançtan uzak durmaları ve dostunu düşmanından ayırt-emeleri.
Saygılarımla