15 Temmuz sonrası toplumda oluşan havayı fırsata çeviren hükümet, asli hedefine döndü.
Suriye sınırında giriştiği operasyonla nasıl ki IŞİD bahane edilerek Kürtlere karşı harekete geçildiyse, Türkiye’de de FETÖ gerekçesiyle, çıkarılan Kanun Hükmunde Kararnamelerle, hedef tahtasına bir kez daha Kürtler konuldu.
Geçen hafta Kürdistan’da görev yapan yaklaşık 14 bin Kürt öğretmenin görevine son verildi. Bugün ise 24 belediye başkanının görevlerine son verilerek, yerlerine vali yardımcıları ve kaymakamlar atandı.
Türkiye İçişleri Bakanlığı’nın kararıyla, bugün 24’ü Kürdistan’da olmak üzere 28 belediyeye kayyum atandı.
Kayyum atanan belediyelerin 4’üne FETÖ ile, 24’üne ise PKK ile ilişkili oldukları gerekçe gösterildi.
Yani 24’e 4…
Bu orandan daha ilginç olanı ise, kayyum olarak atananların kimlikleri.
Konya Ilgın, Adana-Pozantı, Erzurum-Aşkale ve Giresun-Çamoluk Belediye Başkanları’nın FETÖ ile ilişkileri gerekçe gösterilerek, yerlerine belediye meclis üyeleri arasından atama yapılırken, Kürdistan’daki 24 belediyenin, 7’sine Vali yardımcıları, 17’sine Kaymakamlar atandı.
FETÖ’cu Türk belediye başkanlarının yerine, yine Türk olan meclis üyeleri…
Kürt belediye başkanlarının yerine ise, Türk Devleti’ni bölgede temsil eden mülki idare amirleri.
Yani, Sömürge valileri ve kaymakamları…
Bu bile, devletin yeniden fabrika ayarlarına döndüğünü, siyasi, sosyal ve toplumsal kimliği ne olursa olsun, her Kürde düşman, her Kürde ne kadar tahamulsuz olduğunu bir kez daha göstermektedir.
Eğer bu noktadan hareket edilmemiş olsaydı, tıpkı Kürtlerle alakalı olmayan belediyelere atadıkları kayyumlar gibi, belediye içerisinden, ya da dışından bu işi hakkaniyetle yapabilecek Kürt şahsiyetler atanabilinirdi. Hatta bu kişilerin AKP’ye yakın olan Kürtler arasından seçilmeleri de bu algıyı oluşturmazdı.
Hiç kuşkusuz, BDP’li belediyelerin kimi hataları ve bu gün oluşan tabloya zemin oluşturacak davranışları da oldu. Ancak bu, başkan ile birlikte belediye meclislerinin tümüyle dışlanmalarına gerekçe oluşturamaz.
Dolayısıyla güdülen amaç örgütsel ilişkiden çok, Kürdün bir Kürt tarafından yönetilmesine engel olmaktır.
Bu ise, “Kürt; bu ülkede ancak ve ancak hizmetçi olabilir” anlayışını sürdürmektir.
Çünkü, Kanun hükmünde kararnamelerle amaçlanan, Kürt çocukların Kürt öğretmenler tarafından eğitilmelerini, şehirli Kürtlerin oylarıyla seçilen bir Kürt belediye başkanı tarafından yönetilmelerini, herhangi bir kurumda çalışan Kürt memurun Kürde hizmet vermesini engellemektir.
Türkler bu konu gayet net ve devletin Kürtlerle ilgili bu uygulamaları karşısında sessiz kalmakla, saflarını belirliyor ve devletin bu konudaki uygulamalarını cani gönülden onaylıyorlar. Hatta yeri geldiğinde, devlete bu konuda akıl veriyor ve devletin eksik bıraktığı noktaları tamamlamasına da yardımcı oluyorlar.
Peki ya Kürtler.
HDP-BDP’li olmayan, hatta çoğu zaman onların izledikleri siyaseti eleştiren Kürtler, büyük ihtimalle kayyum olayını salt örgütsel ilişkiye indirgeyerek, Türklerle olan kardeşlik hikayelerine halel gelmesini perdelemeye çalışacaklar.
Ancak onların bu perdelerini de indirmeye yetecek kadar örnekler var.
Yıl 1977.
Mehdi Zana, Diyarbakır Belediye Başkanlığı’na seçildi. O dönem mensubu ya da taraftarı olduğu PSK, bugün olduğu gibi, o gün de silahlı mücadeleye karşıydı ve Kürt sorunu için federal bir sitsem öneriyordu. Ancak Mehdi Zana yaklaşik 2 yıl başkanlık yapabildi, görevden alındı, tutuklandı ve yıllarca hapis yattı.
Yıl 1979.
Ağrı’da Urfan Alpaslan, tıpkı Mehdi Zana gibi bağımsız olarak Ağrı Belediye Başkanlğına seçildi. Ancak 6 ay görevde kalabildi. O da, Mehdi Zana gibi görevden alındı, tutuklandı, hapis yattı…
Dolayısıyla sorun, görevden elçektirilen belediye başkanlarının, öğretmenlerin, hatta önümüzdeki süreçte benzer uygulamayla, devletin farklı kurumlarında şu ve ya bu düzeyde görev yapan ve görevlerinden uzaklaştırılacak olan Kürtlerin, örgütsel bir ilişkilerinin olup olmadığı değil, sorun kamu kurumlarında, özellikle de Kürdistan’da görevli olan Kürtleri, temizlemek, onların yerlerine, “dini bütün”, “alnı secde gören” ve Kürdün her şeyine düşman olan Türkleri yerleştirmektir.
Devlet bu yolla başarılı olabilir mi?
Bu biraz da, PKK kadar, Türk ve Türkiyesever Kürtlerle, Erdoğansever Kürtlerin, federalist ve otonomist Kürtlerin tutumlarına bağlı.
Türkiyesever Kürtlerle, Erdoğansever Kürtler, hala Türk devletini kendi devletleri, Erdoğan’nın da kendi liderleri olup olmadığını sorgulayabilecekler mi?
Federalist ve otonomist Kürtler, bu siyasi tezlerini masaya yatırıp, yeniden onları gözden geçirebilecekler mi?
Çünkü, federal ya da bölgesel otonomi, ancak ve ancak Kürtlerin Türklerle, başka bir deyişle, Türk Devleti ile biraraya gelemeleriyle, ortak rızaları ve onaylarıyla ancak hayat bulabilir.
Kürtlerin oyuyla bir Kürdün belediye başkanlığına seçilmesine, Kürt çocuklarının bir Kürt öğretmen tarafından eğitilmesine bile tahammül edemeyen bu devletle, federal ya da bölgesel anlamda ortak bir sistemi oluşturmak, ihtimal dahilinde olabilir mi?
Bu sorular cevapsız kaldıkça, Kürtlerin ulusal değerleri temelinde ortak bir paydada buluşmaları, dolayısıyla boyunlarına takılmış olan zincirlerinden kurtulmaları mümkün olabilir mi?
Oysa, sorun da, sorunun çözüm yöntemi de bellidir.
Kürdistan sömürge ise, tek çözüm yolu da bağımsızlığı hedeflemektir.
11.09.2016
firataras@navkurd.net