15 Temmuz darbesinden önce yaşananlar, “başarısız” kalkışmadan sonra Avrupa basınına düştü. Birebir, yüzyüze yapılan görüşmelerle kriptolu telefon kayıtlarının internete nasıl düştüğü, köstebeğin kim olduğu tartışıladursun, biz kayıtta ne var, ne yok, ona bakalım:
“Sayın Başkan’ım. Sizinle önemli bir konuyu acilen görüşmem gerekiyor.”
“Buyrun, anlatın.”
“Hayır, telefonla anlatılabilecek bir konu değil. İzin verir ve onayınız olursa, bir saat sonra belirlediğimiz yerde görüşelim.”
“Tamam. Bir saat sonra orada olurum.”
Bu telefon kaydından sonra belirlenen görüşme iki kişi arasında gerçekleştirilir. Bu görüşmeye ilişkin kayıtsa şöyle:
“Kusura bakmayın. Sizi rahatsız ettim. Takip işiyle meşgul olan arkadaşlar, Ağustos ayı başında toplanacak olan Yüksek Askeri Şura, YAŞ öncesi, bir kısım ordu mensubunda hareketlenme olduğu bilgisinı paylaştılar. ‘Biraz daha ilgilenin, kimler olduğunu, ne yapmak istediklerini net bir şekilde öğrenmeye çalışın’ dedim.”
“Peki neymiş? Nasıl bir hareketlenme?”
“Bilgiyi getiren arkadaşlarla durumu değerlendirdik. Ortaya çıkan tablo şu. ‘Bizi nasıl olsa YAŞ’ta diskalifiye edecekler. Ne olacaksa olsun, onlardan önce davranıp, bu işi bitirelim’ görüşündeler. Biz şahsınıza yönelik bir darbe girişimi sonucuna vardık.”
“Ne? Darbe mi? Bana karşı mı? Bunlar kim oluyor da darbe kudretini kendilerinde görüyorlar? Halkın peşimde olduğunu görmüyorlar mı? Üç yıldır temizledik hepsini. Peki kaç kişi kalmış geriye?”
“Elimizde bir liste var. Buyrun. Ancak daha kaç kişinin bu girişime katılacağını henüz bilmiyoruz. Biraz daha zamanları var. Gün geçtikçe liste biraz daha şekil alır.”
“Peki, ne yapalım?”
“Bizim görüşümüz, darbeyi hızlandırmak, tarih olarak öne almak yönünde. Atalarımız, yılanın başını küçükken ez demişler. Biz de öyle yapalım, bir erken doğuma zorlayalım diyoruz. O zaman da başlarına iner, kim var, kim yok hepsini toplar, bu beladan ilelebet kurtulmuş oluruz.”
“Seni boşuna müsteşar yapmadım. Sende bir cevher olduğunu biliyordum. O zaman, biz de hazırlıklarımızı yapalım. Darbeyi vesile belleyip tümünü bünyeden söküp atalım. Kimse de bir şey diyemez. Ben arkadaşlara hazırlık yapmalarını söylerim. Bir şartım var: Muhtarlarla hademelere dokunulmayacak. Oldu mu?”
“Emriniz olur. Bir konu daha var. Konuşacağınız insan sayısı ne kadar az olursa, dışa sızma oranı da o kadar azalmış olur. Yine de siz, nasıl uygun görüyorsanız, öyle yapalım.”
“Yok, yok, ben de öyle herkesle konuşalım demiyorum. Bir kere Emniyet teşkilatını firesiz elimizde tutmalıyız. Ben Dadaş’a uygun bir şekilde söylerim. Hergün bir görüşme ayarlar, bilgi almaya çalışırım. Bir de şu yargı ve mülkiye meselesini kökünden halledelim, istiyorum. Öyle, parça parça, hergün birkaç kişi almakla olmuyor. Bir defasında tümünü temizleyelim. Yozgatlı bana bağlı biridir. Sözümden çıkmaz. O bir liste hazırlasın. Bu beladan bu vesileyle bir çırpıda kurtulalım.”
“Tamam, anladım Başkan’ım. Telefonları devre dışı bırakmakta fayda var. Her iki beyefendiyle konuşun. Hazırlık yapsınlar. Ancak, yargıda bir çırpıda binlerce insan alırsak, doğacak boşluğu nasıl telafi edebiliriz? İçerde olmasa da, dışarda hukuk fakültelerinde sanki darbe dersleri okutuluyormuş kanısı oluşmaz mı?”
“Yok yok, oluşmaz. Boşluk da doğmaz. Osmanlı da hukuk fakültesi mi vardı? O kadar kadı üniversite mezunu muydu? O kadar İmam Hatipli ne güne duruyor.”
“Biz, bu işi sizin de katılacağınız Varşova’da yapılacak NATO Zirvesi’nden sonra halledelim istiyoruz.”
“Tamam. Varşova’daki zirveye katılayım. Ama ondan sonra da Moğolistan’da yapılacak Avrupa Birliği ve Asya ülkeleri toplantısı var. Neydi? Ha evet, ASEM. Oraya da katılayım, ondan sonra. Oraya herkes geliyor. Rusya, Almanya, Avrupa Birliği temsilcileri. Bir de ata yurdu. Soydaşlarımızla koklaşmanın da tam zamanı. 14 Temmuz’da Ulan Bator’a gidip geldikten sonra, bu işin startını verelim.”
“O kadar zamanımız var mı bilmiyorum. Bizim önerimiz, Varşova’dan döndükten sonra tatile çıkmanız yönünde. Bu dikkatleri dağıtır. Biz de bu süre zarfında hazırlıklarımızı biçimlendiririz. Sizden, izninizle bir ricada bulunmak istiyorum. Konuyu Sayın Başbakan’a açmasanız, iyi olur. Zat-i Aliniz, ben ve ismini zikrettiğiniz iki beyefendiyle bu işi hallederiz.”
“Yok, yok. Sen beni ne sanıyorsun? Beni sever, sayar; bana bağlı biri. Hepsi o kadar. Biliyorum, patavatsızın biri, nerede ne konuşacağı belli olmaz. Bizim ekip tamam. Haydi, hayırlara vesile ola. İnşaallah sonu, hayırla biter.”
Bu görüşmeden sonra kayıtta ‘Sayın Başkan’ diye hitap edilen şahıs, önce Dadaş’la biraraya gelir. Emniyet teşkilatı hakkında bilgi alır. Kuvvetleri iki merkezde, Ankara ve İstanbul’da yoğunlaştırmalarını emreder. Emniyet’teki Paralel Devlet Yapılanması, PDY hakkında tuttukları fişleri uygun bir zamanda getirmesini ister.
Sonra Yozgatlı olarak tabir edilen şahsı çağırır. Mevcut yargı sisteminde bulunanların tümü hakkında ayrıntılı bilgi ister. Her iki görüşmede listelerin Müşteşar beye teslimini söyler. Tatile çıkacağını, birşey olursa Müsteşar bey aracılığla kendisiyle bağlantı kurulabileceğini söyleyerek eşiyle birlikte tatile çıkar. “Çok yoruldum. Biraz istirahat edeyim” der ve uçağına atlayarak Ankara’dan ayrılır.
Tatildeyken, başka bir görüşme gerçekleşir.
“Çok yoğun bir süreç geçirdik. Hepimiz yorulduk. Hafta sonu döneceğim. Sen ve hükümet üyesi diğer arkadaşlar 14 ve 15 Temmuz tarihlerinde istirahat edin. Başbakanlığa, bakanlıklara gitmeyin. Ben döndüğümde toplanır, yapılacakları istişare ederiz.”
“Nasıl olur, Sayın Başkan’ım. Hükümet işlerinin iki gün tatil edildiğini şahsen ben hatırlamıyorum.”
“Tamam, tamam. Sen hatırlamıyorsan, senden sonrakiler hatırlar. 14-15 Temmuz tarihlerinde kimse bakanlıklara gitmeyecek. O kadar.”
“Emriniz olur, Sayın Başkanım.”
“Ha, bir de şunu söyleyeyim. O iki günü eş-dost ziyareti için değerlendirin. Ne bileyim, pikniğe çıkın. Otelde kalın. Oldu mu? Masraftan kaçınmayın. Onu, ben hallederim.”
“Tamam, nasıl uygun görüyorsanız.”
Tatildeyken Ankara’dan bir helikopter iner, Başkan’ın bulunduğu tatil merkezine, her akşam, aynı saatlerde.
“Sayın Başkan’ım, iş olgunlaştı. Biz biraz hareketlenince o grup da hızlanmaya başladı. Biz, kimi unsurlar aracılığıyla 16 Temmuz’dan itibaren tevkifatlara başlanacağı intibaını yaymaya başladık. İzlediğimiz adresler tepki vermeye başladı. Tarih olarak 16 Temmuz’dan önceki bir günü kararlaştırmak için iletişim halindeler. Biz bunu, Cuma akşamına, yani 15 Temmuz’a çekmek için sıkıştırıyoruz. Aralarına Size bağlı personeli de uygun bir şekilde yerleştirdik. İnandırıcı olmak için bunlar taşkınlık da yapabilir, sağa sola, ne bileyim, mesela meclise de bomba atabilirler. Haberiniz olsun, istedim. Ayrıca herşey planlandığı gibi gidiyor. Her iki Sayın Bakan’la hergün istişare halindeyiz. Ayrıca Hulusi Bey’le de bizzat konuştum. Nasıl davranması gerektiğini, işinin başında olmasını sıkı sıkya tembihledim. Hulisi Bey, ‘listeye Güneydoğu’daki operasyonları yürüten komuta kademesinini de ekleyin. Bu işimize yarar. Zira halk, Cizre’de, Diyarbakır’da, Nusaybin ve Yüksekova’da yaşananlardan dolayı tepkili. Bu işi de PDY’ye yüklersek, sorumluluktan kurtulmuş oluruz’ görüşünde. Ayrıca tevkifat listeleri de kesinleşti. Bir çırpıda binlerce, onbinlerce kişiyi alır, bu işi kökten çözeriz. Emniyet ve MİT hazır. Tüm tedbirler alındı. O akşam ben buraya gelemem. İşin başında olmam gerekir. Ben size bu numaradan telefon açarım. Bu numarayı gördüğünüzde geçikmeksizin İstanbul Havalimanına uçunuz ve orada benden haber bekleyiniz. Ben, ‘tamam çıkabilirsiniz’ dediğimde, şu numaraya bağlanıp, mesajınızı iletirsiniz. Doğan Grubu kimi çevrelerce bağımsız bir kuruluş olarak algılanıyor. Bu işimize yarar. Medya dünyasının yüzde doksanı nasıl olsa denetiminizde. Ondan sonra da diğerleriyle konuşur, halkı sokağa, demokrasiye sahip çıkmaya çağırırsınız. Bağlantılar konusunda bir sıkıntı yaşanmaz. O işi ben ayarlarım.”
“Tamam. Sen bu işlerde tam ustalaştın. Böyle bir operasyon CIA’nin bile aklına gelmez. Ne demiştim sana: Sır küpüm. Değil mi? Buna şimdi şunu da ekliyorum: Aklımın yarısı. Anlaşıldı mı? Tamam, ben kendimi Cuma akşamına göre ayarlar, senden haber beklerim. Şunu da sormak istedim. O akşam ne giyeyim? Kravat olsun mu?”
“Siz nasıl uygun görüyorsanız, öyle olsun. O sıkıntı yaratmaz.”
“Haydi, kutlarım. Gazamız mübarek olsun. Allah-u Ekber!”
Ve 15 Temmuz Cuma akşamı, güneş daha batmamışken bir grup asker tanklar eşliğinde başıbozuk bir şekilde pikniğe gider gibi Ankara ve İstanbul’da salınmaya başladı. Tank içinde oturan, elinde otomatik silah taşıyan darbeci askerler birbiri ardına trafik polislerine teslim olmak için sıraya girdi. Ve ne hikmetse rehin alınan, alıkonulan Genel Kurmay Başkanı ile kuvvet komutanlarının kılına zarar vermek darbecilerin aklına gelmedi.
Böylelikle de Türkiye bir ilkle darbeler tarihine geçerek bir darbe nasıl gerçekleşmez sorusuna bir tiyatro ile yanıt verip, darbe ‘mağduru’ Başkan’ı yüzde altmışlara terfi ettirerek A la Turka Yeşil Demokrasi’nin yolunu tam anlamıyla açtı. Darısı El-Beşir ve aynı kumaştan olanların başına!