Müslüman Alemi’nin kutsal ayı olan Ramazan’ın son iki günü. Bu kutsal Ay’da oruç tutarak günahlarından arınmaya çalışan müslümanlar için, iki gün sonra kutlanacak olan bayram, aynı zamanda tüm küskünlüklerin, kırgınlıkların bir kenara bırakıldığı, aileler arasında, toplumun farklı kesimleri arasında varolan sorunların bir barış havasıyla sonlandığı gündür.
Bayramlar, küskünlerin bayramlaşarak, barıştığı, birbirine düşman kesimlerin, aralarındaki husumete son vererek, kucaklaştıkları günlerdir.
Bayramlar, hoşgörünün, karşılıklı sevgi ve saygının tavan yaptığı birer toplumsal şölenlerdir.
Her dinin bayram adedikleri günler biribirinden farklı da olsa, kutlanma biçimleri ve yapılan törenler birbirlerine benzemeseler de, taşıdıkları anlam, her din de ve her toplumda aynıdır.
Verdikleri mesaj, iç barış ve huzurun egemen olacagı yeni bir başlangıç için adım atmaktır.
Bayramların asıl amaçları bu olmakla beraber, ne yazık ki, kimi dinlerde, ya da kimi dinlere mensup olan toplumlarda, farklı anlamlar yüklenerek kutlandıklarına şahit oluyoruz.
Özünden koparılarak, devletin ya da egemen kesimlerin çıkarlarına hizmet edecek şekilde kutlanan yerlerden birisi de Türkiye’dir.
Toplumun önemli bir kesimi, bu ay da oruç tutmakla, nefsini kontrol altına alaçağına, iç huzura erişip, bunu toplumun geneline yansıtacağına, açlığın etkisiyle ateş küpüne dönüşerek, varolan huzuru da tehlikeye atan bir silaha dönüşmektedir.
Bu, sadece sokakta, çarşı ve pazarlarda olan bir durumdan da ibaret değil.
Bizzat dini mekanlarda, cami ve her türlü ibadet yerlerinde de, rastlanılan bir durumdur. Bu tür yerlerde din adamları tarafından, mensubu oldukları kurum ya da devlete göre toplumun bir kesimi ötekilleştirilmekte, iç barış ve huzur yerine, kin ve düşmanlık tohumları atılmaktadır.
Özellikle Kürtler ve Kürtlerin devletle sorun yaşadıkları dönemlerde, dinin özüyle de çelişen tutum ve davranışlar, adeta tavan yapmaktadır.
Bilindiği gibi Kürtler sadece etnik kimlikleri itibariyle Türklerden farklı değiller, aynı zamanda dini inançları itibariyle de farklı inanç ve mezheplere sahipler.
Bu gün Türkiye’de, Kürtler, inançlarına göre ibadet yapma özgürlüklerine sahip olmadıkları gibi, camilerde Türklerin mensubu oldukları mezhebe göre ibadetlerini yapmak zorundadırlar.
Tümüyle dışlanan, hiç bir ibadetini inancına göre yapamayan Alevi ve Yezidi Kürtleri bir tarafa bırakalım…
Kürtlerin büyük çoğunluğu, Şafîî mezhebine mensup oldukları halde, toplu kılınan cuma ve bayram namazlarını Hanefi mezhebine göre kılmak zorundadırlar.
Bu yetmezmiş gibi, bir de, namaz sonrası dini esaslara göre, sadece dini mesajlar içermesi gereken hutbe konuşması, Türk Devleti’ni kuran, onu koruyan kişi ve kesimlerin övgüsüyle başlar, haklı da olsalar, devlete karşı doğuştan, yani Allah’tan gelen haklarını elde etmek için mücadele eden Kürtlerin lanetlenmeleriyle biter.
Bu konuşmanın sonunda, cemaatte bulunan Türk ve Kürdüyle herkes, bir devlet memuru olan imamın konuştuklarını, baştan sona kadar onaylayarak, amin der.
Allah’ın evi olarak tanımlanan camilerde, kendisine ve mensubu olduğuu halka yönelik binbir hakaret yapılırken, yanyana namaz kıldığı müslüman Türk kardeşine, kendisine tabi olarak secdeye gittiği cami imamına karşı müslüman bir Kürtten, en ufak bir itirazın yapıldığı, bugüne kadar ne işitilmiş, ne de duyulmuştur.
Aksine, onlar da, her Türk müslüman gibi, Filistin, Bosna, Çecenistan, Afganistan, Somali ve Habeşitan’daki müslümanlar için dua edip, Kürdistan’daki müslüman kardeşlerinin, kendi öz çocukları olan Kürt gençlerinin lanetlenmesine amin diyerek, Türk Devleti’nin günahlarına ortak oluyor ve bir ölçüde Allah’ı bile inkar ediyorlar.
Çünkü Allah’ın yarattığı insanların, doğuştan gelen dil ve benzeri kimliklerini red ve inkar etmek, aynı zamanda o kimliklerin yaratıcısı olan Allah’ı da inkar etmek anlamına gelmektedir.
Türk müslümanların bu yöndeki tutumlarına bir noktaya kadar anlam verilebilir, çünkü onlar yeri geldiğinde, dinlerini de, Allah’ı da bir tarafa bırakarak, devletlerinin bekaasını tercih ediyorlar.
Peki ya Kürtler?
Onlar, kimi, ya da neyi kutsamış oluyorlar?
İki gün sonra inançlı(!) tüm Kürtler de yine bayram namazına koşacaklar, müslüman Türk kardeşleriyle yanyana durarak, imamın arkasından secdeye gidecekler.
Namaz sonrası, yine mensubu oldukları halka karşı lanetler okunacak, Atatürk ve (Kürtlere) silah (doğrultan) arkadaşlarına methiyeler dizilecek.
Türkler amin demekle, yukarıda belirttiğim nedenden dolayı, günaha girseler de, devlet ve yöneticilerini anmış olmanın huzurunu yaşayarak, camiden çıkıp gönül rahatlığıyla evlerine dönecekler.
Peki ya amin diyen müslüman Kürtler?
Yıllardan beri içine düşmüş oldukları sefaletin farkına, bir kez de olsa, varabilecekler mi?
03.07.2016