Kürtler sözkonusu olunca TC’nin aklına ilk gelen kırmızı çizgilerle bir olmazlar kataloğunun oluşturulmasıdır. Önce Milli Güvenlik Kurulu toplanır, kırmızı kitapçık açılır, eldeki standart rapora göre bir perhiz reçetesi hazırlanarak uyulması gereken kurallara dikkat çekilir. Buna uymayanlara ölüm gösterilerek, sıtmaya razı olmaları istenir.
Yirmi yıl boyunca Başur, Güney Kürdistan’a ilişkin olarak birçok diyet listesi ve reçete belirlendi. “Federasyon olmaz, Kerkük’e girilmez, bu savaş gerekçesidir” dendi. 2004-2005 yıllarında Erdoğan her gün gürleyerek, küfürler ederek Kürtlere sınır belirlemeye çalıştı. Ajanlarını saldı, kirli emel ve pratiklerle amacına ulaşmaya çalıştı. Ajanlarının başına çuval geçirilince sesi sedası kesildi.
Bunları yaparken onlarca yıl aklına gelmeyen, Saddam katlettiğinde gık çıkarmayan TC, Türkmen kartına sarıldı. Erdoğan sabah ezanıyla Türkmenler deyip yatsı ile Kerkük ve Türkmeneli’ne ilişkin tatlı rüyalara daldı. Basın, üniversiteler, araştırma enstitüleri kırmızı çizgilere ilişkin tezler hazırlayıp pazarlamaya başladı. Bugün Kürt dostu geçinenler de dahil, basında Kürtlere küfür etmeyen hemen hemen kimse kalmadı.
Fazla geçmedi, hesap sahada şekil aldı. Irak’ta federal bir devlet ve anayasa tahsis edildi, Kürtler Araplarla birlikte anayasada anıldı. Kürtçe Arapça’nın yanısıra resmi dil oldu. Ankara’nın belirlediği, “kırmızı çizgilerimizdir, ihlali savaş gerekçesidir” dediği ve olmaması gerekenler listesinde sıraladağı ne kadar şey varsa, hepsi bir bir yaşama geçti. Öncesinde TC epeyi esip gürledi, kırmızı çizgiler hükmünü yitirince, yükünü Ankara semalarından aşağı boca etti ve Ankara’yı sel aldı.
2011 yılı ile birlikte bu kez kırmızı çizgiler Suriye ve Suriye’nin işgali altındakı Kürdistan parçasına ilişkin devreye kondu. “Esed gidecek, Kürtler hak ve hukuksuz kalmaya devam edecek” dendi ve Şam’da Şeriat yanlısı bir Mohammed’in tahta oturacağı gün beklenmeye başlandı. Bu emele ulaşmak için THY uçakları dünyanın dörtbir yanından cihadçı transferine çıktı. Bunlar Türkiye’de ağırlanıp eğitildi, silahlandırılıp karşı yakaya yolcu edildi. En başta da Kürtlere karşı savaşta cepheye sürüldü. 2012 yazında Kürt toprakları peşpeşe kurtarılıp Kürt kentlerinin kolları onlarca yıl sonra birleşince, bu olmaz dendi. Kürt bölgelerine, Rojava’ya açılan ne kadar kapı varsa birer birer kapatıldı; bir kutu çocuk mamasının, bir paket aspirinin geçmesine dahi müsade edilmeyerek, Kürtler açlıkla terbiye edilmeye çalışıldı. Bir taraftan bunlar yapılırken, diğer taraftan ne kadar çakal varsa Kürtlerin üzerine salındı.
Kobanê aylarca saldırı ve abluka altında kaldı. Ankara “düştü düşecek” diye el ovuşturmaya başladı. İŞİD’li saldırganlar dörtbir yandan mobilize edelip Kobanê’ye yönlendirildi. Abluka altındaki bu kentte bir avuç insan destansı bir direnişle Ankara’nın heveslerini kursağında bıraktı. Ardından Girê Sipî (Tel Ebyad) özgürleştirildi ve Kobanê ile Cêzire’nin kolları birbirine kavuştu.
Kurtarılan topraklarda yaşam yeniden filizlendi. Kürt, Arap, Süryani, Ermeni, o topraklarda yaşayan ne kadar eknik ve dini topluluk varsa el ele vererek, özgür bir yaşam örmeye başladı. Ortak yönetimler oluşturularak Arapça’nin yanısıra Kürtçe ve Aramice kamu yaşamında yer aldi. Ortak güvenlik güçleri, Asayiş, eğitim ve kamu kurumları yaşama yeni ve farklı bir renk kattı.
Seküler, demokratik, çoğulcu bir sistem amaçlayan Rojava kantonları gündemlerine bir süredir federasyonu almış durumdalar. “Bir Suriye devleti olacaksa, bunun çoğulcu ve demokratik olması, farklı etnik ve dini grupların kollektif haklarını garanti altına alması gerekir” diyorlar.
Kürtler ve dostları uluslararası planda ciddiye alınan partnerler olarak, masa başında olmasa da sahada tanınmaya başlandı. Türkiye’nin ne kadar kırmızı çizgisi varsa, tümü karşılıksız kaldı. Kobanê direnişiyle tılsımı bozulan, fiyakasına, karizmasına derin bir çizik atılan İŞİD adım adım gerilemeye, kontrol altında tuttuğu toprakları yitirmeye başladı. Bir süredir gündeme İŞİD’in merkez karargahı, başkenti Rakka ve Türkiye ile ilişkilendiği tek nokta olan Minbic ve Cerablus’a yönelik operasyon oturdu. Demokratik Suriye Güçleri Minbic kapılarına dayanmış durumda. Sıra Rakka ve ardından sınırdaki Cerablus’ta. Bu son nokta da kurtarıldığında Cêzire ile Kobanê’nin kolları Afrin’le birleşerek, 900 kilometrelik sınır hattı tümden kontrol altına alınmış olacak.
Kırmızı çizgilerinin tümünün geçersiz kaldığı Türkiye, bir süredir baş düşman ilan ettiği eski aşkı Esad’la flörte başladı. Basına düşen bilgilere göre İran, Türkiye ve Suriye, Cezayir’de görüşme masasında. Konu ise malüm: Kürtlerin her hal ve şart altında hak ve hukuksuz kalması, kazanımlarını yitirmesi.
Ben, bu yeni hamlenin de tutmayacağı inancındayım. Tümü el birliği ederek Kürdistan’ı, Rojava’yı yerlebir edebilir, bir değil birçok viraneye çevrilmiş Kobanê yaratabilirler. Ancak özgürlüğün tadını almış, kendisi olmanın bilincine varmış bir halkı boyunduruk altına almaları imkansız. Kaldı ki Kürtler salt bir ata oynamıyor, aynı anda birkaç ata oynayarak kazanmaya kilitlenmiş durumda. Dün, 1975’te Güney hareketinin yenilgisinin temel nedeni, tek atla hedefe ulaşmak, oyun kazanmak istenmesiydi.
Tehlikenin en büyüğünü dış saldırıdan ziyade Başûr veya Rojava’da yaşanabilecek bir iç çatışma oluşturuyor. Başûr’da Kürt partileri arasındaki ilişkiler hayli gergin, Rojava’da ise başağrısına yol açar nitelikte. Cezayir’de biraraya gelen her üç devletin gündeminde sadece Suriye ve Rojava yok, Başûr ve Irak da gündemin baş sıralarında. Bu nedenle de bu üç devletin biraraya gelişini kulak ardı etmemek, ciddiye almak gerekir.
Kürt hareketinin farklı renkleri karşı karşıya gelmez ve yeni bir birakûjî yaşanmazsa dış tehlike bertaraf edilebilir. Kürt partileri, Kürt kamuoyu bu tehlikeyi gündemden çıkarabilirlerse TC, İran, Suriye istedikleri kadar toplansın, Kürt karşıtı yeni koalisyonlar oluşturmaya çalışsın. Bu silah geri teper. Kürtler birbirine girerse şayet, eldeki kazanımlarla evdeki bulgur da gidebilir!