Rafizilik, Kızılbaşlık ve günümüzde Alevilik olarak anılan inancın Piri Hallac-ı Mansur’dur. Aleviler için Hallac-ı Mansur Dar’ı ve Pir Divanı’ndan geçmeyen düşkünler Ceme alınmaz. Hallac-ı Mansur „Ene’l Hak“ (Tanrı İnsandadır) dediği için, zındıklıkla suçlanarak 26 Mart 922 tarihinde 56 yaşındayken Abbasi Halifesi Muktedir Billah’ın emri ile Bağdat’ın Babuttak semtinde, onbinlerce insanın gözü önünde, önce kırbaçlandı; burnu, kolları ve ayakları kesildikten sonra idam edildi. Başı kesilerek Dicle Nehri üzerindeki köprüye dikildi; gövdesi yakılıp külleri nehirin sularına atıldı. Kesik başı iki gün köprüde dikili kaldıktan sonra Horasan’a gönderilerek dolaştırıldı. Hallac-ı Mansur’un idam edilmesindeki asıl suçu Mecusi bir Zerdüşt olması ve „Ene’l Hak“ demesiydi. Biri Bağdat’ta olmak üzere yedi türbesi olduğu söylenir ama bunların hiç biri de Hallac-ı Mansur’a ait değil. Her kes şunu bilmeli ki Hallac-ı Mansursuz Alevilik olmaz, ağlayacak olan Aleviler Hallac’a ağlasın ama günümüzde hatırlamak bile istemezler, onlar İmam Hüseyin’e ağlarlar.
O günden başlayarak, Zerdüşt inanacındaki insanlar daha kötü koşullarda yaşamaya ve inancını korumaya çalışıyorlar. Hallac-ı Mansur’dan beri Müslümanlar Zerdüşt inancını bir tarikat gibi göstermeye ve asimile etmeye çalışıyorlar. Günümüzde yaşadıkları şiddetin korkusu ile Müslüman olduğunu söyleyenler de var. Bu insanlara karşı anlayışlı olmak lazım. Çünkü korku insan beyninde inanılmaz tahribatlar oluşturuyor. İnsanlar korkunun, korkusunu yaşadıklarını bile inkar ederler.
Korkudan Müslüman olduğunu söyleyen Zerdüştler (Aleviler) kutsal ve bağlı oldukları kitaplarının da İmam Cafer Buyruk’u olduğunu söylerler. Buyruk Alevi ilke, töre, tören ve söyleneceklerini içerdiği söylenir. İmam Cafer Şii’dir İslam’ın içerisine fitne soktuğu gerekçesi ile 765 yılında 66 yaşındayken idam edildi. Ama hiçbir zaman kitap yazmadı ve Şii’lerin de elinde İmam Cefer’in yazdığı bir kitap yoktur. Zaten İslam’da Mezhep sahipleninin hiç biri de kitap yazmadı. Ancak Zerdüştlerin (Alevilerin) elinde, İmam Cafer Buyruk’u adı ile bir kitap dolaşımda. Bundan bende üç adet var. Biri 1850 yıllarında eski yazı ile yazılmış, biri 1950 yıllarında yazılmış, birisi de 12 Eylül Cuntası döneminde yazılmış, kırmızı kaplı bir kitap. İçindekilerin ne İslam ile ve ne de Zerdüştlükle (Alevilikle) alakası var, insanların kafasını karıştırıp, İslami bir tarikata dönüştürmeye çalışıyorlar.
643 yılında Müslüman Arap ordusu, Musul’u işgal etmesiyle, Zerdüşt inancında olan Kürdler mecusi sayıldıkları için onlara yönelik acımasız katliamlar uygulamaya başladı. Bu katliamlardan canını kurtarmaya çalışan Zerdüşt Kürdler, kuzeye ve batıya doğru kaçmaya başladılar. Bu gün hala SerhatBölgesi’nde ve Fırat boyunda Zerdüşt’ler yaşıyorlar.
Osmanlı; Afgan kökenli bir aile, özellikle batıya doğru yayılmaya çalışıyordu. Ancak doğuda da Farslarla büyük çelişkileri vardı. Osmanlı Müslüman olduğunu söylese de çevresinde Müslüman ve Türk yoktu. Bu nedenle Hiristiyanlığa karşı, Anadolu ve Rumelideki Zerdüşt (Alevi) tekkeleriyle iyi geçinmeye çalışıyordu. Sonunda bütün tekkeleri, Hacı Bektaş Veli Tekkesi’ne bağladı ve Bektaşi Tarikatı olarak adlandırdı. Bu tekkelerin tamamı, İstanbul’da oluşturulan Merkez Tekke’ye bağlandı. Osmanlı, tekkelerin ihtiyaçlarını karşılıyor ve şeyhlerini de Merkez Tekke atıyordu. Bu şeyhler genellikle Müslüman tarikatına ait şeyhlerden oluşuyordu. Her şeye rağmen Hacı Bektaş Veli Tekkesi hep önde oldu. Atanan şeyhler de Çelebi olarak anıldı, hiç birinin Hacı Bektaş ile akrabalığı yoktur.
Yeniçeri Ocağı Hacı Bektaş Veli döneminde kuruldu, adını da Hacı Bektaş koydu deseler de bu doğu değil. Hacı Bektaş Veli 1227 de vefat etti. Yeniçeri Ocağı ise birinci Murat döneminde 1362 yılında kuruldu. Ancak Yeniçerilerin Bektaşi Tekkeleriyle iç, içe geçtikleri de doğrudur. Yeniçeriler, „Pirimiz, Hünkarımız Hacı Bektaş Veli“ ifadelerini kullanırlardı. Zamanla Yeniçerilerin kazan kaldırmalarını, Bektaşi Tekkeleri;nin kışkırtması olduğu, söylenmeye başladı.
1526 Mohaç Savaşı sırasında, Anadolu;da Osmanlıya karşı, Kalender Çelebi isyanı başladı ve Osmanlı Ordusu yenildi. Bunun üzerine Osmanlılar toparlanıyor ve Anadolu;da Zerdüşt’lere karşı büyük katliamlar uyguluyor. Malatya yöresinde, Kalender Çelebi’ye destek vermek üzere toplanan elli bin Zerdüşt kılıçtan geçirilir. Bundan sonra Zerdüşt Tekkeleri yeniden gözden geçirilerek, hepsine Nakşi Şeyhleri atanıyor.
Osmanlı’nın Zerdüşt Tekkeleri’ni tarikatlaştırmadaki amacı, Hiristiyan Yeniçerileri ve Zerdüştleri İslamlaştırmak. Beklenen olmayınca, Devlet Zerdüşt Şeyhleri’nin yerine, genellikle Tekkelere Nakşi Şeyhleri’ni atamaya başladı. Bundanda sonuç alınmayınca, Osmanlı Yeniçeri Ocağı’ndan hoşnut olmayan, 3. Selim Nizam – ı Cedit ordusunu kurdu ve manevi eğitimini Mevlevilere bıraktı. Zerdüştlere karşı tavır almaya başladı. Bu da geçerli olmayınca, 2. Mahmut 12 Haziran 1826 tarihinde, Eşkinci Oçağı’nı kurdu. 17 Haziran 1826 tarihinde de Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu’nu kurdu ve Yeniçeri Ocağı’nı dağıtmaya karar verdi.
8 Temmuz 1826 Cumartesi günü, Sadrazam, Şeyhülislam, eski Şeyhülislam, Mevlevi, Nakşi, Halveti, Celveti, Sa’di, Kadiri ve Şazeli tarikatlarının şeyhlerinin katıldığı toplantıda Zerdüştlük (Bektaşilik) yasaklandı.
Şeyhülislam’ın konu ile ilgili fetvaları:
„Zerdüştler (Bektaşiler) İslam’a kafirden daha şiddetli düşmandırlar.“
„Yeniçeriler Devlet düşmanı, Zerdüştler de din düşmanıdırlar.“
„Din kurallarına, farz vacip ve sünette uymadıkları dinde farz olan şeyleri yerine getirmek bir yana, ibadeti bile küçümseyerek kötü gözle baktıkları için, idam edilmelidirler.“
„Tekkeleri yıkılmalı ve bütün mallarına el konulmalıdır.“
„Türbelerdeki şahısların evliya olma ihtimalini göz önüne alınarak türbelere dokunulmamalıdır.“
Bunun üzerine, 20’si İstanbulda olmak üzere, Anadolu ve Rumeli’de yüzlerce Zerdüşt Tekkesi yıkıldı ve mallarına el konuldu, Şeyhlerinin kimisi idam edildi, kimisi sürgüne gönderildi. Yedikule Kazlıçeşme’deki Mehmet Efendi (Perişan Baba) Tekkesi’nin binası yıkılıp ortaya çıkan etrafı taş duvarlarla çevrili 390 dönüm arazisine el konuldu. Burada sadece birkaç mezar kaldı.
Devlet el koyduğu binlerce dönüm araziyi ve onbinlerce büyük ve küçük baş hayvanı Müslümanlara dağıttı. El konulan yüzlerce değirmen de Müslümanlara verildi. Binlerce halı, kilim ve onbinlerce tabak, kazan, şamdan ve diğer eşyalar da saraya taşındı.
„Zerdüştlerin Ümmet-i Muhammet arasından temizlenmemesi durumunda, halkın itikatını bozacakları endişesi var.“
„Farz,sünnet,vacip, gusül ve tahareti inkar etmek ve Kur’an ayetlerini kendilerine göre yorumlamak“ yönündeki fetvalar ile sadece Şeyhleri değil, devlet diğer Zerdüşler üzerine de bir sürek avı başlattı ve her yakaladığını öldürdu. Ancak 1836 da bir af çıkarılarak, Şeyhlerin kendi Tekkelerine dönebilecekleri söylendi.
Şeyhülislam Tahir Efendi’nin isteği üzerine, Hacı Bektaş Veli Tekkesi’nde 18 Ağustos 1834 tarihinde Celebilik yasaklandı ve buraya Nakşi Şeyh’i Mehmet Sait Efendi atandı. Şeyh Hamdullah Efendi Amasya’ya ve Ailesi de tekkeye bir daha ayak basmamak üzere Sivas’a sürgüne gönderildi. Nakşi Şeyh’i Mehmet Sait Efendi’nin isteği üzerine, tekkenin içerisine ve cemhanenin karşısına 1834 yılında bir cami yapıldı. Bu olaylardan sonra, Aleviler için çok önemli olan Şeyhlik kurumu için güven sarsıldı ve bu gün Aleviler’de Şeyhlik kurumu yoktur.
1923’de Osmanlı’nın Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu’nun paşaları, Osmanlıya karşı kazan kaldırdılar ve Osmanlıhanedanını sürgüne gönderip, kendileri için Cumhuriyeti kurdular. Yeni Cumhuriyet’te Paşaların ilk işi, 1925 tarihinde çıkardıkları Tekke ve Zaviye yasası ile Alevilği yasakladılar. Asakir-i Mansure-i Muhammediye Ordusu’nun Paşası Mustafa Kemal, ikinci Mahmut’dan tam 91 yıl sonra 1925 tarihinde, Hacı Bektaş Veli Tekkesi’nin kapısını mühürledi, Şeyh Hamdulla Efendi’yi ise Amasya’ya sürgün etti. Alevilik yasaklandı, Cemhaneler kapatıldı, Jandarmalar yakaladıkları Alevi Dedeleri’nin sakallarını ve bıyıklarını kesiyorlardı.
Günümüzde Tekke ve Zaviyeler yasası yürürlükte, Alevilik ve Cemhaneler yasaktır.
İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı ve Savunma Bakanlığı üst kademelerde, Alevilerin görev alması yasaktır.
Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Alevilere karşı, ikinci Mahmut’tan daha vicdansız davranmıştır.
Rafizilik, Kızılbaşlık ve Alevilik ne bir dindir ne de bir mezhep. 300 yıldan beri Müslümanların, Zerdüştlüğü asimile etmek ve onları müslümanlaştırmak için uydurdukları, bir yalandan ibarettir. Ben Müslümanım diyen Aleviler, Türkiye’de yeteri kadar Cami ve devletin namaz kıldıran memurları var gidin oralarda ibadetinizi yapın. Kimse size bir şey söylemediği gibi, büyük de itibar kazanırsınız.
Zerdüşt Cemhanelerini ve ibadet şeklini, İslam’ın Camileri ve ibadeti ile karıştırmak hoş olmuyor.
Mayıs 2016
İbrahim Aksoy