Dokunulmazlıklar kaldırılınca, HDP Milletvekilleri Kürt olduklarını hatırladılar.
Ne Türkiye partisi olma hedefleri, ne de Türkiyelileşme istemleri, onları dokunulur kılmaktan kurtaramadı.
Oysa görünen köye klavuz gerekmiyordu.
Türkleşmeden Türkiyelileşmek de, Türk Partisi olmadan Türkiye Partisi olmak da olanaksızdı.
Çünkü Türk Devleti Türklük temeli üzerinde inşa edilmiş ve bu temel üzerinden yükselerek varlığını sürdürmektedir.
Yüzyıl önce atılan bu temel, Türklük patentini taşımayan hiç bir harcı dolgu malzemesi olarak dahi kabul etmiyor.
Devleti yönetenlerin Kemalist, ya da İslamist ve hatta Sosyalist olmaları bile, bu gerçeği değiştirmiyor.
Çünkü, kendi içlerinde farklı özelliklere sahip olmuş olasalar bile, hiçbirinin kitabında Kürtlere yer yok. Onların nezdinde, Kürt ancak kendisini Türk olarak tanımlarsa, her türlü milli değerinden uzaklaşırsa kabul görebilir, sistemin tanımladığı sınırlar içerisinde yaşama şansına sahip olabilir.
Bu, dün de böyleydi, bu gün de.
AKP, MHP ve CHP’nin dokunulmazlıklar konusunda sergiledikleri ortak tutum, başka nasıl açıklanabilir.
Eğer HDP’li milletvekilleri sözkonusu olmamış olsaydı, birbirleriyle kanlı bıçaklı olan bu partiler ortak bir payda da buluşabilirler miydi?
Kendi partilerine mensup milletvekillerinin hırsızlık ve yolsuzluklarını yargıya taşımak için, kendi anayasalarıyla da çelişen bu hamleyi yapacaklar mıydı?
Elbette hayır.
Ancak Kürtler sözkonusu olunca, kutsal adettikleri anayasalarını dahi çiğniyor, koydukları kanun ve kurallara aykırı hareket etmekte herhangi bir sakınca görmüyorlar.
Ancak biribiriyle kavgalı ve birbirlerine rakip olan bu üç partinin blok halinde hareket etmelerinde aslında şasılacak bir yan da yok.
Siyasi, sosyal ve kültürel anlamda farklı kimi özelliklere sahip olsalar da, sonuçta kendilerini Türk Milleti’nin birer mensupları olarak değerlendiriyor ve milli menfaatleri sözkonusu olunca da, bu ortak payda da rahatlıkla buluşabiliyorlar.
Bu sadece Türklere özgü bir durum da değil, her milletin şu veya bu şekilde benzer reflekslerle hareket ettiği bilinen bir gerçektir.
Çünkü milli çıkarlar sözkonusu olunca, Kürtler dışında her millet için akan sular durur, iç kavga ve gürültü sona erer, milli birlik ruhu canlanır.
Kürtlerin ya da HDP’lilerin anlamadığı şey, tam da budur.
Onlar, Türkleri de kendileri gibi milli duygulardan uzak bir halk olarak değerlendiriyor, başkalarının her türlü kırık, çıkığına dolgu malzemesi olamya teşne bir topluluk olarak görüyorlar.
Kendilerinde olmayan değerlerin başkalarında da olamayacağı gerçeğinden hareketle yola çıktıkları için, her seferinde taşlara, kayalara çarparak kan revan içinde kalıyorlar.
Kürt bir anne ve babadan olmasına rağmen milli duygudan yoksun olan Aysel Tuğluk, bir zamanlar çıktığı siyaset sahnesinde; „Biz Türkiye’nin çimentosuyuz“ diye diye, o tiz sesiyle kulak zarlarımızı patlatıyordu.
Ancak devletin Kürt kelimesine karşı duyduğu alerji nedeniyle, Kürdü çimento olarak dahi kabul etmiyordu.
Aysel sahneleri terkederken, onun bıraktığı boşluğu bugün Bulgar bir anne ve babadan olma Türk Nursel dolduruyor.
Nursel ise, Aysel’den farklı olarak Kürtleri, çimento yerine „tutkal“ olarak değerlendirmeyi düşünüyor.
Birkaç gün önce, Amed’de katıldığı bir toplantıda, „Biz Türkiye’nin tutkalıyız, Kürt Devleti’ni kurdurtmayacağız“ diyordu.
Türk Devleti’nin bekası için tehlike olarak gördüğü Güney Kürdistan’ın bertaraf edilmesi için; „Devlet Güney Kürdistan’a müdahale etsin“ önerisinde bulunurken, bu önerisinin Kürtler nezdinde de kabul görmesi için, Öcalan ve PKK’yi referans göstererek, „Öcalan ve PKK engel olmasa Kürt Devleti kurulur“ tezini ileri sürüyordu.
Gerek Aysel’in ve gerekse Nursel’in bu sözlerine karşı, belli bir azınlık dışında ne bir tepki veren oldu, ne de itiraz eden çıktı.
Aksine her ikisi de Kürtler tarafından hep baştacı edildiler.
Aysel iki dönem milletvekilliğinin ardından, daha üst bir göreve terfi ettirilerek ödüllendirildi.
Nursel ise, Kürtlerin nezdinde Kuzey Kürdistan’ın başkenti olarak kabul gören, aynı zamanda tarihi bir merkez olan Amed’den ikinci kez milletvekili yapılarak aynı ödüle layık görüldü.
Ha keza, Selahattin Demirtaş başta olmak üzere, HDP’in yönetici ve milletvekilleri de her fırsatta, „Biz bir bölgenin değil, Türkiye partisiyiz“ diye haykırıyor ve Kürtleri Türkiyelilleşmeye davet ediyorlardı.
Ne onların Kürtleri Türkiyelileştirme davetleri, ne de Aysel ve Nursel’in Kürtleri kelepir fiyatına çimento ve tutkal olarak sunmaları işe yaradı.
Kürdistan savaşa alanına dönüştü.
Başta Amed olmak üzere, Kürt şehir ve kasabaları yerle bir edildi.
Kürt halkı bir kez daha toplu katliamla karşı karşıya kaldı.
Bu gün ise, sıra kendilerini Türkiyelileşme sevdasına adayan HDP milletvekillerine dokunmaya geldi.
Yarın ne olur, bu gidişin sonu nereye varır, şimdiden kestirmek zor.
Ancak Kürtler ne yapmalı, nasıl bir yol izlemeli sorusuna gelince, bu o kadar da karmaşık değil.
Bunca deneyim ve tecrübeden sonra Kürtlerin artık bir ercih yapmaları gerekiyor
Ya Kürt kalarak, dünyadaki her halk gibi kendi milli değerlerine sarılarak, millet olmayı ve ardından da bir devlete sahip olmayı becerecekler.
Ya da Türk Devleti’nin birliği ve bütünlüğü için çimento ya da tutkal olma seçeneklerinden herhangi birisini kabul etmekle, tarihe karışacaklar…
24.06.2016
firataras@navkurd.net