Erdoğan’ın Obama ile ilişkisi hiç de fena sayılmazdı. Obama göreve geldikten sonra ilk ziyaret ettiği, payelendirdiği ülkelerden biri Türkiye oldu. Erdoğan’ın toz kaldıran “ılımlı İslamı” ile Ortadoğu’ya yeni bir şekil verir, ayak bağlarından kurtulurum umuduna kapıldı. Bir dediğini iki etmedi Erdoğan’ın.
Tunus’tan yükselen ve dalga dalga doğuya yönelen Arap rüzgarıyla despotları başımdan def eder, yerlerine Erdoğanvari ılımlı Müslümanları getirerek kamburdan kurtulurum yaklaşımı ile “Ilımlı İslam’ın” terkine atladı. Erdoğan gibi attan düşmedi belki, ne var ki fazla geçmeden eşekten düşmüşten beter oldu; büyük bir düş kırıklığı yaşamak zorunda kaldı.
Ne zaman ki dostu Erdoğan, Mısır, Libya, Tunus, Suriye, Irak ve Filistin’de maskesini ve “Ilımlı İslam” gömleğini çıkarıp özüne zuhur etti; Mısırlı Müslüman Kardeşleri yoldan çıkardı, Hamas’a terör desteği sağladı ve Suriye’de cihadist gruplarla yatağa girip onlara patronluğa soyundu, ipler birer birer kopmaya başladı.
El-Nusra cephesi terör listesine alınarak uyarıda bulunuldu. Ardından Erdoğan’ın dostu Mursi tahttan alaşağı edilerek Müslüman Kardeşlere yönelik operasyona start verildi. Ve Mayıs 2013’te Erdoğan Washington’da sorgu odasına alınarak, Ortadoğu’da işlenen haltlar bir bir masaya sürüldü.
Kobanê’nin düşmesi için elinden geleni yapan, bunun gerçekleşmesi için inandığı tanrıdan dilekler dileyen Erdoğan’ın bu düşü ABD’nin de desteğiyle kursağında bırakıldı.
Buna rağmen Erdoğan burnunun dikine gitmeye devam etti. Suriye’de IŞİD’li ve El-Nusralı çakallarla türevlerine sağladığı destekte bir esneme, gerileme yaşanmadı. Bir adım ileri atılarak Rus uçağı düşürüldü ve bir oldu bitti yaratılarak Rusya ile ABD karşı karşıya getirilmeye çalışıldı. Bu tezgah da geri tepince yeni arayışlara yöneldi.
Obama ile Erdoğan ayrı tellerden çalmaya, frekanslar giderek ayrışmaya başladı. Son bir hamle yaparak buzları eritmek için gittiği ABD’de yeni ve aleni bir zılgıt yiyerek gerisin geri eli boş dönmek zorunda kaldı. Obama yaptığı görüşmenin kaba bir özetini basınla paylaşarak şöyle dedi: “Gerçek olan bir şey var ve bunu doğrudan da söyledim: Türkiye’deki bazı eğilimlerden rahatsız olduğum bir sır değil. Ben basın özgürlüğüne, din özgürlüğüne, hukuk ve demokrasiye güçlü bir şekilde inanıyorum.”
Ve Erdoğan söyleneni anlama, anlatılanı kavrama ve algılama konusunda özürlü olduğunu “bana yüzyüze o türden birşey söylenmiş değil” diyerek teyid etti.
Anlama ve kavrama yetisi kıt olanlara pratik alanda anlatılmaya devam ediliyor. Ve nitekim 4 Nisan tarihinde ABD’nin IŞİD karşıtı koalisyon sözcüsü Steve Warren “Suriye Demokratik Güçleri Rakka ve Deyr ez-Zor’u yeniden ele geçirecek en iyi güç. Desteklediğimiz ve desteklemeye devam edeceğimiz ılımlı Suriyeli muhalif güçlerin Rakka ve Deyr ez-Zor’a girecek en uygun güç olduğuna inanıyoruz çünkü bizim de katıldığımız hedefleri var. Bu hedefler barışın hüküm sürdüğü zengin bir Suriye” diyerek Erdoğan’a anlayabileceği türden bir cevapla sahayı işaret etti.
PYD’nin IŞİD’ten daha beter ve tehlikeli bir terör örgütü olduğunu her ağzını açtığında tekrarlayan Erdoğan ve ekibine ABD’den döner dönmez verilen yanıt olması bakımından oldukça anlamlı.
Anlamlı, zira anlamayana, anlamak istemeyene pratik alanda yanıt verilerek, kavratma yolu birkez daha tercih edilmiş oldu. Bununla da sınırlı kalmadı pratik alan. ABD ile TC ilişkilerinin geldiği noktanın daha iyi anlaşılması için neredeyse ABD’li tüm sivil personelle ailelerinin Türkiye’den tahliye edilmesi, geri çekilmesine bakmak yeter.
Bu son adımın sahadaki karşığı TC’nin bir Afganistan ve Suriye ile eşdeğer bir ülke konumunda değerlendirildiğidir. Bu adım terör saldırılarıyla, bombalamalarla izah edilemez. Belçika ve Fransa’dan tek bir eleman çekmeyen ABD, bu adımla Türkiye’ye anlaşılır bir uyarıda bulunmuş, Erdoğan ve ekibinin fazlaca bir itibarının kalmadığı anlaşılır bir şekilde belirtilmiş oldu.
Ne var ki bu yaklaşım ABD ve Batı’nın tümden Türkiye’den el çekeceğine, çekmeye başladığına yorumlanmamalı. Erdoğan’la araya mesafe koyan ABD, geriye kalanın iç dinamiklerle halledilmesine yeşil ışık yakıyor; “Türkiye ile evet, ama Erdoğan’la olmaz” demeye getiriyor.
Erdoğan’a düşman olan CHP’li Kılıçdaroğlu, Erdoğan’ın belirlediği gündem, kullandığı retorik ve terminolojiyle muhalefet yapmaya çalışıyor. HDP ve Kürt hareketiyle arasına mesafe koydukça CHP giderek AKP’ye benzemeye başlıyor. Ve bu durum sadece Erdoğan’ın değil, ona muhalefet ettiğini sanan Kılıçdaroğlu’nun da dünyanın verdiği sinyalleri kavrama yetisinde sorun olduğunu ortaya koyuyor.
Ne de olsa tezgah aynı tezgah.