Birinci Dünya Savaşı’nın enkazları altında yüz yıl önce kalemler kırılmış, hüküm biçilmişti Kürtler hakkında. Hak ve hukuksuz kalmalıydı Kürtler. 1916 yılının Mayıs ayının 16’sında İngilizlerle Fransızlar kalem ve kağıdın yanına pergel ve çetveli de koyarak Osmanlı egemenlik alanından 20-25 yeni devlet çıkarmakla meşgullerdi, o günlerde; adına Sykes-Picot denilen anlaşma çerçevesinde.
Kürtlerin yurdu Kasr-ı Şirinden sonra yeniden bölünüyordu, üzerinde yaşayan milyonlarca insanın alınmadan rızası, gözetilmeden hak ve hukuku. Osmanlı egemenliğindeki Kürt toprakları üçe bölündü; Kürt aşiret ve aileleri, köy ve kasabalar arasına sınırlar çekilerek oluşturulan yeni devletlerin insafına terkedildi Kürtler.
Bunu 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanan Sevr anlaşması izledi. Kürtlerle Ermenilerin ağızlarına bir parça bal sürülerek, kirli pazarlıklara girişildi ardından. Ve 23 Temmuz 1923 gününe gelindiğinde Lozan’da Kürt yurdunun üçe bölünmesine resmiyet kazandırıldı, sonunda.
Sevr anlaşması ile Kürtlerin ağzına hafiften bal çalanlar, Lozan’da Urfalı Nazif’in, Antepli Ökkeş’in ve Maraşlı Hüseyin’in direnişi sonucu Fransızları defedenleri cezalandırarak, İsmetê Ker’le Beton Mısto’nun yanında saf tuttup din kardeşliğine fit olan Kürtleri, Jön-Türklerin insafına terkedip aradan çekildiler, usulca.
Birinci Dünya Savaşı’nın kül ve enkazları altından yirmiyi aşkın Arap devleti çıkaran İngiliz ve Fransızlar, Kürtlere kölelik hakkını reva görerek İslam Bayrağı altında haçlı ordularını dize getiren Sultan Salahaddin’in torunlarından öç mü almak istediler, bilmiyorum. Bildiğim din kardeşliğinin, ümmet safsatasının bin yıldır hep Kürtlerin aleyhine işlediği, İslam Bayrağı altında Kürtlerin tit-tir titredikleri, hep katledikleri, kan kaybettikleridir.
İçinde bulunduğumuz bu günlerde Sykes-Picot ile Lozan’dan yüz yıl sonra yeni bir masa kuruldu Cenevre’de. Masanın etrafında İŞID ve El Nusra’nın siyam ikizi Ahrar ül Şam ve Ceyş ül İslam var, ancak çağımızın Moğol sürülerine, cihadist çakallara karşı destansı ve efsanevi bir mücadele yürüten, onları Kobanê’nin kurtarılmasından sonra adım adım gerileten Kürtlere, PYD’ye yer yok.
Masanın etrafında tek bir gün bile ne rejimle ne de islamist grühla çatışma içine girmiş gruplar var, ancak topraklarını her iki güce karşı savunmuş, yaşamlarını da göze alarak yurtlarıyla insanlarını korumuş olan güçlere yer yok.
Masada İstanbul ve Riyad’ta beş yıldızlı otel lobilerinde mesai tüketen, 20 miyon insanın kanı ve canı ile pazarlığa girişenlere yer var, ancak Kobanê ve Serê Kaniyê’yi, Tel Abyad ve Qamışlo’yu, Heseke ve Afrin’i çakallara karşı savunanlara yer yok.
Alan Kurdilerin, Şervan ve Arin Mirkanların kanlarına girenler Cenevre’de perde arkasında iş kotarıyor, yeni Suriye’yi inşa ediyorlar, kendilerince.
Pişti oynandığında kimse oyunun hemen başında asıyla başlamaz oyuna. Önce harcanması gereken kartlar atılır ortaya ve karşıdaki test edilir hesaplı. Ve sonuca ise papaz ve aslarla gidilir ustaca. Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar, Ahrar ül Şam ve Ceyş ül İslam gibi selefist, müslüman kardeş ve El Kaide artıklarıyla başladılar oyuna. IŞİD ve El Nusra ile ulaşmaya çalışacaklar sonuca.
Bu bileşimle ana rahminde döllenen gürbüz ve atik bir İslam devleti doğacaktır; yurmurtası El Kaide’den, spermi IŞİD ve El Nusra’dan olan.
Afganistan’da da böyle başlamıştı oyun. Her renkten mücahit gözdeleriydi Batılıların. Ana rahminde şekillenen ceninden Taliban ve El Kaide açtı gözlerini dünyaya. Kırk yıldır Afganistan’la başedemeyen, orada dikiş tutturamayanlar Irak batağına saplandılar sonradan.
Tunus’ta esmeye başlayan ılımlı Arap rüzgarıyla yelken açtılar ardından, gelip Suriye ve Libya bataklığına saplandılar. Irak’ı düze çıkardık dedikleri anda, başka coğrafyalardan peydahladıkları piçleri çıktı karşılarına. Oyun baştan yanlış kurulduğunda, başladığında gömlek yanlış iliklenmeye, benzer sonuçlar çıkacağını kavrayamadı yarım yüzyıldır müktedirler.
IŞİD’in tılsımını bozdu Kürtler Kobanê’de. 26 Ocak 2015’ten buyana gerileme süreci içinde çakallar. Hakimiyeti, hükmü altındaki toprakları kaybediyor birer birer cellatlar. Ve IŞİD’le Esad’ı sınırlama amacıyla kurulan masada yok Kürtler, aynen yüzyıl önce olduğu gibi.
Ancak devir değişti, köprülerin altında bolca su aktı. Kürtler Rojava’da hiçbir hal ve şart altında bir başkasının hükmü altında yaşamı kabul etmezler bundan sonra. Kürtleri katledebilirler, kırımdan geçirebilirler, ama boyun eğdirip diz çöktüremez, hükmedemezler. Bunun herkes tarafından açık ve net olarak anlaşılması gerekir.
Anlaşılması gereken başka bir noktayı defalarca belirtmeye, dilim döndüğünce anlatmaya çalıştım. Bir kez daha altını çizmekte fayda var. Hewlêr ve Duhok’ta alınan kararların nedenleri ve buna duyulan ihtiyaç çözümlenip özümsenmediği müddetçe Rojava’daki kazanımlar da, Başur’daki her taş ve ağaç da tehlike altında.
Bu tehlikeyi bertaraf edecek tek reçete ise PKK ve KDP’nin asgari müştereklerde ortak hareket etmeleridir. KDP ve PKK başka tellerden çalmaya devam ettikleri müddetçe Kürtlerin canı yanmaya, kanları akmaya devam edecektir.
Cenevre’de yoğrulmaya başlanan hamur daha çok su kaldırır. Kırk yıldır Afganistan sorununu halledemeyen anlayış, bu bileşimle Cenevre’den yeni bir Afganistan, Irak ve Libya’dan başka birşey çıkaramaz. Çıkacak olan sünni bir İslam Devleti’dir, ha selefi olmuş, ha Müslüman Kardeş.
Bu darboğazdan tek çıkış yolu var. O da PKK ile KDP’nin anlaşmasından, kimi ortak noktalarda buluşmasından geçiyor. Şayet KDP ile PKK Rojava ve Başur konusunda anlaşabilselerdi, bugün farklı bir tablo ortaya çıkabilirdi Cenevre’de.
Dünya alçak, dünya ikiyüzlü, dünya çıkarları peşinde. Bu tamam. Peki bizim hiç mi eksiğimiz yok?