Erdoğan’ın “Yeni Türkiye”si tüm politikasını, “stratejik derinliğini” Suriye’de IŞİD’le komşu olmak, giderek Türkiye’yi de müslüman kardeşlerin düşlediği bir ülkeye dönüştürmek üzerine kurmuştu.
Hakkını vermek gerekir. İçeride bir hayli mesafe aldı. Fetvalarla 10-12 yaşındaki kız çocuklarının babaları ve yakınları tarafından tecavüzüne cevaz da dahil toplumu islami referanslar doğrultusunda tanzim etme konusunda bir hayli mesafe aldı.
Dışarda, Suriye’de ise düşlediği gerçekleşmedi. IŞİD yerine Kürtler sınır hattını kontrol altına almaya başlayınca zıvanadan çıktı, aklı-selimden uzaklaşmaya, saldırganlaşmaya başladı.
Kobanê düşmeyince İmralı Masası’nı devirmeyi kararlaştırıp Kuzey Kürtlerine yönelik temizlik harekatına girişti. Kürt kent ve kasabalarını yakıp yıkmaya, tank ve toplarla yerlebir etmeye başladı.
Kürt düşmanlığından gözü dönmüş güruh, bunlarla da yetinmeyip son birkaç gündür Suriye’de IŞİD çakallarının tılsımını bozan PYD ve onun da içinde yer aldığı Demokratik Suriye Güçleri’nin mevzilerine yönelik saldırılar gerçekleştiriyor.
“Fırat’ın batısına geçmeyecek, Azaz’a dokunulmayacak, Afrin’e uzanılmayacak” diyor Kürtlere Beyaz Torosları hatırlatan Tataroğlu, hem de üst perdeden, sanki oralar Asya stepleri ya da babasının malı ve mülküymüş gibi.
Ayrıca iç kamuoyunu arkasına almak için Türkiye’ye düşman bir Kürt-Dostları-Kualisyonu oluşturulduğu ve PYD’nin Rusya ve Amerika tarafından desteklendiği imasında bulunmayı da ihmal etmiyor. Sanki Afrin ve Kobanê kurtarıldığında, Qamışlo ve Serê Kaniyê özgürleştirildiğinde adları zikredilen ülkelerden bir teki YPG’ye tek bir mermi vermiş gibi.
Yandaş basın, çanak yalayıcıları ile yalakalar bir korodur tutturmuş gidiyorlar. Ulumaları, baş aşağı gidiş ve sıkışmışlığın kendini iyice hissettirmesindendir.
Muhammed Saeed al-Sahaf diye biri vardı. İşi-gücü kamera ve mikrofonlar önüne geçip yalan yanlış bilgi vermekti. Bağdat düştüğünde, Saddam bir ine sığında bile o, kahramanlık marşları söylüyordu, hem de yüksek sesle.
Saddam’ın bir enformasyon bakanı vardı. Erdoğan’ınsa onlarca, belki de yüzlerce. Tümü de Türkiye’nin önünün “Yedi Düvel” tarafından alınmak istendiğine odaklı, sanki TC adı Yedi Düvel arasında sıralanan devletlerle birinci dereceden ilişki içinde değilmiş gibi.
Kürtler IŞİD’in olduğu gibi Erdoğan’ın da “tılsımını” bozdular, karizmasına derince bir çizik attılar, planlarının önemli bir kısmını yerlebir ederek Ortadoğu’da derin bir yalnızlığa mahkum ettiler.
IŞİD’le komşu olmak, Halep’te kahvaltı, Cuma’yı Şam’da kılma hesaplarının tümü Arîn Mîrkan’ın, Şervan’ın yurdu Kobanê’den geri döndü ve bu Erdoğan ve şürekasında taravmaya yol açtı.
Tüm öngörü ve hayalleri yerlebir olan Tataroğlu hala içe dönük olarak pişkin bir şekilde “YPG, Azez’den derhal çekilecek, Miniğ havaalanı boşaltılacak, Afrin’e yönelmekten vazgeçilecek” diyebiliyor ve YPG’lileri Abdulkadir Selvi, İbrahim Karagül ve benzerleri gibi kapıkulu ve hınk deyici sanıyor.
Ve dezenformasyon bakanı Selvi, Sultan’ının ağzından aktarıyor: “Irak’ta düşülen hataya Suriye’de düşmek istemiyoruz. Türkiye, Kuzey Irak gibi bir ‘Kuzey Suriye’ oluşturulmasına engel olmaya kararlı. Askeri seçenek de dahil her türlü önlemi alacak”.
Peki ne olmuştu “Kuzey Irak’ta” askeri seçenekleri de gündeme getirecek kadar vahim olan?
Kürtler Saddam gibi bir alçağın toprakları üzerindeki hakimiyetine son verip ülkelerini özgürleştirdiler; halkı yeni kırım ve kıyımlardan korudular.
Erdoğan’ın Rojavalı Kürtlere dönük bu tehdidinin bir ucu Ankara ve İstanbul’u mesken tutmuş KDP’li yöneticilere de dokunuyor. Bundan ders çıkarıp Erdoğan’ın Kuzey’de uyguladığı barbarlık ve vahşete tepki verirler mi, bilmiyorum. Yine bundan ders çıkarıp Rojavalı kardeşlerine yönelik tutumlarını gözden geçirirler mi, onu da bilmiyorum. Bildiğim Erdoğan’ın Kürt düşmanlığını içselleştirdiğidir. Bu öyle bir düşmanlık ki, kurunun yanında yaşın da yanmasını göze alabilecek bir düşmanlık.
Erdoğan’ın Hewlêr’deki dostlarının oturup kalkıp PKK ve PYD’ye teşekkür ve dua etmeleri gerekir. Kuzey’de ve Rojava’da sürdürülen kahramanca mücadele olmasaydı, Erdoğan Rojava’ya yönelik söylemini Başur’da gerçekleştirmek için bir an bile tereddüt etmezdi.
Umarım kek Mesud bu gerçeği Münih’te katıldığı Güvenlik Konferansı’nda nihayet gördü. Kürdistan’ın bağımsızlığı önündeki en büyük engel Irak değil, müttefiki ve stratejik ortağı Erdoğan Türkiyesi ve ona son altı aydır yeniden incir yapraklığı yapan Almanya’dır.
Bu durum değişmez mi?
Değişmesinin yolu Kürt hareketinin iki ana ve başat örgütü PKK ile KDP’nin birbirinin hak ve hukukunu gözeterek asgari müştereklerde ortak hareket etmesinden geçiyor.
Bu sağlandığında Başur bağımsızlığa kavuşur, Kürdistan’ın kolları Rojava’da Akdeniz’e ulaşır. Bir değil, elli Erdoğan’da gelse bunun önünü alamaz.
Kek Mesud, yarım asırdır Kuzey’de dikiş tutturamamış, bir baltaya sap olamamış klavuz ve danışmanlarının öneri ve telkinlerinin tersini yaptığında o eşik aşılmış, Kürt birliğine giden yol açılmış olacaktır. Top kek Mesud’ta!