Cumhurbaşkanı Recep Tayip Erdoğan Balıkkesir’de…
O gün ne Sur’da bir hendek muhabeti, ne de Cizre’de bir kurşun sesi duyulmakta…
Aksine kardeşleşme hikayeleri köy odalarının duvarlarını aşmış, Dolmabahçe Sarayı’nda bıle anlatılmakta ve oradan tüm dünyaya ilan edilmekte …
Tam da bu koşullarda Balıkkesir seferine çıkan Erdoğan, orada Kürtlere seslenmekte…
Şöyle diyordu ekselansları:
‚‚Kardeşim neyin eksik senin. Bir Kürt olarak sen bu ülkede Cumhurbaşkanı oldun mu? Oldun. Başbakan çıkardın mı? Çıkardın. Bakan çıkardın mı? Çıkardın. Devletin en üst kademelerine yönetici gönderdin mi, gönderiyor musun? Var. Türk Silahlı Kuvvetleri’nde var mısın? Var. Ne istiyorsun daha, ne istiyorsun?“
Balıkkesir de Türklerin huzuruna çıkan Erdoğan, Kürtlere yöneltiği sorulara, yine kendisi cevap veriyordu…
Aslında Kürtler için bu söylem hiç de yabancı değil.
TC’nin Kürt sorunu ile ilgili değişmeyen klasik bakış açısı.
Kürtlerin demokratikleştirmeye çalıştığı Cumhuriyet’in kurluşundan bugüne kadar tekrarlana gelen, Kürtlerin bir kesimi tarafından da kabul gören bir söylem…
Geçmiş ile bugün arasındaki tek fark; bugün sadece red ve inkarın son bulmuş olmasıdır.
Erdoğan’ın 13 yıllık fiili iktidarından sonra vardığı son durak, adı ve konumlandığı tepe değişse de, aslında Kürtlerin de yakından bildiği „Kürkçü Dükkanı“.
Erdoğan’ın temsil ettiği anlayışın bu noktaya gelmiş olmasında, aslında yadırganacak bir durum da yok.
Aksine, yararı var.
Çünkü bu güne kadar, kemalisti, sosyal demokratı, liberali ve nasyonalistiyle bu sorunun çözülemeyeceği, Kürtlerle Türklerin kardeşliğinin bir hikayeden ibaret olduğu anlaşılmıstı.
Erdoğan’ın Balıkkesir’deki konuşmasıyla, bu işin dindarlarla da olamayacağı anlaşılmış oldu.
Bu nedenle Erdoğan’ın 13 yillik serüveninden sonra kendisini kürkçü dükkanına atarken, özüne dönmüş olmasında şaşılacak bir durm yok.
Asıl sorun, Erdoğan’ı bugüne kadar destekleyen, bundan sonra da destek verme eğiliminde olan Kürtler ile Erdoğan’a karşı olmakla birlikte, sorunu, kendilerine ait olmayan ve olamayacak olan Cumhuriyet’in demokratikleştirilmesine indirgeyen Kürtlerin takındığı ve yarınlarda takınacakları tutumdur.
Eğer sorun, dil, toprak ve de devlet kurma sorunu değilse, Erdoğan’ın dün dile getirdiği söyleminde de, bu gün icra ettiği eyleminde de bir sıkıntı görmemek lazım.
Çünkü Erdoğan Kürtlerin sahip oldukları/olacakları makam ve mevkileri sayarken, bizim gibi boş konuşmuyor. O Türkiyeli Kürtleri tarif ediyor ve o tarife göre de bir sorunlarının olmadığını açıkça ifade ediyor.
Bu anlamda, eksiğine rağmen, doğru da söyluyor.
Anadiliyle ilgili bir sorunu olmayan, kendi toprağı üzerinde özgür olmayı dert edinmeyen, kendine ait bir devlete sahip olmayı istemeyen, hatta öyle bir fikri dahi çöpe atan, cami de dini ibadetini yerine getirirken, anlamadığı bir dilde vaiz veren imama tabi olmakta sakınca görmeyen Kürtlerin sahip olamayacağı herhangi bir mevki ve makam gerçekten de yok…
Erdoğan’ın tanımladığı Kürtlerin kendilerine ait olmayan devlette, Cumhurbaşkanı, Başbakan, Bakan, Devletin en üst kademelerine yönetici, Türk Silahlı Kuvvetleri’nde General bile oldukları bir gerçek.
Bugün gelinen nokta itibariyle tabolya bakacak olursak, Erdoğan’ın Kürtler için söylediklerinin eksiği var, fazlası yok.
Kürtler, bu makam ve mevkilerinin yanısıra, MİT’in İT’in başı, hatta kendilerine ait olmayan devletin başındaki RTE’nin sır küpü dahi olabiliyorlar.
Dolayısıyla, sorun RTE’nin kürkçü dükkanına dönmüş olmasında değil, onun tarif ettiği gibi düşünen ve ona göre davranan Kürtlerde…
Erdoğan’ın bu gün sloganlaştırdığı Tek Devlet, Tek Bayrak, Tek Dil, Tek Millet ve Tek Vatan söylemi, Türk Devleti’nin temel taşlarıdır.
Kürtler milli bir tutumla bu temeli sarsmadıkça, düşmüş oldukları çukurdan onları ne kazılan hendekler, ne de anlatılan kardeşleşme hikayeleri çıkarabilecektir…
Bin yıllık ortak tarih ve ortak din gibi safsatalar ise, sadece bir kandırmacadan ibarettir…
23.12.2015
firataras@navkurd.net