Sevgili okuyucular kanımca iki aydan fazla bir zamandır birşeyler yazdığım yok. Zira yaşlılık, zaman-zaman rahatsızlık ve ayrıca da iki gözden, ayrı-ayrı zamanda kataraktan ameliyat olmam, yazı yazmamı engellediği gibi, kitap okumamı da engelledi; geldim bugüne.
Evet, birkaç günden beri, eskiye nazaran biraz daha iyiyim ve eskisi gibi olmasa da bilgisayar sitelerinde ilgimi çeken bazı yazarların yazılarını ve dünya ile ilgili haberleri okuyabiliyorum.
Sevgili okuyucu kardeşler başlıkta “üç ayrı konu üzerine” dedim ve müsadenizle bu yazımda bilincim oranında bu konulara değinmek istiyorum. Dilerim başınızı ağırtmam. Zira hep uzun yazarım değil mi?
Birinci konu Türkiye’deki Genel Seçimler ve devleti yöneten insan sıfatındaki vahşi kurtlar ve doymak bilmeyen devler.
Ben Türkiye’de ilk Genel Seçimleri Dersim katliamının, yani 70.000 Dersim Kürdünün barbarca katledilmesi ve o kutsal coğrafyanın bir bütün işgal edilmesi sonrası, yani 1946’da “Şilk” adlı bir köyde
gördüm. O yıllarda bizim köye yakın iki köyde okul yapılmıştı. Bunlardan biri Moxındi, şimde ise ismi Darıkent. İlginçtir darının yetişmediği bu köy Nahiye yapılmış, orada hem bir ilkokul ve hemde
bir askeri karakol kurulmuş, karakola bir gedikli ast subayla bir manga jandarma, Nahiye’ye de şişman göbekli, beyaz gömlek ve kravatlı bir müdür tayın edilmişti, ki bunlar bizim canımızı alan Azraillerimizdi. Moxındi bizim köye biraz daha uzak olduğu için, seçim sandığı yukarıda isminden bahsettiğim “Şilk” adlı köyde kurulmuştu, ki ben o yıl 10-11 yaşında, genç bir çocuk, üstümde de el dokuma bezinden bir Kıras ve Derpê, yani bir don ile kollu bir iç çamaşır ilkokula yeni başlamış, hem öğretmenim Dırbanlı -Sayın Kemal Burkay’ın köylüsü- merhum Şükrü Can Hoca’nın beyaz gömlek ve kravatına ve hemde daha önce Moxındi de gördüğüm Nahiye Müdürü’nün kılık – kiyafeti çok dikkatımı çekmiş, bu giyimin cazibesine kapılmış, “Birgün bende böyle takım elbise, beyaz gömlek giyer, kravat takar mıyım” diye hayal kurmuştum..
Bunun için de bugüne kadar hep takım elbise, beyaz gömlek ve kravatı sevdim, seviyorum. Yani doyamadım bir türlü bu aşk ve sevdama.
Konuya dönersek, seçim sandığı Şilk’te kurulmuş, Kurkuruk, benim doğduğum köy Kupık, Lodek, Dawalı, Çet ve Mıstê Besê mezralarının bütün kadın ve erkeği bu köye gidip oy kullanıyorlardı, ki seçmenlerin
yüzde 99’u Türkçe bilmiyordu. Bunun için de Türkçeyi biraz çat-pat bilen bazı devlet yanlılarının tarif ve yardımlarıyla seçmenler parmaklarını stanpaya bastırıp kağıda bastırılıyorlardı. Merhum annem ve babama da bunu yaptılar. Çünkü bende onlarla beraber gitmiştim. Yanılmıyorsam o seçimde Mahmut Tan ve Vahap Kışoğlu adlı kişiler -kesin emin olmamakla- CHP’den seçilmişlerdi. Zira seçim öncesi bu zatlar devlet yanlısı ünlü Seid ve Ağalarla gezip, oy toplamaya çalışırlardı. Hele 1950 seçimlerini hiç unutmam. O yıl CHP’den Nazmiyeli Hıdır Aydın adaydı ve hep İsmet İnönü’nün yakın dostu ve tüm Dersim Alevilerinin Piri ve Mürşit’i sayılan, Baba Mansur aşiretinin reisi Lodekli Seid Süleyman’ın oğlu, bugünkü Malatya, Doğan şehirli İzzettin Doğan’ın öz dayısı Hüseyin Doğan ile köy-köy geziyor ve Hüseyin Doğan, kaldığı makamdaki pozisyonunu kullanarak herkese “Oyunuzu Hıdır Beye vereceksiniz” diyordu ve gerçekten de Hıdır Aydın oy çoğunluğuyla seçildi. İlginçtir bu ilişki bunları birde dünür yapmıştı. Hıdır Aydın Hüseyin Doğan’a talip sayılırken, -ki o zamanlar Seid kızının kesinlikle Seid olmayan biriyle evlenmesi büyük günah
sayılırdı ve erkek için de aynı yasa geçerliydi- Hüseyin Doğan amcası İbrahim’in -Bay İwık- torunu, yani pısmamı merhum Mustafa’nın kızı Sakine’yi de Hıdır Aydın’ın kardeşine verdi. Ben o evlilik düğününde
üç gün, üç gece doyasıya oynadım, Kürdçe kılam söyleyip emsallarıma sergovendlık yaptım. 1954 seçimleri için bir yıl öncesinden Türk ordusunda binbaşı olan Mazgirt Lazvan köyünde Kurêşan aşiretinden biri
olan Aslan Bora -Mit ajanı- yine Seid Hüseyin Doğan onunla köy-köy gezip, halka “Oyunuzu Aslan Beye verin; bakın rütbesini sizin için kurban etmiş” diyordu. O seçimde hem Aslan Bora, hemde Golanlı Aziz
Ağanın oğlu Bahri Turğut Okaygün seçildiler. Yani zorba ve kandırmaca yöntem ile seçim yapıldı; millet kendi iradesiyle oy kulanmadı ve bugünde kullanmıyor. Çünkü iradeleri zorba ve zebanilerin elinde.
Türkiye’de seçim bir aldatmaca ve komedidir. Seçimlerde baskı, korku ve ölüm kural haline gelmiştir. Ölüm Ağa’dır, Seid’dir, Şeyh’tir, zengin paralı kişidir, katil kabadayı, parti fedaisidir. Kısacası halk bu saydığım kişiler için kurbanlık koyun, rahat kandırılabilecek korkak ve zavallı bir topluluktur.
Sevgili okuyucular, ben 1954 seçimleri yapılmadan önce ülkemden ayrılarak İstanbul’a yerleştim. 1958 seçimlerinde oy kullanmadım ama seçim manzarasını yakından takip ettim. 1965 seçimlerinde de oy
kullanmadım, ama TİP’e kendi oturduğum semtte 200’ye yakın oy topladım. Yani Kasımpaşa’da.
Kısacası Türkiye’de milletvekili olup parlamentoya giren herkes, bana göre bir çingene gibi “GEŞT” toplayan kişidir. Kim en çok yalan söylüyorsa, en çok alavere-dalavere ile milleti kandırıyor ve bunun
için de hatip bir ruha sahip, herkesin nabzına göre şerbet dağıtmayı da beceriyorsa, o gemiyi kurtaran kaptan olduğu gibi, bir kaç yıldan sonra tirilyonerdir, zavallı toplumun sırtında suvaridir, Ağadır,
Beydir, Paşadır, hatta ve hatta hem Peygamber ve hem de Tanrı’dır. İşte Erdoğan ve benzerleri böyledirler. Boşuna dememişler “Toplumlar ve kişiler laik oldukları kişi ve yönetimlerle yönetilirler”. İşte Türkiye, Kürdistan ve bütün İslam ülkelerinin insanları, laik oldukları yönetim ve kişilerle yönetiliyorlar. Mustahaktır. Koyun oldun mu, bilmelisin ki kurda avsın.
Sevgili okuyucu kardeşler, tam 45 yıldır Avustralya’nın Sydney kentinde yaşıyorum. 37 yıl bu ülkenin İşçi Partisi’nin üyeliğini yaptım -şimdi emekliyim- ve hiç bir seçim döneminde bir açık-hava mitingine ne rastladım ve ne de şahit oldum. Bu görevi medya ve görsel basın yapıyor. Yani her partinin yalnız başkanları televizyon ekranlarına, radio stüdyolarına davet edilerek kısa konuşmalarla seçim
propagandalarını yapar, gazeteler de yazar. Yani kimse meydanlara çıkıp “Sayın vatandaşlar, partimizi ve beni iktidara getirirseniz, şunu yaparım, bunu yaparım” demez. Çünkü böylesi ülkelerin seçmeni aydındır, demokrattır, hoşgörü sahibidir ve tüm gücün kendisinde olduğunun bilincindedir. Bu ülkede seçimi kaybeden bir parti başkanı, kesinlikle makamında kalmaz ve istifa eder, yerini bir diğer arkadaşına bırakır. Bu ülkede bir milletvekili 1000 dolarlık bir suistimal iftirası kendisine isnad edildiği için adam buna dayanamadı ve intihar etti. Başbakan’a bir şişe şarap hediye edildi, Başbakan halkın bunu rüşvet sayacağı endişesiyle, şarabı sahibine geri verdi ve halkından özür diledi. Ya Türkiye’de? Milyon, milyarları çalıp
ayakkabı kutularında saklayanlar, banka soyanlar, birkaç yılda devleti soyup tirilyoner olanlar? Bu ülkede hiç bir Bakan ve Başbakan’ın korumaları yok. Bakanlar, Başbakan halktan biri gibidirler, köpeklerini gezdirir, spor yaparlar. Başbakan’ı gören bir vatandaş onun önünde eğilip elpençe divan durmaz, af buyurun kıçını yerden kaldırmaz. Benim 41 yıllık Parlamenter arkadaşım Laurie Ferguson’un evi benim evin yanında kümes sayılır. Hep tek başına gezer. Öfisinde 4-5 sosyal görevli kişi çalışır, halka bedava hizmet eder. Ya Türkiye ve bütün İslam ülkelerinde?????????.
Evet sevgili okuyucu kardeşler, Gürcü Recep Tayyip Erdoğan ile yıllarca aynı mahallede oturdum Yani Kasımpaşa, Küçük Piyale, Resne ve Sobacı sokağında. Babası bir deniz işçisi, benim gibi günlük geçinen
bir insandı. Ya bugünkü Recep Bey???????????? Ew ji hemû gelê Tirkîye yê û yên Kurdistanê ra pîroz be. Vallahi Recep Bey ümmet ve cihatçı yoldaşları çok iyi birer suvari oldukları gibi, bindikleri e….lerin neden hoşlandıklarını da çok iyi bilmekteler. Adamlar hefsarı, yanı yuları ne yana çeviriyorlarsa, guh dırêjler o yana gidiyor. İtiraz yok. Çünkü arpa, burçak ve yonca verilir, umut var.
Şimdi de geleyim bizim Leyla Zana ve onun şowuna Yani ikinci konuya.
Kanımca Kürdler yeni çağda ilk girdikleri düşman meclisi, faşist, totaliter, ölüm fermanlarının çıktığı Türk, Ankara’daki meclistir. Selanikli zalim bêbav Mustafa Kemal, Şeytan’i zekâsını kullanarak 72 Kürd namerdinin boynuna yular takarak o zalimhaneye getirdi, onların emirleriyle Kürdistan’ı dört parçaya böldü, Kuzey parçasını bir bütün işgal ederek, yüzbinlerce insanımızı Koçkiri, Şeyh Seid, Ağrı, Zilan
ve Dersim’de acımasızca katletti, ama ne yazıkki sözümona ne Kürd seroklar, ne Leyla bacımız bunu gördü ve ne de geçmişten ders aldılar.
1977-78’de genç, kara kaşlı, kara gözlü bir delikanlı çıktı ve geçmiş yanlışları sert bir şekilde eleştirdi. Med ruhundan bahsetti, ama ne yazıkki o Med ruhunu bir tarafa bırak, gitti yüzbinlerce atalarının kafasını kılıçla kesen, kanlarıyla değirmen döndüren kişilerin ülkesine sığındı, orada verdiği emirlerle Kürdistan’ı bir kangölüne çevirdi, tüm o cennetımsı coğrafyayı tahrip ettirdi. Önce halka umut verdi, “Devlet baldır, şekerdir” dedi, sonra birseksen dönüş yaparak “Devlet yılan zehiridir içilmez, öldürücüdür, baskı organıdır” dedi, halk Mustafa Kemal’a kanan 72 sersem oldu. Bu kez bir başka kandırmaca yöntem ile, bir gurup Kürd o meclise girdi ve bunlardan biri de Ana sıfatını taşıyan bizim Leyla bacımızdı. Leyla bacımız ve onun bütün arkadaşları o zalimhaneye gitmeden önce, o zalimhanede hangi yemini edeceklerini çok iyi biliyorlardı. Ama herhalde orada alacakları maaş onların Kürd toplumuna vaadetiklerinden daha şirin geldi, ama zalimhanede bir şow sonucu birkaç arkadaşıyla on yıl zından hayatı yaşadı, sonra çıktı ama akıllanmadı ve 7 Haziran 2015 seçimlerinde yine Kürd halkının parasıyla, yani oyuyla tekrar bileti o zalimhaneye kesti, 79 kişiyle birlikte oraya girdi, fakat yedi başlı dev o seksen kişiyi kabul etmedi, tehlikeli buldu ve kovdu, sonra dev 1 Kasım 2015 günü onlardan 59’unu içeri aldı ve hepsine “Ben ne diyorsam onu yapacaksınız. Ben hangi yemini ediyorsam, sizde aynısını tekrar edeceksiniz” dedi, 58’i etti sıra geldi Leyla bacımıza. Leyla bacımız herhalde o zalimhanede oturan 550 kişinin hepsini Mecnun saydı, ya da
zannetti.. Yeminin bir yerinde Türk sözcüğünün önüne üç harf ekliyerek “Türkiye” deyince, kiyamet de ondan koptu ve Mecnunların her biri birer Asena enikleri oldu, Leylamız zor kaçtı.
Peki Leyla bacımızın yaptığı doğru muydu? Bence hiç de doğru değildi. Çünkü Hasan’a herkes “Kel Hasan” diyordu, fakat Leyla bacımız, bu iki kelimelik cümleyi tersinden okuyarak “Hasan Kel” diyordu. Yani hepsi
bu.
Evet sayın okuyucu kardeşlerim. Bakın o yeminin metnine. Okumanız için tam metni aşağıya alıyorum. Lütfen iyi okuyun ve yorumlayın.
Yazıyorum.
„Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruycağıma; hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağıma; toplumun huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakattan
ayrılmayacağıma büyük Türk milleti -ne kadar büyük bir millet ise- önünde namusum ve şerefim üzerine ant içerim.“
Evet, yeminin metni aynen bu. Peki Leyla bacımızın dediği ne? Leyla bacımız vatanın bölünmez bütünlüğüne, -Hangi vatanın bölünmez bütünlüğüne?- Atatürk ilke ve inkılaplarına, -yani Koçkiri Şeyh Seid, Ağrı, Zilan ve Dersim’de yüzbinlerce Kürdün ölüm fermanını çıkaran, buyuran ve bu buyruğunu yerine getiren barbar katilimizin ilke ve inkılapları üzerine- ayrıca hayatı Kürd halkına zehir eden, bu halka
kan kusturan, Diyarbekir zındanlarında binlerce beyin insanımızı yok eden, “Asmayalım da besliyelim mi?” diyen zalim faşist Kenan Evren Anayasası üzerine yemin ederken, sadece Türk yerine Türkiye kelimesini
kullanıyor.
Burada bu bacımıza şunu sormamız haksızlık mı olur? Leyla bacı sen “Türkiye” deyince ne anlıyorsun? Türkiye, Türk’ün ülkesi demektir benim tatlı bacım. Türkiyelileşmek de budur bacı. Lütfen şow yapmaya
çalışma, yakışmaz sana. Leyla bacı unutma, böylesi davranışlar komedi olur, insanları güldürtür. Siz o meclise girmeye aday olduğunuzda, o yemini okuyacağınızı biliyordunuz. Yani Asena enikleri size
okutacaklardı ve okuttularda. Eğer siz akıllı ve gerçek bir Kürd ruhuyla davransaydınız, o faşist yemin için meclise gitmeyip protesto etseydiniz, içinizdeki feryadı dünyaya duyurmuş olsaydınız, modern ve demokratik dünya sizin yanınızda olur, zalim ve barbar Türk’e o yemini değiştirip, çağdaş ve demokratik ülkelerin yemin şekline benzer bir yeni yemin metnini hazırlatırlardı, ama ne yazıkki siz bunu yapmadınız. Hep yanlış şeyler yapıyor ve yanlış eyler söylüyorsunuz. Örneğin “Devlet-mevlet istemiyoruz. Onu çöp sepetine attık, çünkü baskı organıdır” diyor, ulusal birliğe her yerde bir kale duvarı oluyorsunuz. Partinizin ve serokunuzun kurtuluşunu Kürd halknın kurtuluşu önüne koyuyorsunuz, ki bu çok ağır bir suç. Lütfen bunu yapmayın, bu yalınayaklı mazlum halka yazık.
Evet, geleyim üçüncü konuya. Üçüncü ve son konu da İslam.ve onun canavarları DAİŞ.
Sevgili kardeşlerim, 10 Haziran 2014’ten buyanı, DAİŞ İslam canavarları ülkemizi bir kangölüne çevirdiler. Şengal ve Kobani’de binlerce insanımızı vahşiane bir şekilde katlettikleri gibi, binlerce anamızı, bacımızı, kızımızı da götürüp hem ırzına geçtiler ve hemde köle pazarlarında davar satar gibi sattılar. Bunu bütün dünya gördü ve biliyor; ama gel-gelelim hâlâ bu “Yalınayak” dediğim mazlum halkımın bunu görmemesi ve çoğunun bu vahşete ve bu canavar çeteye “Onlar İslam değildir” demeleri benim gibi Kürd insanını ve gerçek insanseverlerini alabildiğine üzmektedir. Bu insanlarımız hangi akıla hizmet ediyorlar anlamış değilim. Bu insanlarımız çağın çok gerisinde yaşıyorlar. Gönül isterdiki bu insanlarımız yedinci yüzyılda İslam’ın nasıl çıktığını araştırıp gerçek İslam’ın gerçeğini ortaya çıkarsaydı, balığın baştan koktuğunun bilincine ve gerçeğine ulaşsaydı. Kur’an’ı sakin bir kafayla okuyup onun yorumlamasını bilseydi. Sahte hacının, hocanın, Şeyh’ın ve Seid’in yalanına inanmasaydı. Ölümden sonra başka bir hayatın olmadığının bilincine varıp boşuboşuna yeraltında cennet, cehennem, sırat köprüsü, katran kazanlarının, zebanilerin kesinlikle olmadığını, müminliğin hiç bir kiymeti harbiyesinin geçerli sayılamayacağı, 70 huri safsatasının kuyruklu bir yalan olduğu gerçeğini kafasındaki beyninin içine güzel bir soksaydı ne kadar güzel olurdu. Ama ne yazıkki bunu göremediğimiz gibi, yüzlerce gencimizin Helebce, Bingöl, Adıyaman, Amed, Rıha, Mardin ve diğer Kürdistan bölgelerinden çıkıp bu vahşi, kanemici guruba katıldığını, İslam’i zehirle beyinleri zehirlenmiş bu vahşi kurtlar kardeşlerini de acımasızca öldürmelerine rağmen, hâlâ da “Onlar İslam değil” diyen Kürd’e şaşıyorum. Yahu sizin dediğiniz İslam hangi İslamdır? Suidi Arabistan, Katar, 22 Arap devletlerinin İslam’ı mıdır? İran Xumeyni İslam’ı mıdır? Endenozya, Malazya İslam’ı mıdır? Mısır, Suriye’deki İslam kardeşlerin İslam’ı mıdır? El-Kaide, El-Nusra, Taliban, Filistin’deki Hamas, Lübnan’daki Hızbullah mıdır? Gürcü Recep Tayyip Erdoğan ve onun “Ülkem” dediği Türkiye İslam’ı mıdır? Kürd bêbavi Fethullah Gülen’in İslam’ı mıdır? Bizim Huda-Par ve Kürd Hızbullah’ın İslam’ı mıdır? Söyleyin lütfen, bu canavarlar hangi İslam ülkesininİslamları? Hangi Allah ve İslam Partisinin fedaileri? Yahu bunu derken utanmıyor musunuz? Hayali yarattığınız Allah’ınızdan korkmuyor musunuz? Her oturup kalkmanızda, günde beş kez ona secde ettiğiniz, namaz kıldığınız ve bütün kainatı tüm canlı varlıklarıyla berabar onun yarattığına inandığınız Tanrı’nın kullarını DAİŞ’in vahşi kurtları İslam adına Allah’ınızın bu kullarını keserlerken, vicdanınızsızlamıyor mu bunu söylerken? Sahiden siz insan ve kainatı yarattığına inandığınız Tanrınıza karşı günah işlemiyor musunuz? Yahu “Din” dediğiniz “İslam” dediğiniz nedir? Onun övülecek neyi var? İslam dini sizi yaşatan ekmek, su, hava ve oksijen midir? Soyut, hiç bir somut gerçeği içinde barındırmayan din nedir sizin için? Bu soyut kavram için neden kötülük yapıyor ve günahsız insanları öldürüyorsunuz? Bu soyut kavramı yaratan ve buna inanmayanın ölüm fermanını çıkaran kişiyi niye seviyorsunuz? O size ne verdi ve ne veriyor? Yahu vicdanınız sızlamıyor mu atalarınızın katiline taparken? “Benim gibi düşünmeyenin katli vaciptir” diyen insan sevilir mi? İnsan kanı döken dine “Barış dini” denilir mi? Barış bu dinin neresinde? İnanın buna kargalar bile güler ve üzülür. Çünkü bu din savaş dinidir ve savaşla bugüne gelmiştir. Dilerim mazlum halkım biran önce aklını başına toplar, bu uğursuz ve kandökücü dinden yakasını silker, modern ve hümanist bir toplum olur. Dilerim seroklarımız da bu iş ve çalışmanın piri ve rehperi olurlar. Bi daxwazîya dilê kul û xemoşgirtî ve.
Saygılar.
rizacolpan@gmail.com