Tarih, 10 haziran 2014.
İŞİD adlı terör örgütü bir gecede, başta Musul olmak üzere Irak’ın sünni bölgesinde yer alan birçok yerlesim birimini ele geçirdi. Akabinde, ele geçirdiği bölgelerde kendine bağlı yöneticiler atayarak tüm dünyaya karşı hükümranlığını ilan etti.
Aradan geçen üç aylık zaman zarfına rağmen İŞİD’in ilerleyişi, Kürt Bölgesi dışında bir türlü durdurulamadı.
ABD’nin öncülüğünde kurulacak olan olası uluslararası koalisyonun önümüzdeki süreçte İŞİD belasına nasıl bir çözüm bulacağı konusu merakla bekleniyor.
Koalisyonun hangi ülkelerden oluşacağı ve nasıl bir strateji izleyeceği önümüzdeki günlerde netlik kazanacak. Ancak başından beri İŞİD’e finansal destek sağladığı ileri sürülen Katar ve İŞİD’e kapalı devre lojistik destek verdiği iddia edilen Türkiye’nin bu koalisyon içerisinde nasıl bir tutum sergileyecekleri ise birer soru işareti olarak güncelliğini koruyor.
Türkiye her ne kadar İŞİD ile herhangi bir ilgisinin olmadığını bugüne kadar iddia etse de, gerek Musul’un ele geçirilmesiyle birlikte Türkiye’nin Musul başkonsolosu başta olmak üzere, konsoloslukta çalışan 49 görevlinin adeta „gönüllü rehine“ olarak İŞİD’e sığınmaları ve Türkiye’nin İŞİD’i hala terörist örgüt olarak tanımlamaması, Türkiye ile ilgili ileri sürülen iddiaları doğrular nitelikte.
Özellikle Türkiye’nin Musul Konsolosu ve konsolosluk görevlilerinin „rehin“ alınmaları konusu, başlı başına bir muamma.
Gerek Türk Devleti’nin bu güne kadar bu konudaki rahat tutumu ve gerekse İŞİD’in rehinelere yönelik herhangi bir olumsuz yaklaşımının ortaya çıkmayışı, olayın bir kurmacadan ibaret olduğu tezini olabildiğince güçlendiriyor.
Son yıllarda Türk devletiyle iyi komşuluk ilişkileri çerceveşinde sıkı bir işbirliği içinde olan Kürt Bölgesel Yönetimi’nin Başbakanı Neçirvan Barzani’nin Milliyet Gzetesi’nden Aslı Aydıntaşbaş’a verdiği mulakatta söyledikleri ise, Türkiye ile ilgili ileri sürülen iddialarla ilgili tum şuphelerin ne kadar doğru olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.
Ne diyor Barzani, ona bır bakalım: „Musul’daki olayların yaşandığı gece Sayın Davutoğlu’yla bir kaç defa görüştüm. Bizden oradakilere göz kulak olmamızı istedi. Konsolosunuzu iki defa arayıp ne yapabileceğimizi sordum. Tahliye teklif ettim. Ama iyi durumda olduklarını ve yardıma ihtiyacı olmadığını söyledi. Doğrusu çok şaşırdık. Sanıyorum başkonsolos bir değerlendirme hatası yaptı. Bildiğimiz kadarıyla bir noktada Dicle’nin batısında, şehrin Kürt bölgesinde tutuluyorlardı ama oradan başka yere götürüldüler. (...)”
Bugüne kadar başta ABD’li gazeteciler olmak üzere elinde tuttuğu rehineleri hunharca katleden İŞİD, Türk rehinelerle ilgili olumsuz bir şey yapmazken, Türk Devleti ise, İŞİD’e karşi aktif bir tutum takınmamasını, İŞİD’in elindeki rehinelere zarar vereceği gerekçesine sığınmakla açıkladı.
Bu gün de aynı gerekçeyi ileri sürerek, kurulacak olası koalisyonda yer almakla birlikte, aktif bir tutum sergilemeyeceklerini açıkça ilan ediyor, bu tutumlarını yine kendilerine yakın basın organlarında gerekçeleriyle dile getiriyorlar.
Şu an İŞİD’e karşı kara harekatını yapan Irak ve Peşmerge güçlerine ciddi bir yardım yapmadıkları gibi, gerek AB ülkeleri ve gerekse ABD’nin Kürt Peşmergelerine gönderdikleri/gönderecekleri silahların PKK’nin eline geçebileceği gerekçesiyle durdurulması için canla, başla girişimde bulunuyorlar.
Türkiye’nin bu tutumu kadar ilginç olan başka bir tuhaflık da PKK’nin bu konuda takındığı tavırdır.
Türkiye, “Peşmergeye verilecek silahlar PKK’nin eline geçer” diye AB ve ABD nezdinde girişimlerde bulunurken, PKK ise yine; ““Peşmergeye verilecek silahlar İŞİD’in eline geçer” diye Almanya parlamentosunda eylem yaparak, tam da Türkiye’nin bıraktığı boşluğu tamamlamaya çalışıyor.
Gerekçeleri farklı da olsa ilginçtir, AB ülkeleriyle ABD’nin İŞİD’e karşi Peşmergeyi destekleme konusunda PKK ile Türk Devleti’nin tutumu, Erdoğan ile Bayık’ın söylemi aynı noktada buluşuyor.
Selahattin Demirtaş’ın Türk Devleti’ne; “Gelin İŞİD’e karşı ortak ordu kuralım” çağrısı ise, karşıtların ortak niyetini adeta gözler önüne seriyor.
Şimdi Türkiye İŞİD’in neresinde sorusuna gelince, cevap gayet net.
Türkiye, kendisine rağmen yanı başında oluşmakta olan bir Kürdistan’ı istemiyor.
Kürt yönetimi ile olan iyi ilişkileri, bölgeden kaynaklanan bu günkü çıkarlarını korumak ve gelecekte oluşacak olası şartlara göre hareket kabileyetini güçlendirme amacına yöneliktir
Çünkü bu güne kadar Türk Devleti’nin dillendirdiği; “Irak’ın Toprak Birliği”, “Ortadoğu Dengeleri”, “Sınırların Değişmezliği Politikası” derken, hiç biri bir işe yaramadı.
İŞİD, her nereden çıktıysa can simidi gibi Türk Devleti’nin imdadına yetişti.
Türk Devleti, imdadına yetişsen bu simidi şişirdi, verdiği lojistik destekle büyüttü ve yanı başında oluşmakta olan bir Kürdistanı engellemek için son hamle olarak İŞİD simidine sarıldı…
Türkiye’nin sinsice oynadığı bu oyun tutar mı?
Bu, birazda salt bir Kürt devleti olmasın diye, her türlü girişime açık olan kimi Kürtlerin tutumuna bağlı…
11.09.2014
firataras@navkurd.eu