„Hayal, fakirin ekmeğidir“ derler.
Yanlış da değil.
Paraya, pula sahip olmayanlar, bu dünyanın nimetlerinden yeter ölçüde yararlanamayanlar, varsa eğer boş zamanlarının çoğunu hayal kurmakla geçirirler. Kurdukları hayeller ise daha çok „param olursa, şunu şunu yaparım“, „günün birinde zengin olursam, şu yatırımı yapar, çevremdeki fakir fukaralara yardım ederim“, ya da „yetkilerim olsa, ülkeyi, hatta onunla da yetinmeyerek dünyayı daha adil ve yaşanılır bir şekilde yönetirim“ derler.
Tabi çoğu zaman nasıl zengin olunacağı, ya da nasıl iyi bir yönetici olunabileceği ile ilgili hayaller düşünülmeden yapılıyor… Hayal devam ettikçe de bu istemlere yeni yeni şeyler eklenip devam eder…
Tıpkı Küzey Kürtlerin politik hayalleri gibi..
Son dönemlerde, Kürdistan’ın geleceği ile ilgili düşünülen modeller üzerine yapılan tartışmalar yeniden yoğunlaştı. Hergün yeni bir model ortaya sunuluyor.
Dışarıdan bakıldığında bunların Güney Kürdistan’ın statüsü hakkında tartıştıkları ve bu konuda bir karara varmak istedikleri zannediliyor. Oysa öyle değil, statüsünün ne olacağına bir türlü karar veremedikleri ve bu nedenle zamanlarının çoğunu heba ettikleri bu tartışma Kuzey yani, Türkiye’nin egemenliğinde bulunan Kürdistan parçasıyla ilgili.
Halbuki fiili bir devlet konumunda olan Güneyli Kürtler bile federasyon mu, bağımsızlık mı, diye bu kadar tartışmıyorlar. Aksine, gelecekte statüsü ne olursa olsun, şimdiden devlet olmanın –federal ya da bağımsız- alt yapısını oluşturmya çalışıyorlar.
Güneyli Kürtler, her koşulda karşılarına çıkabilecek sorunların nasıl çözülebileceği yönünde kafa yorarlarken, bizimkiler sanki tüm sorunların üstesinden gelmişçesine, „Türklerle mi yaşamaya devam edelim, yoksa ayrı devlet mi kuralım“ diye kafa patlatıyorlar.
Kendileri gibi düşünmeyenleri, ya da farklı bir modeli hayal edenleri de ihanete varacak şekilde suçlayarak…
Elbette uğruna mücadele edilen bir ulusun geleceği hakkında bugünden düşünmek ve olası ihtimaller üzerinde kafa yormak gerekli ve yapılmalı da. Ancak bunun da belli bir ölçüsü olmalı, istemler o mücadeleyi veren güçlerin boyunu aşmamalı.
Kaldı ki Kürtler, siyasal hareketlerin kendileri için istedikleri yönetim modellerinden ziyade yaptıkları işlere bakarak onlara yaklaşırlar.
Her Kürdün gönlünde bağımsız bir Kürdistan’da yaşamak isteği olmasına rağmen, bağımsız bir Kürdistan hedefi, tek başına bir siyasi hareketin taban bulmasına yetmedi bugüne kadar, bundan sonra da yeterli olmaz.
Halkın gönlünde yatan istemi gerçekleştirmek için, onları pratikte de işin içine katarak, onlarla birlikte yürüyerek ancak mümkün olabilir.
Bu konuda denizaşırı ulusların kurtuluş mücadelelerinden örnekler vermeye de gerek yok. Yanıbaşımızda, acı ve sevinçlerine ortak olduğumuz Güneyli kardeşlerimizin mücadele tarihleri gereğinden fazla zengin bir örnek olarak yanıbaşımızda durmaktadır.
Bu zengin deneyimden yeteri kadar ders aldık mı ya da alıyor muyuz?
Ders almadığımız, bugünkü uğraşlarımızdan belli…
Onlar değilmiydi ki, otonomi istemlerinden dolayı küçük görüp horladıklarımız. Bizden kat be kat halk desteğine ve silahlı güce sahip olmalarına rağmen, bağımsızlık istemiyorlar diye, gözümüzü kırpmadan, bir an dönüp kendimize bile bakmadan, tek kalemde üstlerini çizip, ihanetle suçladıklarımız…
Ama tarih, kısa bir zaman dilimi içerisinde bu konuda da yanıldığımızı bize gösterdi. Biz ise hala bunun bir rüya olduğunu düşünüyor ve bildiğimiz yolda, yerimizde saymamıza rağmen, maraton koştuğumuzu sanıyoruz…
Bana sorarsanız, ben de birleşik, bağımsız, güçlü, zengin ve dünyanın olmasa bile, en azından Ortadoğu’nun hakimi olabilecek bir Kürdistan istiyorum. Ha bu arada demokratik bir yönetime sahip olması da tercihlerimden bir tanesi olabilir…
Peki benim böyle bir isteme sahip olmam, yukarıda sıraladığım ölçülerde bir devletin kurulması için yeterli mi?
Değilse, o zaman herkes şapkasını önüne koyup bir kez daha kendisini ve gönlünde yatanı gözden geçirmeli, adımlarını ona göre atmalı…
03 Aralık 2006