„Ölüm nereden gelirse gelsin, hoşgeldi safa geldi“ diyordu şair.
Ölüm, adı bile soğuk. Ama herkesin sonuçta karşılaşacağı bir an.
Tüm canlı varlıklar için kacınılmaz bir son…
Ölenin ölüm karşısında, çaresizlik dışında yapabileceği pek bir şey yok. Bunun içindir ki, şarin dediği gibi, ölüm nereden ve kimin tarafından gelirse gelsin, onu karşılamaktan başka, ne yapabilirki insan…
Ölümün doğal olması, ya da bir trafik kazasında ansızın insanın karşısına çıkıvermesi, ölen açısından bir şeyi değiştirmiyor. Çünkü ölümü karşılayan kişi, sadece o son anın uzun veya kısalığı ile ilgilidir.
O anın uzunluğu bir işkenceye dönüşürken, kısa sürede olup bitivermesi, bir kurtuluştur ölen için.
Belki de bu yüzden, bir tetikçinin kör kurşunuyla, ya da derin güçlerin patlattığı bir bombayla yaşama veda edeni şehit ilan etmektir.
Öldürme eylemiyle, aslında ölenden çok öldüreni cezalandırmaktır. İlk tetiği çekmesiyle aslında katili, ya da tetikçiyi bir ömür boyu vicdan azabına mahkum etmektir.
Çoğu katil ve tetikçilerin kurbanlarına karşı kullandıkları yöntemlerle son yolculuklarına çıkmaları, belki de bu nedenledir.
Maktulu şehit ilan etmek, biraz da çaresizliğin bir sonucudur. Çünkü katil ile maktul kelimelerinin kullanılması, insanlık tarihiyle eş zamanlıdır. Bu nedenle bu kavramlara yüklenen anlam ve anlayışlar değişmelidir.
Ne silaha, ne de ölüme yalaçan alet ve edevatların varlığına karşı çıkmakla, katil ve tetikçileri işlerinden vazgeçirmek olanaklı değildir.
İnsanlığın varoluşundan bugüne, nesilden nesile bir miras olarak gelen, tüm dinler ve toplumsal sistemler tarafindan karşı çıkılan, ceza ve mueyyideler uygulanmasına rağmen engellenemeyen, bu insanlık dışı eylemi sonlandırmanın çaresi belki de, „biz“ ve „onlar“ kavramlarının içindeki giz de saklıdır.
Belki de doğru olarak kabul ettiğimiz yanlışlarımızı, yanlış olan başklarının doğrularını görebilmektir, yapılması gereken.
Başkalarının katiliyle maktulumuzu birbirinden ayırdedebilmektir, asl olan.
Bir yaşamı sonlandırmaya neden aramadan, ona haklılık kazandırmadan, koşulsuz bir şekilde yaşama hakkını savunabilmektir…
Bunun için, işlenen her cinayet karşısında, insanlık değerlerini ruhumuzun derinliklerinde hissederek içimizdeki „katili“ sorgulayıp, ona karşı direnmeyi becerebilmektir.
Bu genel doğruları bir yaşam felsefesi haline getirmek, özellikle Kürtler için günümüz koşullarında ekmek ve su kadar gerekli olan bir ihtiyaçtır.
Bu ihtiyaçtan hareket edilerek, bugün işlenen ve yarınlarda benzeri tekrarlanan cinayetlere karşı çıkmak bir anlam ifade edebilir ancak.
Aksi takdirde geçmişten günümüze yaptığımız gibi, bugün karşı çıktığımız bir eylemin tekrarlayıcısı durumuna düşebilir ve yaptıklarımıza neden arayarak, içimizdeki „katili“ savunma durumuna düşebiliriz.
Bu duygularla Kani Yılmaz ve arkadaşlarına karşı işlenen insanlık dışı eylemi kınıyor, hiç bir gerekçe ve değerin bir yaşamı sonlandımaya haklılık kazandırmayacağını bir kez daha tekrarlamak istiyorum.
13 Şubat 2006