4 Eylül 2005 tarihinde Diyarbakır’da oluşturulan Kürt Ulusal Demokratik Çalışma Grubu, bir iki kesim dışında neredeyse Kuzeyli Kürtlerin tümünü kendi bünyesinde barındırıyor.
Grub bugüne kadar çok sayıda bölge toplantıları organize etti ve bu toplantılardan çıkan sonuçları da kamuoyuna açıkladı.
Son dönemlerde ise benzeri toplantıları yurtdışında, özellikle de Avrupa ülkelerinde yapmaya başladı.
Ben de çoğu Kürtler gibi bu toplantıları basından izliyor, buna ek olarak bazen de bu toplantılara katılan kimi dostlardan bilgi ediniyorum.
Kuruluş mantığina ve ilk toplantıdan çıkan sonuç bildirgesine öyle sanıyorum ki kimsenin itirazı yok.
Kimi eksikliklerine rağmen ben de genel olarak olumlu buldum, bu konudaki düşüncelerimi bugün de koruyorum.
Ancak hiç bir şeyin ortaya konulan istem ve kağıt üzerinde yazılıp çizilen belirlemeler doğrultusunda yürümediği/yürümeyeceği de bilinen bir gerçek. Sözkonusu olan toplumsal bir olay olunca bu daha da zorlaşıyor.
Benim burada değinmek istediğim, Kürt Ulusal Demokratik Çalışma Grubu’nun önüne koymuş olduğu hedefe varıp varamayacağından ziyade, isminde de yer verdiği demokratiklik kavramına ne ölçüde bağlı kalınacağı ve bugüne kadar yapılan bölge toplantılarında kamuoyuna yansıyan manzara oluşturacak.
Birincisi, Kürtler bugüne kadar kendilerini tanımladıkları sıfatlarının hep aksini yaptılar. Mesela ulusal birlik şiarıyla ortaya çıkanlar, daha çok dar grupçu davrandılar, ulsallığı kendilerinden ibaret sanarak.
Aynı şey demokrasi kavramı için de geçerli. Kürtler, bugüne kadar talep ve istemlerinde demokratik bir tutumla hareket ettiler/ediyorlar. Ancak iç ilişkilerinde ise en ufak nüans farklılıklarına bile tahamul etmediklerini de geçmiş deneyimlerimizden biliyoruz.
Böyle bir gelenekten gelen ve hala birçok illegal yapılanmanın gölgesinde yürüyen insanlardan oluşan bu yapılanmanın demokratik teamülleri kendi bünyesinde uygulayacağını bu nedenle düşünemiyorum.
Çünkü illegal yapıların burada da kendi küçük hesaplarının peşinde koştuklarını, bu oluşuma yönelik değerlendirmelerinden gözlemlemek mümkün.
Her grubun kendisini asli unsuru olarak gördüğü bu oluşumun hedefine bu nedenle ulaşacağına ihtimal vermiyor, ama yanılmış olmayı istiyorum.
İkincisi ise, toplantılarda ortaya çıkan manzara, oluşumun kitlesellikten ne kadar uzak olduğunu çıplak bir şekilde ortaya koyuyor.
Tüm toplantıların en fazla dikkat çeken yanı, katılımcı ve konuşmacılarının aynı insanlardan oluşmuş olmalarıdır.
Öyleki oluşum içinde yeralan grupların „görüntü savaşı“, toplantıların tek değişmeyen özelliği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Yazının başında da belirttiğim gibi, ismi ve bileşeni itibariyle büyük görünen hareketin, hiç de yansıtıldığı gibi olmadığı bugüne kadar yaptıklarıyla ortada.
Dolayısıyla bu gerçeği bile bile es geçmek, ne oluşumun içinde yeralanlara ne de dışında kalanlara bir yararı olur.
Oysa daha mütevazi bir isim ve kendi gerçeklerimizden hareketle ortaya konulan ulaşılabilir hedeflerle yola çıkılması halinde, oluşumun içinde yeralanlara başarıyı tattırabileceği gibi, dışında olan insanlar için de bir çekim merkezi işlevini görebilir…
20 Haziran 2006