Daha bir hafta önce seyretım “Küçük Kara Balıklar / Güneydoğu’da Çocuk olmak” belgesel filmini…
Film, sadece yakın geçmişe değil, geleçeğe de ışık tutan, ders alınması halinde, insanlığımızı, insan olmanın, çocuk olmanın değerini bize bir kez daha hatırlatan bir film.
Drama Istanbul Film Atölyesi’den bir ekip, Ezel Akay, Serpil Güler, Haluk Ünal, Önder İnce ve Cem Terbiyeli kameralarını, adı hala kişi ve koşullara göre değişen bölgeye, Kürdistan’a çevirmiş, mikrofonlarını Kürt çocuklarına uzatmışlar.
Doksanlı yıllarda hayata birer Küçük Kara Balık olarak başlayan, bugün birer genç, birer yetişkin olan 11 Kürt, çocuk yaşta neler yaşadıklarını, nelerle yüzleştiklerini, bugün neler hissetiklerini anlatmışlar. Onlar konuşmuş, kameralar kaydetmiş. Ortaya hüzünlü ve içinde bir o kadar da derslerle dolu bir belgesel film çıkmış…
Bugün 20’sinde olan İmren, ailesinin köyden şehire olan zorunlu göçün hikayesini, Devletin bölgeye döşediği mayınlarla bir gözü ile bir kolunu kaybeden Nesim, yıllar sonra aynı devletin formasını taşıyan bir sporcuya dönüşmesinin serüvenini anlatıyor.
İmren; “Güneydoğu’da, hele de 90’lı yıllarda dünyaya gelmişseniz, sadece bebekliğinizi yaşarsınız, sadece 1 ve 5 yaş arasında çocuk olursunuz, 6 yaşından sonra sen artık büyüksün. 15’ten sonra zaten 40 yaşındasın…” diyor..
Nesim; „Sağlam kalan organlarımla, karda, çamurda, soğukta, sıcakta durmadan koştum“ diyor…
Batman Belediye Başkanı Nejdet Atalay’ın çocukları olan 8 yaşındaki Öykü Zin ile 11 yaşındaki Siyabend babalarının polisler tarafından nasıl derdest edilip götürüldüğünü anlatıyorlar…
Herbirinin yaşadığı travma, çektikleri acı, hissetikleri duygu birbirinden farklı olsa da, ortak yanları Kürt olarak dünyaya gelmiş ve aynı coğrafyada yaşamış olmaları… Geleceğe yönelik tasarımları, hedefleri onları yine ortak bir paydada buluşturuyor. Kimi müzikle uğraşarak, kimi kendilerinden esirgenen hak, hukuk ve adaletin yaşadıkları bölgede egemen olması için hukukçu olmayı hedefleyerek, kimi daha yaşanılır bir dünya için bilim adamı olmayı amaç edinerek, yaşamış oldukları acıları sağıltmaya çalışıyorlar.
Hepsinin konuşmalarında ve de gözlerinde eksilmeyen tek şey, geleceğe yönelik taşıdıkları umut!..
Film, 1981’den 2014’e kadar yıllar itibariyle „devlet dersinde öldürülen“çocukların isimlerinin perdeye yansıtılmasıyla da son buluyor…
Bugün bile birçoğumuzun unuttuğu, hatırlayanların bile pek önemsemediği bu rakamlar, sadece yakın tarihle ilgili hafızalarımızı tazelemiyor, savaşın o çirkin yüzü ile birlikte, yaşadığımız ya da tanık olduğumuz kimi gerçekleri de adeta gözlerimizin içine sokuyor, beyinlerimize kazıyor.
İşte yıllara göre o rakamlar:
1988 -1 çocuk
1989 -2
1990 -21
1991 -15
1991 -117
1993 -79
1994 -99
1995 -11
1996 -7
1997 -7
1998 -5
1999 -12
2000 -3
2001 -1
2004 -1
2006 -18
2007 -3
2008 -1
2009 -12
2010 -14
2011 -14
2012 -10
2013 -1
2014 -1
2015 – ???
Beni bu yazıyı yazmama sevk eden şey de, Devletin Kürdistan’da öldürdükleri çocuklar…
Rakamlar, herhangi bir yoruma ihtiyaç duymadan gerçekleri çıplak bir şekilde gözler önüne seriyor.
Hiçbir savaş hukukuyla açıklanamayacak olan Devletin öldürdüğü çocukların sayısı ile ilgili rakamlarla savaşın şiddeti arasında bir parallelik var.
Karşılıklı ateşkesin sürdüğü yıllarda öldürülen çocuk sayısı ya hiç, ya da bir-iki’den ibaretken, karşılıklı çatışmanın olduğu yıllarda bu sayı 10’ları hatta 100’leri bulmaktadır…
Devlet şiddetinin tavan yaptığı 1991 yılında, ödürülen çocuk sayı 117…
Çözüm Süreci’nin başladığı 2013 ile sürecin devam ettiği 2014’de ise bu rakam sadece 1…
Savaşın yeniden başladığı, devamı konusunda her iki tarafın „süreç artık farklı bir tarz ve yöntem ile devam eder“ dedikleri günümüzde, 2015 yılının son çeyreğinde kaç çocuğun öldürüleceğini ise, bugünden hiç kimse tahmin ve tasavur edemez…
Oysa bugüne kadar yaşananlar da gösteriyor ki, devletin „terörist“ diye tanımladığı yüzlerce gerillanın öldürülmesiyle Kürtler yok edilemeyeceği gibi, Kürt sorunu da ortadan kalkmaz, aksine daha yakıcı bir şekilde gündemdeki yerini korur.
Yine PKK’nin gerçekleştireceği eylemlerle yüzlerce ve hatta binlerce asker ve polisin öldürülmesiyle de ne devlet yıkılır, ne de Kürdistan kurulur.
Tıpkı bugüne kadar olduğu gibi, bugünden sonra öldürülen ister gerilla, ister asker ve polis olsun, bunların sayıları sadece dost sophbetlerinde, gazetecilerin makalelerinde, stratejistlerin raporlarında birer istatistiksel değerler olarak sadece bir yere not edilir.
Çünkü bu coğrafya da yaşayan insanların değeri, Savaşın her iki tarafı açısından ucuz olduğu kadar, insanları nedeni ve amacı bulanık olan bir savaş yoluyla ölüme göndermeleri de bir o kadar kolaydır.
Bu anlayışla hareket edildiği sürece, her 10 yılda yeni belgesel filmler çekilecek, öldürülen, yetim bırakılan çocuklarla ilgili istatistikler yapılacak, mevcut rakamlara yenilerinin eklenmesiyle, sadece tutulan kanlı arşivler zenginleşecektir…
09.09.2015