Kitleler kendilerinde olmayan özelliklere sahip insanalara kimi zaman korkudan, kimi zaman da saygıdan dolayı ilgiyle yaklaşır, onlara saygıda kusur etmezler.
Ne zaman ki ortak bir yanlarının olduğunu farketseler, işte o zaman tutum ve davranışlarını da bir an da değişitirirler.
Örneğin bir doktor kendi hastasıyla daha iyi diyalog kurması için, basit cümlelerle konuşmaya başladığı andan itibaren, hastasının gözündeki saygınlığını yitirir. Hastanın nezdinde onun gerçekten doktor olup olmadığı bile tartışma konusu olur.
Farklı bir meslek grubuna mensup olan insanlar için de bu durum geçerlidir.
Hele Kürtler açısından bu daha vahim bir durum arzetmektedir.
Yüksek eğitim gören yada bürokrat olan bir Kürdün kendi akrabalarıyla bile Kürtçe konuşması, onu o insanların gözünde sıradanlaştırır.
Kürdistan’ın her tarafında bunu kanıtlayan binlerce örmeğe rastlamak mümkün.
Bir kasabada çalışan ve kendi çevresiyle Kürtçe konuşan bir avukatın iş yapma imkanı, aynı kasabada çalısan bir Türk yada Kürt olduğu halde insanlara yukarıdan bakan ve onlarla bilmedikleri yada anlamakta zorluk çektikleri Türkçe ile konuşan meslekdaşlarından daha azdır.
Çünkü kitlelerin gözünde kendilerine değer vermeyen, kendilerinden uzak duran ve onlarla ortak paydalarını paylaşmayan insanlar büyük insanlardır. Onlarla her kesle oturup kalkmazlar, herkesle oturup çene çalmazlar.
O durumda olupta farklı davrananlar ise, okumalarına rağmen hala adam olamamış muamelesi görürler.
Bu yargıya varmaları, tek başına onların suçu da değil. Yetiştikleri toplumun değer yargıları, toplumun gelişmişlik düzeyi ve yönetim biçimi önemli paya sahip.
Verili toplumlarda ise durum çok daha farkli. Aydın, sanatçı, yazar ya da bürokrat halka yakın durdukça, onlarla diyalog kanallarını açık tutup, geliştirdikçe değer kazanır.
Toplum, bu tür özelliklere sahip olan insanlara, her şeyden önce kendilerinden biri olarak bakar. Ortak insani özelliklere sahip olduklarının bilinciyle yaklaşır. Kendilerinden farklı kimi özelliklere sahip olan insanların bu durumlarını da farklı yeteneklere sahip olmakla açıklar.
Bu toplumlardaki aydın kesimi de, kendileri gibi farklı yetenek ve becerilere sahip olmayanları aşağılayıp, onlara tepeden bakmaz. Aksine kendi özel yeteneklerini, bu insanların hizmetine sunma gibi bir zorunluluk olarak değerlendirir. Onların varlığı halinde ancak kendi yeteneklerinin bir anlam ifade edebileceği duygusundan hareket eder.
Bu anlayış ve yaklaşım tarzı, aydın ile toplumu biribirine yaklaştırır, toplumda sanatın, hoşgörünün dolayısıyla demokrasinin egemen ve de ortak bir değer olmasını beraberinde getirir.
Somurtkan ve kendi toplumuna yabancılaşmış bir anlayışın ürünü olan az gelşmiş toplumlardaki bürokrat kesim ise, kendisinden ürken ve kendisine yabancılaşan bir kitlenin oluşmasına yol açar. Bu ise, toplumun daha bürokratik ve totaliter bir çizgiye yönelmesine neden olur.
Böylesi toplumlarda, toplumun üst kesimini oluşturan bürokrat-aydın tabaka, Çetin Altan’ın deyişiyle, “önemli oldukları için değerli”, demokratik ve uygar toplumlarda ise, „değerli oldukları için önemlidirler“.
10 Haziran 2008