Yönetmen Mehmet Tanrısever tarafından çekilen ve Saidê Kurdî (Nursi)‘nin yaşam hikayesini konu alan Hür Adam filmi, çok sayıda tepki aldı.
Olumsuz tepkiler, daha çok „Resmi Tarih“ penceresinden Saidê Kurdî ye bakanlardan geldi. Çünkü onlar, resmi tarihîn dışında verilen tüm tarihsel olay veya kişiliklere karşı tepkiler verirler ki, bu onlarda doğal bir refleks halini almıştır.
Olumlu tepki verenler de, aslında diğerlerinden pek farklı bir noktada değiller. Onlar da kendilerine göre oluşturdukları farklı bir resmi tarih çerçevesinde Saidê Kurdî ye yaklaşıyorlar. Dolayışıyla Hür Adam’ı övenlerle, sövenler aslında aynı noktada buluşuyorlar. Buluştukları bu nokta ise, Saidê Kurdî’nin Kürt kimliği. İşte bu kimliğe karşı duydukları alerjidir ki, zıt kutuplarda yeralan, normal koşullarda biraraya gelmemesi gereken bu iki kesimi aynı mantık silsilesinde buluşturuyor.
Resmi tarihçilerin Saidê Kurdî ye bakış açıları belli. Onlara göre Saidê Kurdi, mürteci, Atatürk ve Cumhurriyet düşmanı, Şeyh Saidê yardım eden bir bölücü/şakî ve hatta deli…
Resmi tarih penceresinden olaylara bakanların bu yakıştırması anlaşılır bir şeydir. Çünkü onlar, kendileri gibi düşünmeyen, kendilerine ait olmayan herkese bir kulp takarlar. Tarihsel olayları ve yaşanan gerçekleri ters-yüz eder ve bunları topluma geri satarlar. Çoğu zaman toplum da bunu sorunsuz bir şekilde alır, benimser ve içsellleştirir…
Bu resmi tarihe karşı çıkış, eğer tarihsel olay ve kişiliklere objektif bir yaklaşımla yapılırsa bir anlam ifade eder. Yoksa, resmi tarihe alternatif ikinci bir resmi tarihe dönüşür ki, bu daha tehlikeli bir sonuç doğurur…
Hür Adam ile yapılan da budur.
Resmi tarihe alternatif ikinci bir resmi tarih yazımıdır Hür Adam ile verilen hikaye…
Bir sinema filmiyle bugün karşımıza çıkan bu anlayış, aslında Türkiye’de yayınsal alanda yıllardır tekrarlanagelen bir düşüncenin farklı alandaki bir yansımasıdır…
Peki Hür Adam filminde nedir eksik olan?
Sinema eleştirmeni olmadığım için, daha çok filmin içeriğiyle, yani filmin kahramanı olan Saidê Kurdî ile ilgili kimi yanlışlara değinmek istiyorum.
Birinci çarpıtma, Saidê Kurdî’nin ismi ve ulusal kimliğiyle ilgilidir.
Filimde her nekadar karşıtlarının ağzından Kürt imam olarak tanımlanmış olsa da, gerek ismi ve gerekse anne ve babasıyla olan diyaloglarda çok ince bir inkar olayı karşımıza çıkmaktadır.
Bu filmin tartışılmasıyla birlikte Saidê Kurdî’nin Atatürk’e yazmış olduğu elyazması mektubu ilk kez Türk basınında yeraldı… Uzunca yazılan, eleştiri ve önerilerden oluşan bu mektubun altındaki imza Saidê Kurdî olarak yeralmaktadır. Demek ki Saidê Nursî olarak bugüne kadar adlandırılan kişi, kendisini Saidê Kurdî olarak adlandırıyordu.
Filimde anne ve babası, hatta yakın çalışma arkadaşları ona Kürtçe hitap ediyorlar, o ise onlara Türkçe karşılık veriyor. Anne, baba ve çevresi kendisiyle Kürtçe konuştuklarına göre, demek ki Türkçe bilmiyorlar. Eğer burada ince bir art niyet ve çarpıtma yoksa, Türkçe bilmedikleri için kendisiyle Kürtçe konuşan bu insanlara karşı Saidê Kurdî’nin cevabı da Kürtçe olurdu.
Bir diğer çarpıtma, Şeyh Said ile ilgilidir.
Şeyh Said’in Saidê Kurdî ye çagrısı filimde, “hilafet elden gidiyor” diye veriliyor. Kürt ve Kürtlükle ilgili hiç bir talepten bahsedilmiyor.
Oysa Şeyh Said ve arkadaşlarının bir örgütü ve bu örgütün de bir hedefi vardı. Bu, ne halifeliğin yeniden ilanıydı, ne de Osmanlı’nın mirası olan topraklarda iktidarı ele geçirme hedefiydi.
Amaçları gayet açıktı:
Kürtlerin üzerinde yaşadıkları topraklarda Kürdistan adıyla bir devlet kurmak ve bu devleti hilafet kurallarına göre idare etmekti.
Saidê Kurdî ye yaptıkları çağrı da bu yöndeydi. Saidê Kurdî’nin Şeyh Said ve arkadaşlarıyla birlikte çalışmayı istemeyişini ise, Kürt sorununa ve sorunun çözümüne yönelik farklı bakış açılarına sahip olmalarının bir sonucuydu.
Şeyh Said ve arkadaşları Kürt ve Kürdistan sorununun çözümü için silahı bile caiz görürlerken, Saidê Kurdî çözümü daha çok ilim ve irfanın yayılmasında görmüştür. Gerek Abdulhamid’den ve gerekse Cumhuriyet sonrası Atatürk’ten Van da Medrese’tul Zehra adıyla bir Üniversite açma isteği ve ısrarının nedeni de budur.
Kendisini ve dolayısıyla düşünce sistematiğini; “İnsanım, Müslümanım ve Kurdum” diye içiçe olan üç daireyle ifadelendirmesi ve yine Kürt toplumundaki hastalıkları da cehalet, fakirlik ve ikililik (nezanî, xizanî û dubendîtî) olarak formülle ettiği içindir ki, buna çare olarak da Kürdistan’da medrese kurma isteğini her dönemde ısrarla sürdürmüştür.
Filimde Şeyh Said’in çağrısına karşılık; “Bugüne kadar Türkler bizi yönetti, bugünden sonra da Türkler yönetecek” söylemi de, olsa olsa basit bir çarpıtmadan iabrettir. Bu da eder üç…
Kuşkusuz, Saidê Kurdî kendi çağının önemli bir alimi ve yaşadığı dönemin tarihsel bir figürü olarak Kürt ve Türk tarihinde hep olacaktır.
Hür Adam filminde olduğu gibi Saidê Kurdî’nin şahsiyeti ve düşünce sistematiği çarpıtılarak, ümmetçilik adı altında mensubu olduğu ulusal kimliğinden soyutlandırılarak, bu yetmezmiş gibi adeta bir Türkçü olarak gelecek nesillere aktarılması, Saidê Kurdî’yi değil, daha çok onu öyle görüp ve gördükleri gibi yansıtmaya çalışanları küçültür…
Hür Adam filmiyle resmi tarih farklı bir boyutuyla bir kez daha teşhir edilirken, ikinci bir resmi tarih yazıcılığı karşımıza çıkmaktadır.
Bu hastıliğin temel nedeni ise, tarihsel olguları ve gerçekleri kendine yontmaktır ki, bu da tek kelimeyle cehalettir.
24.01.2011
firataras@navkurd.eu