Demokrasi bir kurallar rejimidir. Eğer bir ülkede demokrasinin evrensel kuralları gerek yöneten ve gerekse yönetilenler tarafından içselleştirilip o kurallar bir yaşam biçimine dönüştürülmez ise, o ülke bir dönemin Malazgirt’ine, yönetenler de Malazgirtl’i şöföre benzer..
Malazgirtli şöförün hikayesine gelince, hikaye şöyle:
Malazgirt’in bir köyünde yaşayan bir köylü, hastalanınca tedavi maksadıyla Istanbul’a getiriliyor. Taksim İlk Yardım Hastahanesine yatırılan hasta bir süre sonra vefat eder.
Yakınları tarafından hastahaneden alınan cenaze tabuta konularak, defn edilmek üzere doğup büyüdüğü köye götürülmek istenir.
Ancak Istanbul’un varoşlarında oturan bir akrabaları, yola çıkmadan önce cenaze sahiplerinin kısa süreliğine de olsa evinde misafir olmaları konusunda ısrarcı olur.
Bunun üzerine tabutu, kullandıkları taksinin üzerine yerleştirip sağlam bir şekilde bağladıktan sonra Istanbul’daki akraba evine doğru hareket ederler.
Malum, Istanbul trafiği yoğun.
Taksim, Tarlabaşı, Unkapanı derken Vatan caddesine doğru gidiyorlar. Atatürk Bulvarı’ndaki köprünün üzerinden Vatan caddesine yöneldiklerinde hemen köprünün bitiminde yeralan trafik lambalarından dolyaı sol iki şeritteki arabaların durmasına rağmen, arabayı süren malazgirtli hızını düsürmeden yoluna devam eder.
Gittikleri akrabalarının evinde içtikleri çay, kahveden sonra Malazgirt’in yolunu tutarlar.
Köye varıldıktan sonra, cenazenin defin işleri biter. Ardından günlerce süren başsağlığı ziyareti başlar.
Her toplumda olduğu gibi başsağlığı ziyaretlerinin ilk üç-beş dakikkası hüzünlü olur. Ölenin ruhuna fatiha okunup hal hatır sorulduktan sonra, normal sohbete geçilir.
Bu rutin sohbetlerin birinde söz Istanbul’dan açılır. Köylülerden biri Istanbul ile ilgili merak ettiği bir iki soruyu cenaze sahiplerine sorar.
Istanbul’da arabayı kullanan cenaze sahibi der ki; „Valla onu bunu bilmem ama Istanbul halkı hem çok medeni hem de ölüye çok saygılı. Biz hastahaneden çıkıp akrabamızın evine doğru yola çıkarken bizim köyün genişliğindeki bir caddenin başına vardığımızda, bizim arabamızda cenaze olduğunu gören tüm sürücüler bize yol açmak için oldukları yerde durup bize yol verdiler. Biz de hiç bir engelle karşılaşmadan yolumuza devam ettik.“
Bütün cemaat can kulağıyla anlatılanları dinlerken, Istanbul’da oturan ve cenazeye eşlik etmek amacıyla köye gelen akrabaları bıyık altından kıs kıs güler. Cemaatin meraklı bakışları karşısında Istanbul’u ballandıra ballandıra anlatan akrabasına dönüp; „O senin ölüye saygıdan dolayı bekledikleri dediğin arabalar, bizim burda henüz olmayan trafik lambasının kırmızı olmasından dolayı bekliyorlardı“ der.
Türkiye’yi yönetenler de tıpkı araba kullanma ehliyetine sahip olmakla birlikte yaşadığı yerde trafik kuralları olmadiğı için o kurallardan bihaber araba süren Malazgirtli söföre benziyorlar.
Onlar da yer geldiğinde demokrasiden ve demokratik yönetimlerinden dem vurup duruyorlar.
Oysa yönetikleri ülkede ne demokrasi ne de demokrasinin kuralları var.
Çetin Altan’ın deyimiyle camii-kışla arasına sıkışıp kalan halkın dört yılda bir kullandıkları zorunlu tercihi demokrasinin bir göstergesi sayıp, el aleme caka atıyorlar…
14 Haziran 2009