Türkiye garip bir ülke. Politik gündemi hızlı bir şekilde değişiyor.
Devlet aygıtını elinde bulunduran gizli güçler hala ayakta ve insanları istedikleri gibi provokasyona getirip değişimin önünü almaya çabalıyorlar.
Geçen hafta görülmekte olan bir davayı izlemek üzere Samsun’a giden BDP heyetine yapılan saldırıda kapatılan DTP’nin yasaklı lideri Ahmet Türk’ün burnu kırıldı.
Olayın ardından başta Ahmet Türk olmak üzere aklı selim kişiler tarafından yapılan sağduyu çağrılarına rağmen, Samsun’un Ladik ilçesinde polis otosu tarandı ve iki polis öldürüldü.
Belli ki Ahmet Türk’e yumruk attırmakla muradına eremeyenler, provakatörleri aracılığıyla yumruğa misillemeymiş gibi gösterebilecekleri yeni bir eyleme ihtiyaç duydular.
Yumruklu saldırının mağduru olan Ahmet Türk basına verdiği demeçte; her iki olayı da provokasyon olarak nitelerken, BDP Muş Milletvekili Sırrı Sakık ise; Türkiye’yi çatışma ortamına çekmek isteyen güçlerin olduğunu ve saldırıların çok dikkat çekici olduklarını belirtti.
Dikkat edilirse statukonun değişimine yönelik atılan her adımı engelemek için benzer provokasyonlar yapılıyor.
Oluşturulmaya çalışılan son tezgah ise 12 Eylül Anayasası’nda yapılmak istenen değişikliğin önünü kesmekti.
Bunun için önce yüksek yargı organları harekete geçirildi…
Ardından MHP ve CHP’nin takınacakları tavra umut bağlandı…
Derin devletin güdümünde olan bürokratik elitten medet umuldu…
Tüm bunlar sonuç vermeyince nihai çözüm olarak provokasyonlara başvuruldu.
Gerek Ahmet Türk’e atılan yumruk ve gerekse Samsun’un Ladik ilçesinde ödürülen iki polis olayı aynı merkezden organize edilen ve birbirleriyle bağlantılı zincirin birer halkalarıdır.
Gerek sol muhalefetin ve gerekse Kürtlerin taleplerine yüzde yüz cevap verecek bir değişimden uzak olsa da, Anayasa’da yapılmak istenen değişiklik, Türkiye’nin demokrasiye doğru yol alması anlamında olumlu bir adımdır.
Bu adımın daha ileriye tasınması ve değişimin önündeki kimi engellerin ortadan kaldırılması için tezgahlanan provokasyonlara karşı duyarlı olunması bir görev olarak algılanmalıdır.
Olayın birebir muhatabı olan Ahmet Türk ve arkadaşlarının sagduyulu açıklamaları bu anlamda önemlidir ve bu duyarlılıkları takdir edilmelidir.
Aynı duyarlılığın önümüzdeki 1 Mayıs’da da gösterilmesi, provakatörlerin tezgahlamaya çalışacakları muhtemel oyunlarını boşa çıkaracağı unutulmamalıdır…
Çünkü 1 Mayıs Bayramı’nın yıllar sonra ilk kez Taksim’de kutlanmasına sorunsuz bir şekilde izin verilmesi pek hayra alamet gibi gelmiyor bana…
19 Nisan 2010