Son günlerin en fazla tartışılan konusu, Hamas-Hizbullah-PKK ve İsrail–Türkiye benzerliği.
Ancak sözkonusu aktörlerin benzer yanlarından çok, bu konuyu tartışanların çifte standartlı niyet ve istemleri ön plana çıkıyor.
Örneğin İsrail’in Hamas ve Hizbullah’a karşı uyguladığı yöntemlerin aynısını Türkiye’nin de PKK ya karşı kullanmasını isteyenler, aynı zamanda hem İsrail-Türkiye hem de PKK-Hamas ya da PKK Hizbullah benzerliğine de o denli karşı çıkıyorlar.
PKK’yi terörist ilan ederlerken, Hamas ve Hizbullah’ı ise birer direniş örgütleri olarak adlandırıyorlar.
Ha keza İsraili saldırgan ve sivil halka karşı katliam uygulamakla suclayanlar da, Türk Devletinin kabaran iştahını daha da artırmak için hergün yeni bir senaryo yazıyor ve Güney Kürdistan’a askeri operasyon yapması icin devletin önüne plan üstüne plan koyuyorlar.
Asıl tartışılması gereken konu ise, herzamanki gibi güme gidiyor.
Oysa sağduyulu bir anlayışla, gündemi oluşturan aktörlerin benzer ve farklı yanlarının masaya yatırılması, İsrail-Hamas-Hizbullah savaşının sona ermesini sağlamayabilir, ancak Türkiye’de hala karanlıkta kalan birçok soru işaretine de cevap oluşturabilir.
Bir süre önce Hamas’ın Suriye’de ikamet eden siyasi şefi Meşal Ankara’da ağırlandı. Buna tepki olarak İsrail, „Biz de PKK’nin liderini Tel-Aviv’e davet edersek hoşunuza gider mi?“ şeklinde bir açıklama yapınca, Türkiye’de kıyamet koparılmak istendi.
„Hamas ile PKK aynı mı?“ diye tartışma da o tarihte başladı ve bugün hala devam ediyor.
PKK ve Hamas’ın aynı örgüt olmadıkları, hatta birçok yönleri itibariyle zıt özelliklere sahip oldukları bilinen bir gerçek. Örgürtlenme anlayışları, hedefleri ve mücadele yöntemleri itibariyle aralarındaki farklılıklar kadar, ortak yanları da var.
Nedir en önemli ortak yanları?
Bunlardan en önemlisi, PKK ve Hamas’ın karşıtları tarafından piyasaya çıkarılmış olmaları konusunda ileri sürülen iddialar. Her iki örgütün de tarihine ve yaptıklarının yolaçtıkları sonuçlardan hareket edildiğinde, ileri sürülen iddiaların pek de yabana atılacak türden iddialar olmadıkları görülecektir.
Diğer bir ortak yanları ise, her iki örgütün de oluşumlarını takip eden yıllarda Suriye’yi üs olarak kullanmaları ve karar mekanizmalarını bu ülkede konuşlandırmaları.
Ama bu yönleriyle ilgili iddialar, nedense sözkonusu ülkeler tarafından ne sorgulandı, ne de ileri sürülen bu iddialara ciddi cevaplar verildi. Aksine bu iddiaları ortaya atanlar şu veya bu nedenle susturuldu.
Ancak her iki örgütün oluşum hikayeleri kadar, bu örgütlerin yaptıklarını bahane edip terör uygulayan devletlerin de ortak bir payda da buluştukları karşımıza çıkmaktadır.
Mesela, birkac askerini bahane eden İsrail, bir halka karşı topyekün bir savaşı başlatabiliyor. Türkiye ise, onu emsal göstererek, PKK’yi bitrmek amacıyla Güney’e girmenin hesabını yapıyor.
Ancak ABD ve AB ülkelerince birine sunulan sınırsız destek, diğerinin karşısına engel olarak çıkıyor.
Türk devleti tam da bu noktada karşısına çıkan engeli aşmak için, daha çok askerin öldürülmesi için adeta davetiye çıkarıyor.
Kuşkusuz, davet edilen Azrail değil. Ancak davete icap edenlerin hızzı Azrail’in rekorunu kıracak nitelikte sonuç veriyor. Gerekçeleri ise her zaman ki gibi hazır, İmralı hazretlerine karşı uygulanan tecrit politikası!…
Birilerinin hoşuna gitmeyebilir, ama görünen somut gerçekler ortada. Türkiye’nin kabaran iştahını engeleyen ne İmralı hazretlerinin müridleri, ne de Güney’de ordulaşan Peşmerge güçleri.
Peki engelleyen kim?
ABD’nin Ortadoğu Projesi ve Irak’taki askeri varlığı…
Ne zamana kadar, diye soran birileri varsa, onlara verilecek cevap ise şudur: Kürdistan’ın komuşuları islah edillinceye kadar…
22 Temmuz 2006