Her fırsatta „Laikliğin bekçileri“ olduklarını söyleyen Aleviler, 22 Temmuz’da yapılacak genel seçimlerde ortak hareket etmek için Ankarada biraraya gelerek, CHP’ye oy vermeyenlerin „düşkün“ ilan edilmelerini önermişler.
Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin öncülüğünde başlayan ‚Alevilik ve Siyaset‘ konulu konferansın açılış konuşmasını yapan Dernek Başkanı Kazım Genç, CHP-DSP ittifakını olumlu ancak yetersiz gördüklerini belirttmiş ve tüm sol, sosyalist, Alevi grupları seçimde işbirliğine çağırmış.
Zaman Gazetesi’nin 20 Mayıs tarihli nüshasında çıkan habere göre Kazım Genç bu çağrısıyla da yetinmemiş, CHP dışındaki partilerden aday olan Alevi-Bektaşiler için, „Bugün ne yazık ki, her ağacın kurdu kendinden olur sözü haklı çıktı. Bazı Aleviler Maraş’ın, Sivas’ın katilleriyle el ele“ ifadelerini kullanmiş.
Derneğin eski başkanı Ali Balkız ise diğer partilerden aday olanların Alevilikten dışlanmasını istemiş.
Bu haberi okurken aklıma tam da bu olaya denk düşen bir özdeyiş geldi: „Insanın celladdına tapması.“
Sanki bu söz tam da Kazım Genç gibi Aleviler için söylenmiş.
Bence de Alevilerin bir muhasebe yapmaları gerekir. Ancak bunu doğru ve hakkaniyet çerçevesi içerisinde yapmalılar.
Kaldı ki eğer ölçü Alevilik ve Alevilere yönelik baskı ve katliamları esas almaksa, öncelikle CHP’nin kuyruğuna takılan Kazım Genç ve onun gibi düşünenler, kendilerini düşkün ilan etmeliler. Çünkü cumhurriyet tarihi boyunca Alevilerin başına ne geldiyse, CHP’nin iktidar olduğu dönemlerde gelmiştir.
Alevilerin topluca kıyıma uğradıkları Koçgiri ve Dersim katliamlarında CHP’nin tek parti iktidari işbaşındaydı ve Alevilerin uğruna gözyaşı döktükleri Mustafa Kemal Atatürk devlet başkanıydı. Hatta Dersimi bombalaması için uvey kızı olan Sabiha Gökçe’yi bizzat kendisi havaalanında uğurlamış ve havalanan savaş uçağının ardından göklere bakarak, „istikbal göklerdedir“ sözünü de o zaman söylemiştir.
Çorum ve Maraş katliamlarında ise olayları tertipleyenler sivil güçler olmalarına rağmen, devlet uzun süre seyirci kalmış ve olaylar dindikten sonra mudahale etmiştir. Bu dönemde de yine Kazım Genç’in partisi CHP iktidar.
Aradan yıllar geçmiş bu kez olay Sivas’ta tezgahlanmış. Şehrin ortasında bir otele saldırı organize edilmiş, yangın çıkarılmıs, ne emniyet ne de askeriye zamanında mudahale etmemış. Yangın sonucunda 37 sanatçı ve aydın yaşamını yitirmiş. İktidarda yine bugünkü CHP’nin devamı olan bir parti iktidar ortağı, başbakan yardımcışı ise, her Alevinin evinde fotoğrafı bulunan Milli Şef İsmet İnönü’nün oğlu Erdal İnönü.
Bu olay, Erdal İnönü’ye politikayı bıraktırdı ama Alevilerin gerçeklerle yüzleşmelerini sağlayamadı…
Kuşkusuz Maraş ve Sıvas’ta Alevilere yapılanları onaylamak mümkün değil, bu olaylarda rol alanlarla birlikte hareket etmek de onaylanamaz. Ancak Alevilerin bu devletten ve toplumdan çektikleri acılar bunlarla sınırlı da değil. Çünkü bunların öncesi de var.
Koçgiri, Dersim katliamlarına ne demeli. Yoksa bu katliamlarda ölenler Alevi değil miydi?
24 Saat içerisinde Kıbrısı işgal etmekle övünen Kazım Genç’in rahmetli lideri Karaoğlan, isteseydi bir avuç çapulucuya karşı halkı koruyamaz mıydı?
Sıvas olaylarını uzaktan seyreden devletin tavırsızlığından dolayı politikayı bile bırakan İnönü kadar, Kazım Genç de vicdanının sesini duyamıyor mu?
Yukarıda da belirttim. Aleviler hesap sormalılar, kendilerine yapılan haksızlıkların, baskı ve zulmün hesabını…
Ama yanlış yerde ve kişilerden değil.
Öncelikle, kendilerine yapılan bunca katliamın sorumlularını doğru tespit etmeliler..
Ve figüranlardan önce, asıl filmi yöneten ve başrolde oynayanlara karşı çıkmalılar…
20 Mayıs 2007
firataras@navkurd.net