Son on gün içerisinde „AKP ve Gülen’i Bitirme Planı“ ile ilgili Türk basınında yüzlerle ifade edilebilecek haber -yorum yazıları yayınlandı.
Haber ve yorumlarda bu planınn ordunun emir komutası çercevesinde hazırlandığı yönünde genel bir eğilim ortaya çıkıyor.
Tüm gözler, hükümetin ortaya çıkan bu plana karsı atacağı adıma odaklanmış.
Başta Başbakan Erdoğan olmak üzere hükümetin şimdiye kadar ki tavrında bir kararlılık görünse de, ancak atacakları adım konusunda bir çaresizliğin hissedildiği de bir gerçek.
Bu çaresizliğin nedeni kuşkusuz, ordudaki bu darbe yapma alışkanlığının bir-iki albay ile bağlı oldukları generalleri uzaklaştırmakla sona ermeyeceği.
Bir an Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un görevden alındığını düşünelim, yerine kim gelecek, KKK Işık Koşaner, onun yerine kim gelecek, bu planın hazırlanmasını emreden Birinci Ordu Komutanı Hasan Iğsız.
Ya da planın altında ıslak imzası olan Albay Dursun Çiçek’in tutuklanıp cezaevine konulduğunu düşünelim, bunun yerine kim gelecek, kuşkusuz bu planın hazırlanmasında ona yardım etmiş olan herhangi bir yardımcısı.
Peki orduda kronik bir hal almış olan bu darbe yapma alışkanlığı sona erecek mi?
Kuşkusuz hayır…
Çünkü darbecilik ve cuntacılık Türk Ordusunun mayasında var. Bu maya değişmediği sürece Başbuğ’un, Hasan Iğsız’ın hatta tüm komuta kademesinin görevden uzaklaştırılması dahi fayda etmeyecektir.
Bu nedenle Erdoğan ve hükümetinin işi oldukça zor.
Nedeni mi?
Nedeni, iki gün önce İsmet Berkan’ın Radikal Gazetesinde yazmış olduğu makalesinde gizli…
İsmet Berkan; „Bir ‚Derin Devlet‘ öyküsü“ başlıklı makalesinde şöyle yazıyor; „…Bundan birkaç yıl önce, Ak Parti hükümeti döneminde ama Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görevi devam ederken, Milli Güvenlik Kurulu’nda, Türkiye için aynı anda hem iç hem de dış güvenlik meselesi olan bir önemli konuda farklı bir karar alınır.
Bu karar sonrası, her toplantısında MGK’ya da katılan ve kurul üyelerine bilgi sunan kurumlardan birinin yöneticisine, alınan kararı uygulama görevi verilir.
Yönetici, kendisine devletin en üst düzeyi tarafından verilen bu görevi yerine
getirmek için çalışmaya başlar, çeşitli temaslarda bulunur, yaptığı temasların ve elde ettiği sonuçların her aşamasında da MGK üyelerini bilgilendirir, gelinen noktadan herkesi düzenli olarak haberdar eder.
Ancak bir gün, bu üst düzey yöneticinin eline Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı tarafından yazılmış bir belge geçer. Söz konusu belgede MGK’da kararlaştırılan, Genelkurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanlarının da onayından geçmiş olan yeni politikadan zımnen ‘vatana ihanet’ olarak söz ediliyor, gerek hükümet ve gerekse bu anlattığım yönetici ile kurumunun ‘ihanet içinde olduğu’ epey ağır bir dille anlatılıyordu.
Yönetici, gerçekliğinden emin olduğu bu belgeyi alır ve dönemin Genelkurmay Başkanı’nın karşısına çıkar, ‘Bu nedir’ diye sorar.
Dönemin Genelkurmay Başkanı belgeyi görünce şaşırır, ‘Nasıl olur’ der ve yöneticiye söz verir, bir daha böyle şeyler olmayacaktır.
Gerçekten de kısa zamanda Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı’nda bu belgeye eli değen herkes oradan uzaklaştırılır, ciddi bir temizlik yapılır.
Yönetici, MGK tarafından kendisine verilen görev uyarınca çalışmaya devam eder. Aradan aylar geçer ve bir gün aynı yöneticinin eline Genelkurmay İstihbarat Başkanlığı tarafından hazırlanmış yeni bir belge daha geçer. Bir kez daha yapılanlar ‘vatana ihanet’ olarak yorumlanmakta ve gerek hükümet ve gerekse yönetici çok ağır kelimelerle suçlanmaktadır.
Yönetici bir kez daha Genelkurmay Başkanı’nın yanına çıkar, ‘Hani’ der, ‘Bir daha olmayacaktı?’
***
Bu anlattığım ama üstünü çok kapattığım öyküyü umarım isimler ve konu vererek de yazmak zorunda kalmam. Bu öykü, çok ama çok tipik bir durumu gösteriyor ve biz ülkemizde bu tipik durumu nedense hiç konuşmuyoruz…“
Bu nedenle Erdoğan ve hükümeti ciddi bir çıkmazla karşıkarşıya…
Olup bitenlere seyirci kalmaları da, sorumluları cezallandırmak da ordudaki kronikleşmiş darbecilik hastalığını tedavi etmeye yetmiyor. Kangrenleşmiş bu hastalığı iyileştirmek için, neredeyse gövdenin tümüne yakınını kesip atmaları gerekiyor ki, buna da ne güçleri yetiyor, ne de şu andaki kamu destekleri…
Bunun için Erdoğan ve AKP’nin zamana ve kamuoyundan güçlü bir desteğe ihtiyaçları var.
Ancak belli bir zaman dilimi içerisinde atacakları kararlı adımlarla Türkiye’yi AB’ye üye yaparak ve AB’nin standartlarını hayatın her alanına hakim kılarak bu çıkmazdan kurtulabilirler.
Erdoğan’ın 2012’de Cumhurbaşkanı olma isteği de, Kürt Açılımı’nın başarıya ulaşması da buna bağlı…
Erdoğan’ın eşi olan Emine’nin başörtüsüne hala kafayı takıp „Ne camii, ne de kışla“ anlayışıyla kenarda seyirci kalanlara gelince, onları ne camii kabul eder ne de kışla…
30.10.2009