Mısır, ders kitaplarından bildiğimiz Firavunlar ve Piramidler dışında bana üç kişiyi hatırlatıyor. Bunlar sırasıyla; Cemal Abdülnasır, Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek…
İskenderiye‚de yoksul bir mahallede doğan Cemal Abdülnasır, ortöğrenimini Kahire‚de amcasının yanında tamamlar. Kısa bir süre hukuk okuduktan sonra 1937’de Kraliyet Askeri Akademisi’ne girerek 1939‚da mezun olur. 1949‚da Hür Subaylar komitesi’nin kurucu üyeleri arasında yer alır. Hür Subaylar örgütü 23 Haziran 1952‚de kansız bir darbeyle yönetime el koyduktan sonra Orgeneral Muhammed Necib devlet başkanlığına getirilir, 1954 ilkbaharında Necib’in görevden alınmasına yol açan iç çekişmelerden sonra perde arkasındaki konumundan çıkarak başkanlık görevini Nasır üstlenir.
Mısır’ın Manûfiye eyaletine bağlı Mit EbulKûm köyünde doğan Enver Sedat ise, 1936 yılında askeri okuldan mezun olduktan sonra, Mısır ordusunun çeşitli kademelerinde görev yapar. 1952 yılında, yakın çalışma arkadaşı Cemal Abdülnasır‚la beraber, Kral Faruk’u devirdikleri „Hür Subaylar“ darbesine katılır. Nasır 1970‚de ölünce, onun yerine Mısır Cumhurbaşkanı olan Sedat, 6 Ekim 1981‚de bir askeri tören sırasında öldürülene kadar, 11 yıl Mısır Cumhurbaşkanı olarak görev yaptı.
Kahire‚deki Mısır Askeri Akademisi’ni (1949) ve Bilbays’taki Havacılık Akademisi’ni bitiren Mübarek, Sovyetler Birliği’nde ileri uçuş ve bombardıman teknikleri konusunda öğrenim görür. Mısır Hava Kuvvetleri’nde çeşitli görevler üstlendikten sonra 1966-69 arasında Hava Akademisi komutanlığını yürüten Mübarek, 1972’de Enver Sedat tarafından hava kuvvetleri komutanlığına getirildi. Ekim 1973’te İsrail‚le yapılan Yom Kippur Savaşı’nın ilk günlerinde Mısır Hava Kuvvetleri’nin elde ettiği başarılarda önemli rol oynadı. Ertesi yıl mareşal, 6 Ekim 1981‚de Enver Sedat‚ın bir suikast sonucunda öldürülmesi üzerine de devlet başkanı oldu
General olan her üçü de orduya dayanarak Mısır’ı yıllarca diktatörlükle yönettiler… Yine her üçünün ortak özelliklerinden biri de yaşam öykülerindeki benzerlik oluşturuyor…
1952 yılında kansız bir darbeyle yönetime el koyan ordu, 60 yılık yönetimini kanla sürdürdü. Nasır ile başlayan Mısır’daki askeri yönetim, birçok Arap devleti için de model oldu.
Mısır ile özdeşleşmeyen bir tek şey varsa o da, devrim kelimesidir. Çünkü bu topraklar devrim kelimesine yabancıdır. Devrimden anladıkları; kendilerinde olmayan bir güce (doğanüstü ya da askeri) sahip olan birilerinin onları yönetmesidir…
Bu sadece Mısır’a özgü olan bir durum da değil. Tunus, Irak, Yemen ve Cezayîr de de benzer bir durum ve anlayış hakimdir… Bu ülkelerde demokratik bir geleneğin yerleşebilmesi için Irak’da olduğu gibi dış etkenlerin aktif bir şekilde devreye girmesiyle olanaklıdır…
Bu nedenledir ki, 18 günlük bir direnişten sonra Hüsnü Mübarek’in gidişi dışında Mısır’da değişen bir şey olmadı… Kaldı ki Mübarek de sadece saray değiştirdi. Kahire’deki başkanlık sarayından Şarm el Şeyh’deki malikhanesine taşındı…
Yerini ise şimdilik Mareşal Hüseyin Tantavi başkanlığındaki bir Askeri Konsey’e bıraktı. Bununla sınırlı kalınması halinde devrim denilen şey; yaşlanmış sivil bir generalin yerini, yeni ve daha zinde bir generale bırakması olarak kaldı…
Halkın Tahrir meydanında toplandığı günden itibaren hemen her kes Mısır için model olabilecek ülkeler önerdi… Kimisi Îran, kimisi de Türkiye’yi işaret etti. Hatta Pakistanı bile önerenler oldu… Oysa önerilen üç ülkede de, Mısır’ın muzdarip olduğu sorunlar var.
Birinci örnek olan Îran‘da ilginçtir, yine bir 11 Şubat günü olan 1979’da devrim dedikleri bir halk hareketiyle askeri monarşinin yerini dini monarşi aldı.
Diğer model ülke olan Türkiye hala askeri vesayetten kurtulmuş değil. Bu vesayetten kurtulması için daha çok adım atması gerekir…
Pakistan’ın durumu ise, Mısır’dan da vahim…
Oysa model olarak önerilmesi gereken başka ülkeler de olmalı, eğer amaç demokratik bir yönetim isteniyorsa…
Eğer devrim, bir ülkede halkın askeri bir diktatörlükten ya da askeri vesayetten kurtulması ve kendi kaderi üzerinde söz sahibi olması ise, 11 Şubat 2011 tarihi Mısır’dan daha çok Türkiye’de devrim olarak adlandırmayı hak etmektedir…
Çünkü, 11 Şubat günü Balyoz Darbe Planı Davası’nın 13. duruşmasında, Türk Ordusu‘nda görev yapan 27 general ve amiral tutuklandı, ikisi hakkında ise yakalama kararı çıkarıldı. Bu rakam ordudaki görevli generallerin yüzde onuna tekabül etmektedir. Ayrıca tutuklananlar arasında bir çok emekli generalin yanısıra, emekli iki kuvvet komutanı da bulunmaktadır.
18 günlük bir direnişten sonra Mısır’da Mübarek’in yerini ordu alırken, aynı gün Türk ordusunda görevli olan generallerin yüzde onu, darbe yapmak suçundan dolayı sivil mahkeme tarafından tutuklanarak cezaevine gönderildiler.
Türkiye demokratikleşme adına ordusunu kışlaya göndermeye çalışırken, Mısır, kışlasından çıkıp Tahrir meydanına giren ordusunu alkışlayacaksa, varacağı yer olsa olsa Pakistan olabilir…
Mübarek gider, Tantavi gelir…
Mısır, yine eski Mısır olarak kalır…
13.02.2011
firataras@navkurd.eu