Eğer Türkiye’de yaşıyorsanız, günün birinde hastalanabileceğiniz ihtimalini gözönünde bulundurarak, bu yazıyı mutlaka okuyun, ona göre şimdiden tedbirinizi alın.
Diyelim ki siz ya da bir akrabanız aniden rahatsızlandınız ve kendi olanaklarınızla hastahaneye yetişebilme ihtimaliniz yok. Kuşkusuz ilk aklınıza gelebeilecek şey bir ambulans çağırmak olacak. Telefonunuza sarılıp numarayı çevirdiğinizde karşınıza çıkacak kişi, sizi sorguya çeker gibi soruları sıralarsa, yanlışlıkla cinayet masasının numarasını çevirdiğinizi düşünerek telefonunuzu kapatmayın, sakin sakin sorulan sorulara cevap verin.
Verdiğiniz cevaplardan sonra sizinle hastanız hakkında en ayrıntılı bilgileri alan kişi, size emirvari bir biçimde; „telefonunuzu kapatın, doktorun sizi aramasını bekleyin“ der ve telefonu yüzünüze kapatır.
O gün nöbetçi olan doktorun insafına ve daha önce sizi sorguya çeken memurun sizden alıp doktora aktaracağı bilgilere bağlı olarak, telefonunuz erken veya geç çalabilir; gecikme olması durumunda sakın yeniden aramaya kalkışmayın!
Telefonunuz çaldığında hemen açın ve bu kez kendinizi doktorun size soracağı sorulara hazırlayın. Hastanızın o an yaşadığı acı ve ızdıraplardan ziyade, sorulan sorulara mantıklı cevaplar vermeye çalışın. Vereceğiniz en ufak çelişkili bir cevap, doktorun telefonu yüzünüze kapatmasına neden olabilir…
Doktorun sorgusundan da geçer not aldıktan sonra adresiniz alınır ve Ambulans’ın geleceği size bildirilir. Bu bilgiden bir süre sonra gelecek Ambulans’ın hastanızı alıp hastahaneye götürecek anlamını sakın çıkarmayın. Bu kez hastanızla birlikte, Ambulansla gelip sizi yerinde sorgulayacak ekibin sorularına kendinizi hazırlayın. Ambulansın gecikme süresini bu konuda bir avantaj olarak da değerlendirebilirsiniz.
Belli bir bekleyişten sonra Ambulans kapınıza gelir, park yaptıktan sonra bir doktor, bir memur ve söfor üçlüsü kapınızı çalar. Îçeri giren ekip öncelikle sizi bir sorgudan geçirir, telefonda verdiğiniz bilgileri test eder. Herhangi bir çelişkiye düşmeden doğru bilgi vermeniz halinde, doktor bu kez hastanıza yönelir ve onu sorgular. Hastanız eğer sorulan sorulara cevap verirse, yandınız.
Doktor bir kez daha size döner ve „bak bak şuuru hala yerinde, sahi ne zaman fenalaştı, fenalaşırken nasıl görünüyordu?
Yoksa hastanızı hastahaneye götürmek için taksi parasından tasarruf etmek amacıyla mı bizi çağırdınız? “ türünden soruları sıralar. Bu arada sağlık memuru ve şoförün, dikkatinizi dağıtmak ve açığınızı yakalamak için sordukları sorulara kulaklarınızı kapatın, sadece doktorun sorularına mantıklı cevaplar vermeye devam edin.
Bu faslı da başarıyla atlattıktan sonra şoför ve memur, doktorun talimatıyla ambulansa dönüp sedyeyi getirmeye giderler. Sedye geldikten sonra eğer hastanız hala yaşıyorsa ve sizin de sabrınız hala tükenmediyse, artık hastanızın hastahaneye yetişmesi için endişelenmeyebilirsiniz…
Hastahaneye varmanız, hemen tıbbi müdahalenin yapılacağı anlamına da gelmemeli. Burada da sizi farklı bir maraton koşusu beklemektedir. Bu koşuyu hızlı bir şekilde koştuğunuz ölçüde, hastanıza yapılacak tıbbi müdahalenin süresini kısaltabilirsiniz.
Acil servise varır varmaz hastanız perdelerle birbirinden ayrılmış olan bir bölüme alınır, hastanızın kaydını yapmak üzere sizi çağırırlar. Önce elinize numaralı bir fiş verilir, vezneden kayıt yapmanız istenir. Vezneye gidip kayıt yaptırdıktan sonra – tabi sigortalı değilse hastanın kayıt ücretini ödemek zorundasınız-, hastanın şikayetlerine göre kann, idrar tahlilleri, filim, tomografi ve kaç doktor muayene edecekse her bir doktor için konsultasyon kayıtlarını ayrı ayrı yapmak için defalarca vezneye gidip gelmek zorundasınız. Çünkü hepsini bir seferinde söylemezler. Bu nedenle sizin maraton performansınız önem kazanmakta. Sizin hızınız, vezne önündeki kuyrukta daha az beklemenizi, dolayısıyla hastanıza yapılacak tibbi mudahalenin bir an önce yapılmasını sağlamakta, eğer hala hastanız yaşıyorsa…
Ha az daha unutacaktım, eğer ramazan ayı içerisinde bu iş başınıza gelecekse, sakın yanınızda bir şise su götürmeyi unutmayın, çünkü hastahane kantileri iftar saatine kadar kapalıdır…
Tüm bu koşuşturmadan sonra, yaptırdığınız tahlil ve çektirdiğiniz filimlerin sonucu alınmadan, acil servisindeki bir doktor, sizi yanınıza çağırır, bir kağıdın üzerine sizin hayatta okuyamayacağınız bir iki cümleyi yazar ve hastanızı bölgedeki araştırma hastahanesine sevk etmek zorunda kaldıklarını size bildirir. Yapılan işlemlerin sonuçlarını sormanız, zaman kaybı olacağından, hiç aklınızdan bile geçirmeyin. Eğer bulunduğunuz il de araştırma hastahanesi varsa, kendinizi şanslı hisetmelisiniz…
Araştırma, yani üniversite hastahanesine gitmeniz bile, hastanıza tıbbi müdahalenin yapılacağı anlamına gelmez. Eger bir önceki hastahanede katıldığınız maraton koşusunu iyi koşmamış ve ancak akşama doğru, üniversite hastahanesine yetişmişseniz, işiniz yine Allah’a kalmış demektir.
Siz orada tıbbi müdahaleyi beklerken, en yetkili olduğunu söyleyen bir memur yanınıza gelir ve sakin bir şekilde; „Beyefendi, hastanızın başucundan ayrılmayın. Biliyorsunuz iftar vakti. Doktorlarımız iftarlarını açmak üzere evlerine gittiler, ancak iftardan sonra hastanıza bakacaklar“ der ve size herhangi bir soru sorma fırsatı bile vermeden, arkasını size döner ve gider.
Eğer hala sabrınız tükenmediyse, hastanızın başucuna geçip doktorların iftardan dönmelerini beklersiniz. Ya da son tebligatı yapan memurun boğazına sarılıp, ardından da heryerde hazır ve nazır olan polislerin arasından, en yakın karakolun yolunu tutarsınız…
Tabi karakolda nasıl ağırlanacağınızı söylememe gerek yok…
Iyisi mi, hastalandığınızda acil servisi arayacağınıza, hiç teredüt etmeden bir an önce Azrail’i arayın…
Onun müdahalesi, sizi veya hastanızı kurtarmasa bile, en azından kimyanızı bozmaz bilesiniz…
Not: Yukarıda anlatılanların hala bir şakadan ibaret oduğunu düşünüyorsanız eğer, oturun ve kaderinize şükretmeye devam edin…
20.11.2006
ikramoguz@navkurd.eu