„Irak’ta kaçırılan işçilerin Suriye ile ne ilişkisi var” diye bir başlık düşünmüştüm, masaya oturduğumda. Yazı ilerledikçe yukardaki başlığın daha uygun düşeceğine karar vererek ilk başlığı geri çektim.
Bilindiği gibi Eylül ayı başında Irak’ın başkenti Bağdat’ta çalışan 18 işçi kaçırılmış ve iki hafta sonra bunlardan ikisi salıverilmiş, geriye kalanlar ise bir ay konukluktan sonra Eylül sonunda serbest bırakılmıştı. Bırakıldıklarında herbirinin cebine 200 dolarla bir de hatıra fotoğrafı konmuştu.
Normalde bir amaç için, siyasi bir talep veya para koparmak için insanlar rehin alınır, alıkonur, talepler karşılanınca da rehineler serbest bırakılır. Çoğu zamansa “babayiğit” ülkeler pazarlık yapmayı güçsüzlüğe yorar, fidye istemine de, siyasi taleplere de „hayır“ der, rest çekerler. Operasyonlar düzenlenir, iki ateş arasında kalan rehinelerden bir kısmı veya tümü hayatlarını kaybeder ve operasyon “başarıyla” tamamlanmış olur.
Yukardaki örnekte bir acayiplik var sanki. Ya rehin alanlar, taleplerinin çok ötesinde bir sonuca ulaştılar ve bu yüzden rehineleri bir ay yedirip içirip ceplerine bir de para koyduktan sonra salıverdiler, ya da TC çok ürkütücü bir hamle yaparak, rehinecileri korkuttu?
Ne dersiniz? Hangisi doğru, ya da akla daha yatkın?
Açıkça söyleyeyim. Konuyla hiç ilgilenmedim. Hem zaman darlığından, hem de Kürt mahallesinde gündemin oldukça yoğun ve sıcak olmasından dolayı bu işe zaman ayırmayı “lüks” saydım, ta ki rehineler salındıktan sonra Almanca çıkan bir gazetenin konuya ilişkin haberini okuyuncaya kadar.
Der Standard gazetesinden Markus Bernath konuya ışık tutmuş. Bernaht, rehinelerin kurtarılması için Ankara’nın İran’ın kapısını çaldığını; İran’ınsa karşılık olarak Ankara’dan güdümündeki islami örgütlerin Suriye’nin belli bölgelerinde ateşkes ilan etmeleri ve iki alawi köyü üzerindeki ablukanın kaldırılmasını talep ettiğini belirtiyor yazısında.
Ve her ne hikmetse “patronsuz ve başıboş” oldukları iddia edilen cihadist gruplar bir anda ateşkes ilan ederek, ne kadar akıllı uslu ve itaatkar olduklarını kanıtlamış oldular. Böylelikle ateşkes ve iki köy üzerindeki ablukanın kaldırılmasına karşılık Bağdat’ta kaçırılan işçilerin özgürlüklerine kavuşmuş olduklarını öğreniyoruz. Hem de ceplerinde ikiyüz dolarla.
Demek ki böyle de oluyormuş. Dünün terör ihraç eden bir ülkesi, terör ihracına birkaç yıldır başlayan acemi ardılını zayıf noktasından vurup sırtını yere getirebiliyor. Meğer Bağdat’la Şam, Ankara ile Tahran ne kadar yakınmış da haberimiz yokmuş!
Suriye’ye ilişkin son günlerde yaşananlar sadece bununla sınırlı değil kuşkusuz. Hatay’dan girip Halep’te kahvaltının yapılacağına, öğle namazınınsa Şam’da kılınıp Sultan’ın Tuğrası’nın Şam kapısına asılacağına ne kadar da kaptırmıştı Türk toplumu kendisini.
Fazla geçmeden işler ters döndü ve Şam’ın tatlısı Neo-Osmanlılara nasip olmadı. Stratejik derinlikse Kasımpaşa’da kıyıya vurdu. Beğenmedikleri, yukardan baktıkları, her gün aşağılayıp küfür ettikleri Kürtler’se yavaş yavaş çıkıyorlar merdivenleri . Ve bilek güreşine tutuşan her iki “babayiğidin” kozmik odalarında yer almayı başardılar. Bir yıldır Pentagon subaylarının Operasyon Odası’nda yer alan Kürtlere, bu kez de Rusya’nın kalın duvarlı ve görkemli Kremlin’i açılıyor. Kürtler karada oldukça ve İŞİD ile diğer cihadist çetelerle mücadele ettiklerini belirten diğerleri ise sadece havada kalarak işleri yoluna koymaya çalıştıkça Kürtlere bir müddet daha muhtaçlar.
Ne kadar sürer, girilen ilişkiler mutlu sona ulaşır mı, şimdiden kestirmek güç. Yarın başka ihtiyaç ve çıkarlar uğruna Kürtler satılabilir, heba edilebilir.
Bunun olmaması için Kürtler tedbirli ve sabırlı yaklaşıyorlar tüm olan bitene ve işlerine yoğunlaşmış durumdalar başından buyana. Savaş ve abluka ortamında iki-üç milyon insanın sorumluluğunu üstlenmek, ihtiyaçlarını karşılamak, ülke ve halkı çetelerin saldırılarına karşı korumak, yerle bir edilmiş bir kenti ayakları üstüne oturtmak büyük maharet gerektiriyor. Ve Kürtler bugüne kadar bunu hakkıyla yerine getirdiler. Ülkelerini kurtarıp halkı kurda kuşa yem etmediler.
Şimdi ise sıra içerde Kürt birliğini örmekte. Güçlü olan, sahada olan, mücadeleyi otel lobilerine hapsetmeyip halkla birlikle halk için mücadele edenlerin elleri oldukça güçlü. Bu güç, bu özgüven kucaklayıcı olmalı ve ayrık seslerin çıkmaması, başkaları tarafından kullanılmalarına yolun kapatılması için tüm olanaklarını seferber ederek, çadırlarını Hewlêr ve İstanbul’da açmış olan diğer Kürt partilerini Kamışlo’da ağırlayabilmeli.
Bu sağlandığında, Kürt birliği örülüp yaban otlar ayıklandığında Suriye, Irak ve Türkiye’de çok daha geniş olanakların yaratılabileceği, tüm parçaları kapsayan ulusal bir otoritenin oluşmasına yolun açılabileceği olasılık dahilinde.
Ortadoğu karanlığını aydınlatmaya başlayan Kürt yıldızları, bu alanın, sahanın en önemli aktörleri arasına tırmanmayı başardılar. Şimdi sıra Kürt birliğini örmek için kolları sıvamakta.
Memo Şahin